Çok fazla TV izleyen birisi değilim ve her yıl onlarca yeni dizi yapılıyor olsa da izlediğim çok az yapım vardır. Ancak öyle kötü bir huyum var ki eğer bir diziyi sevmişsem takıntı derecesinde severim. Bu takıntı derecesinde sevdiğim dizilerin ise tek bir ortak paydası var; o da ilk görüşte son derecede sıkıcı bulmam.
Evet yanlış okumadınız; en sevdiğim programlar sıralamasında rahat ilk üçte yer alan Battlestar Galactica, okulda final zamanı bir gece uyku tutmadığında sabaha karşı rastladığım 25 dakikalık bir bölümüne vurulana kadar benim için saçma bir bilim kurguydu. Seinfeld, bilmem kaçıncı tekrar sezonunda birden bana bir şeyler ifade etmeye başlayana kadar hiç de komik değildi ve Sherlock… Ah… Sherlock, soğuk bir İngiliz dizisiydi.
Hal böyle olunca, yayın platformumuzun izlemediğimiz dizi kanallarını hediye ettiği bir dönemde, FX’te Sons of Anarchy’yi keşfettim. Ancak karşılaşmayı pek çok göz devirme ve tabiri caizse “white trash” benzetmeleriyle karşıladım, ondan sonra SOA benim için It’s Always Sunny in Philadelphia çıkmış mı diye bakarken karşılaştığım tipik Amerikan klişesi orta yaşlı geçkin motosikletçi dizisi olarak kaldı.
Ta ki yaz ortasında Pacific Rim gösterime girene kadar.
Filmi Guillermo Del Toro’nun yaptığını görmemle soluğu salonda aldım. İtiraf edeyim iyi bir üç boyutlu filmi severim ve bu bile filme kanmam için yeterliydi yine de hikâyesini, oyunculuklarını ve klişelerini bile sevdim. Filmde Charlie Day (It’s Always Sunny in Philadelphia) ve Ron Perlman (Sons of Anarchy) gibi tanıdık isimler olması başka bir artısıydı ancak benim açımdan Charlie Hunnam’ı keşfettiğim film olarak hafızamda yer etti. Filmden sonra Charlie Hunnam’ı şöyle bir araştırdım ve çok sevdiğim Green Street Hooligans filmindeki unutulmaz tribün abisi (korkunç sahte aksanlı) Pete Dunham olduğunu öğrendim. “Artık yeter, uzatma, diziye bağla,” derseniz, Charlie Hunnam, ben bütün bunları keşfettiğimde Sons of Anarchy’nin ana karakteri olarak dizide beş sezon doldurmuş, altıncısını çekiyordu. Sonra boş bir anımda diziye modern Hamlet uyarlaması yorumunun yapıldığını gördüm ve diziyi birinci sezondan itibaren izlemeye başladım.
Birinci sezonun ilk bölümüne başladığım o günden bir buçuk ay sonra, çekilmiş tüm sezonları izlemiş, hafif akli dengemi bozmuş biçimde 10 Eylül’de altıncı sezonun başlamasını bekliyordum. Şimdi ise herkes gibi dizinin yedinci ve final sezonunun başlamasına kadar geçen süreyi sevgili yapımcı ve yaratıcı Kurt Sutter’a lanet etmekle geçiriyorum.