ABD’LİLEŞEN BİR SOVYET AJANI Bu iki karakterin bana Tony Soprano’yu anımasatan bir yanları var. Çünkü kahraman mı yoksa suçlu mu oldukları konusunda bir ikileme düşürüyorlar insanı. Diğer yandan eşler arasındaki en büyük fark; Phillip’in yaptığı işe, ülkesinin ideolojisine inancını kaybetmekte olması. Evet; belki görevlerini başarıyla yerine getiriyor ama bir yandan da artık gerçek bir ‘Amerikalı’ olmak istiyor. Bu, belki de çevresindeki çemberin giderek daraldığını hissetmesinden kaynaklanan bir kaçış isteğinin tezahürü. Elizabeth’den destek alabilecek olsa; itirafçılığı seçip Amerikalılara sığınması kuvvetle muhtemel. Uzun lafın kısası daha ‘militan’ bir tavra sahip Elizabeth’in içinde bulunduğu durum, bir tür zoraki asimilasyon; Phillip’inkiyse asimilasyonun gönüllü hali.
Phillip’in bu ruh hali, kapı komşusu FBI ajanı Stan Beeman’la kurduğu dostluğa da yansıyor. Beeman’la başta ondan bilgi sızdırabilmek için ilişkiye geçse de, zamanla bu ilişki ciddi bir dostluğa dönüşüyor. İşi gereği yıllardır çevresiyle yakın ilişkiler kuramayan Phillip, Stan’in samimiyeti ve ailevi problemlerini bile kendisiyle paylaşması nedeniyle yer yer vicdan azabı çekiyor, çünkü muhtemelen “Amerika’da doğup büyüseydim, bu adamdan farksız olurdum,” diye düşünüyor.