Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
RÖPORTAJ
Lucy Liu: Elementary’nin Watson’ı, Sherlock’un gözdesi

CBS Stüdyoları’nın Los Angeles’ta düzenlediği ve bütün dizilerini tanıttığı, dizi yıldızlarıyla yuvarlak masa toplantıları organize ettiği etkinlikten elimizde çok malzeme var, sırayla hepsin okuyacaksınız demiştik. İşte Elementary’de Sherlock Holmes’un sağ kolu Watson’ı canlandıran Lucy Liu. Sırada Madam Secretary’den Tea Leoni var . (Röportajlarda yer alan sorular, basın toplantısına katılan bütün gazetecilerin sordukları.)   

  • 26/01/2015 15:19
    Melda Yahşi

Karakterinizin üç sezonda katettiği yol hakkında düşünceleriniz neler? Başlamadan ne kadarını biliyordunuz bu yolculuğun?

Başlangıçta pek bir şey bilmiyordum, karakterimin sonunda bir dedektife dönüşeceğinden ve bunun uzun bir süreçte olacağından haberdardım sadece. İlk sezonda Sherlock’un babasının işe aldığı bir eşlikçiydi sadece, sonra arkadaşlıkları gelişti, sezon sonuna doğru ortak gibi oldular. Bir süre onun kanatları altındaydı, sonra ikinci sezonda daha çok aksiyona karıştı, üçüncü sezonda da biliyorsunuz Sherlock ve Watson’ın yolları ayrılmış durumda. Sherlock MI6’le çalışmak için Londra’ya gitti, sonra New York’a döndü artık beraber yaşamıyorlar. Watson’ın ayrı bir evi ve ayrı bir işi var artık. İlişkilerine yeni bir katman eklendi diyebilirim, aralarında bir gerginlik de var.

Sizinle ilgili bir spor ve sağlık yazısı okurken aklıma geldi de, bir dizide bu kadar yoğun çalışmak insanın spor alışkanlıklarını ve sağlığını nasıl etkiliyor?

Çok yoğun. Sinema ve televizyon arasındaki temel fark işe harcanan zaman bence. Bir filmde üç ay, altı ay çalışıyorsunuz, sonra bir sonraki filme kadar ara veriyorsunuz yoğun çalışmaya. Ama bir dizide çalışıyorsanız, 10 ay boyunca yoğun çalışıyorsunuz, çünkü biliyorsunuz 24 bölüm çekiyoruz. Yani iki sezon arası yedi hafta kadar bir boş vaktimiz oluyor sadece. Çok sağlam bir planlamanız ve sisteminiz olmalı. Odaklanmanız gerek, mesela ben sabah spor yapmadan işe başlarsam eve çok daha yorgun geliyorum. Ben de genellikle erken kalkmaya çalışıyorum, biraz meditasyon sonra 20 dakika bile olsa, egzersiz yapıyorum. O kadar erken kalkıyoruz ki, spor salonu bile açılmamış oluyor daha. Bu da insanı salondan çok evde çözüm aramaya itiyor. Ben de koşu bandı aldım bir tane, duruyor öyle salonda. Güzel ve gerekli bir mobilya. O okuduğunuz yazıda dikkat çekmek istediğim bir nokta da gün içinde mümkün olduğunca çok su içmeye çalıştığımdı. Vücudun susuz kalmaması iyi bir şey. Bir de Jonny’nin (Lee Miller) söylediği bir şey vardı, ilk sezon çekimleri sırasında spora gereken şekilde devam edememiş ama spor eğitmeninin dediğine göre günde sekiz ila 10 saat arası ayakta durmak, üç- dört saat yoğun egzersiz yapmaya eşitmiş. Yani bizim neredeyse sürekli ayakta durmamız, oturanlara göre daha fit tutuyor bizi. Son günlerde ofis yaşamında ayakta çalışma ortamı oluşturanlar epey arttı. Bildiğimiz masalar değil de, ayakta kullanılan masalar geliştirildi. Hatta bazıları sırf ayakta çalışmak yerine, masalarının altına yerleştirilen yürüme bandı üzerinde yürüyor ofis saatleri içinde.

“Yönetmenliğe devam etmeyi, kendi projemi yapmayı umuyorum.”

Joan Watson, Sherlock Holmes’dan çok şey öğreniyor dizide. Siz de kuşkusuz daha önceki deneyimlerinizden pek çok şey öğrendiniz. Yıllar ne kattı size, nasıl değerlendirdiniz yılların size kattıklarını?

O kadar çok şey öğrendim ki sektörde; geçen sezon bir bölüm yönettim ve bu sezon tekrar yönetmenlik yapmamı istediler. Demek bazı şeyleri doğru yaptım. Fakat farklı filmlerde, hatta oyunlarda yer aldıkça, insanlarla nasıl ilişki kurulacağını anlıyorsunuz ve işin özü de bu esasen. İletişim, etkileşim, ilişkiler ve bu ilişkileri yönetme. Yani oyuncular sadece oyuncularla ilişki kurmuyor, yönetmenlerle, yapımcılarla konuşmak, tüm bu deneyim, yaptığımız işin genel çerçevesini anlamama neden oldu. Perde arkasındaki üretim sürecini, işin maliyetini bilmeden, şimdi oyuncu olarak bulunduğum yerde durmam da zor. Mesela birisi sete bir saat geç gelse, bu sette çalışan 200 kişiye ödenen bir saatlik fazla mesai demek. Bu da bütün üretimi etkiliyor elbette. Düşünün, küçük bütçeli bir film çekiyor olsanız, biri sete bir saat geç geldi diye bütçeninizin yarısını israf etmiş olacaksınız. Oyuncu olarak bütün bunları göz önünde bulunduruyorum işte. Bence harika bir deneyim oldu hepsi, yönetmenliğe devam etmeyi, hatta belki kendi projemi yapmayı umuyorum.

“Renkli, eğlenceli, kimsenin kendini ciddiye almadığı bir filmdi, başarısı da öyle geldi.”

Bu soru hem oyuncu hem yönetmen Liu’ya. Bir diziyi ya da filmi yeniden gündeme getirmenin başarılı yolu nedir? Mesela bir diziden uyarlanan Charlie’nin Melekleri filminde oynadınız, film tuttu. Ama diziyi yeniden çektiler, hiç tutmadı. Elementary, Sherlock Holmes hikayesinin başarılı bir uyarlaması, yeniden yapımı. Eski işlerin yeni uyarlamalarını başarılı ya da başarısız yapan ne size göre?

Keşke buna bir cevabım olsaydı. Epey karmaşık bir mesele esasında, zamanında çok başarılı olmuş bir iş, niye şimdi de olmasın? Aslında bence her şey işin arkasında kimin olduğuna, kimin yazdığına ve kimin izlediğine bağlı. Charlie’nin Melekleri çok eski bir dizi olduğu için filmin başarısız olacağını düşündü pek çok kişi. Ancak film, çok renkli, yoğun ve aksiyon dolu yapısıyla, ‘girl power’ın yani kadının gücünün yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Şimdi çok daha sıradan, normal bir durum bu esasında. Düşünsenize, Hunger Games var, Divergent var, girl power’ın güçlü olduğu bir zamandayız şimdi. O zaman dergi kapaklarında tek bir kadın olurdu, ‘esas yıldız’ olarak. Film için üçümüzü sığıştırmak zor gelmişti kapağa. Düşününce çok komik geliyor, çünkü artık tam tersi, bir sürü kadın görüyoruz kapaklarda. Çok değil, 14 yıl önce düşünülemezdi bile bu. Filmin, herkesin beklentisinin aksine hiç de kötü olmaması başarısına ivme kazandırdı. Renkli, eğlenceli, kimsenin kendini ciddiye almadığı bir filmdi, bu rahatlık sonuçlara da yansıdı. Dizi versiyonu belki de her hafta gereken bütçe desteğini alamamıştır Sony’den. Bir filmi, tek atımlık bir işi parlatmak zor bir iş, ama aynı işi 22-24 hafta boyunca her hafta bir dizi için yapmak çok daha zor bir iş. Ya çok ilginç yapacaksınız ya da her hafta gözünüzü gönlünüzü açacak görsellikte olacak ki çok zor bu da.

Sherlock’la Watson arasındaki gerilim, üçüncü sezonun leitmotivi*.

Bu sezon Watson’la Sherlock’un uzaklaşmalarını izliyoruz. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Bir de üç yıldır televizyon sektöründesiniz, hayat buralarda nasıl?

Güzel soru. Bence aralarına mesafe girecek olması harika. Bu izleyiciyi dramatik açıdan her zaman bir meraklandırır, duraksatır. Bizi de öyle. Daima ortam süper, arkadaşlık şahane olsa, her hafta izlemeye devam etmeyebilir insan. Aralarındaki çekim açık fakat Sherlock çoğunlukla sorumluluk üstlenmeyen bir karakter, şimdi araya mesafe koyarak, uzaklaşarak  onun sorumluluk almaya zorlanışını izlemek ilginç olacak bence. İnsanlara hep istedikleri gibi davranacakları bir ortam yaratırsanız, hiç dönüp de bakmazlar kendilerine. Bence aralarındaki gerilimin üçüncü sezona çok katkısı olacak.

Son iki buçuk yıldır televizyon sektöründe geçen hayatıma gelirsek, bayılıyorum gerçekten. Doğup büyüdüğüm New York’ta olmayı, ailem olarak farzettiğim insanlarla çalışmayı çok seviyorum. Ayrıca kariyer açısından diğer olasılıklar da hayatımdan çıkmış değil. Dizide bölüm yönetmek benim için çok aydınlatıcı oldu, o kadar doğal yürüdü ki işler, ikinci bir kariyer olabileceğini düşündüm bunun ve peşini bırakmamayı istiyorum. Sürekli oradan oraya koşuşturmaktansa tek bir yerde olmaktan mutluyum. Tabii her an hazır olan bir bavulum var ve ödül törenleri filan için Los Angeles’a gidip geliyorum, ama son iki buçuk yıldır burada olmaktan mutluyum. Uzun sayılabilecek bir süre bir yerde kalmak, her an kalkacakmış gibi tetikte olmaktan daha iyi bir his. 20 yıldır koşturup duruyorum dünyanın etrafında şimdi evdeyim ve mutluyum gibi hissediyorum.

 

*Leitmotiv: Esasen biir müzik terimi. Ekşi Sözlük’ten ‘bu nick tam yirmi altı karakter’in tanımını ödünç alalım: Edebiyattaki karşılığına "fon müziği" dersek yanlış olmaz sanırım. fon müziği film boyunca bir kaybolur, bir ortaya çıkar ve filmin tüm ana temasını da bu müzikten anlamak mümkündür. edebiyatta da bu böyledir. ana temanın; olay kurgusunda bir ön plana çıkması, bir geri plana itilmesi ile yapılır.

“Bir araya gelmeyecek olan iki kişinin arasındaki gerilim çok daha dramatik.”

Jonny Lee Miller’la Sherlock ve Watson karakterlerini nasıl dengelediğinizi sormak isterim. Başroldeki kadın ve erkek iki karakterin bir noktada romantik bir ilişki içine girmemesi pek alışıldık bir şey değil.. Gelecekte aralarında romantik bir ilişki olabilir mi diye soranlar oluyor mu?

Çok ve sık soran oluyor, hatta bizi birlikte, ilişkide görmek istiyorlar. Dizinin yapımcı ve yaratıcısı, edebi metne hayran. Aslında edebi metinden epey farklı yollara saptık ama Sherlock ve Watson arasındaki ilişkinin aslına uygun olarak korunması çok önemli bizim için. Üzerinde çalıştıkları dava ne olursa olsun, çözme yöntemleri nasıl farklılık gösterirse göstersin, aralarındaki dostluğun gücünü alttan alta hep hissediyoruz. Zaten edebi metni okuduğum zaman farkettim ki diziyi merakla izlememizin altında yatan da bu. Watson gidiyor, evleniyor, bir ilişkisi var, ara sıra Sherlock gelip kapısını çalıyor, ikisi birlikte bir maceraya atılıyorlar ama Watson’ın kendi hayatı da var ve devam ediyor. Televizyon izleyicileri, hatta bütün eğlence sektörü için geçerli bu, ilişkilerin aşka dönüşmesini bekleyerek izliyor insanlar bir çok şeyi, ki çok doğal. Bence bir araya gelmeyecek olan iki kişinin arasındaki gerilim bir çok açından daha dramatik.

Feminen yanını kaybetmemiş ama jilet gibi olmayan, hafif salaş bir kadın Watson.

Benim dizide en çok sevdiğim şeylerden biri Joan’un o bölüm ne giydiğini görmek. Karakterinizin giydiklerine katkınız var mı? Kostüm sorumlusuyla birlikte mi çalışıyorsunuz? Gerçek hayattaki giyiminiz hangi açılardan farklı Joan’dan?

A, şahane bir soru. Diziye başlarken özellikle üstünde durulan noktalardan biri Watson’ı jilet gibi bir karakter yapmaktı. Hep takımlar giyen, çok ciddi ve ukala bir karakter. Bu da bir fikir elbete ama ben biraz bundan sapmak istedim. Watson’ı hafiften gevşek bir karakter yapmak istedim. O beyaz ceketi epey çok giyiyor evet, ama bazen öyle jilet gibi ütülenmiş oluyor ki ceket, özellikle buruşturuyoruz çekimden önce. Biraz salaş görünmesini istiyoruz Watson’ın. Ama tabii kendini giydiklerinin içinde rahat hissetmesi çok önemli. Bazen giydiği şey harika oluyor, ona çok yakışıyor filan ama sanki tekrar Ally McBeal dizisindeymişim gibi hissediyorum kendimi. Bu çok sık olmasın diye, üste oturan, hatları gösteren giysileri pek kullanmıyoruz. Zaten her şeyinin mükemmel bir uyum içinde olmasını, şahane görünmesini de istemiyoruz. Ben Watson’ın giydiklerini beğeniyorum, bazen aynısından gidip satın da alıyorum. Ama dürüst olmam gerekirse, günde 14 saatten sekiz gün boyunca sırtından çıkmayan bir giysiyi bir daha pek görmek istemiyor insan. Watson’da dikkat ettiğimiz en önemli şey, sürekli pantolon giymemesi, bol bol elbise, etek giymesi.  Feminen yanı kaybolsun istemiyoruz.

Sherlock ve Watson ikilisinin ezelden beri sevenleri vardır. Watson’ı kadın bir karakter olarak oynamak riskli değil miydi?

Riskliydi evet ama hayatta risk almasam şu an belki bir sekreter olarak çalışıyor ya da Soho’da tezgahta tişört satıyor olurdum. Hayatım büyük bir risk zaten. Risk almasam Ally McBeal’de olmazdım.. Üç beyaz Amerikalı kadının meşhur ettiği Charlie’nin Melekleri’nde olmazdım. Watson’ın cinsiyetini, ırkını değiştirmek büyük adım evet, ama ileriye doğru adım atmak için değişiklikler yapmalıyız. Bu bazen tutar, bazen tutmaz. Dizi başarılı olmayabilirdi ama başarısızlık nedeni Watson’ın kadın olması da olmayabilirdi. Hikayeyle, karakterlerle ilişki kuramayabilirdi izleyici. Çok abartmadan şunu söyleyeyim ki, insanlar risk almasa ben bugün hala çekçekle insan taşıyan biri olabilirdim.

Karakteriniz üçüncü sezona nasıl taşındı? Bir ilişkisi olacağına göre, özel hayatını da daha çok izleyecek miyiz?

Harika soru. İkinci sezonda Sherlock’la ilişkisinde iyice rahatlamıştı. Sonunda bir gönül ilişkisi olunca da Sherlock’dan biraz uzaklaşmak, kendine daha fazla alan açmak istedi. Sevgilisi de maalesef Sherlock’un kardeşi olduğu için, ortam gerildi. Sherlock’la ilişkisinden esas olarak rahatsız değil ama birinin sürekli her şeyini eleştirmesini istemiyor, bu nedenle de ikinci sezon sonunda Sherlock’a kendi yerine taşınacağını söylemişti. Ortaklığı sona erdirmek değildi niyeti ama Sherlock çok bozulup kendine tamamen farklı bir yol çizdi. Ona gideceğini bile söylemeden sekiz aylığına Londra’ya gitti, “Gidiyorum, ortaklığımızı bitiriyorum, artık beraber çalışmayacağız,” diye bir not bırakarak. Sex and the City’deki gibi sevgilisinden post-it mesajıyla ayrılıyor sanki. Bu da insanı tabii ki incitir. Üçüncü sezonda üçü biraraya geldiklerinde de epey gergin bir ortam oluştu. Komik ve ilginç bir durum bence.

Yeni gözde Kitty, annesi Watson ve babası Sherlock Holmes’la.

Sherlock ve Holmes ayrılığını konuştuk ama işin içinde Kitty de var? Üçüncü sezonun temel ekseni bu mu olacak? Yeni gözde, yeni sevgili ve ayrılık yani?

Evet Kitty Sherlock’un yeni gözdesi, bu da Watson’a bir tür hakaret gibi esasında. Çünkü Watson’a “Başka biriyle çalışıyorum,“ demiyor. “Yeri kolay dolacak bir insansın, yerine yenisini buldum,” diyor. “Ben hayatta ustalık yapması, öğretmesi gereken bir insanım, senin yerini alacak birini buldum,“ diyor. Birisiyle ayrılmak zaten acı verir, üstüne, “Şimdi hayatımda bu yeni kız var, şahane,” dersen bu ilişkiyi zedeler. Ama sezonun ilk yarısında Kitty var, evet, ilişkinin dinamiğini nasıl değiştirdiğini izleyeceksiniz. Hatta bir noktada Sherlock Watson’la ikisini Kitty’nin anne babası gibi görmeye başlıyor.

Siz televizyonda ne izliyorsunuz? Elementary’nin ömrü uzun olsun ama ileride kendi dizinizi yaparsanız nasıl bir şey olur?

Önce ilk soru. Ben dizileri bölüm bölüm değil, bütün bölümleri birden izliyorum. Çünkü kısıtlı zamanım var, kendi dizimi bile yayınlandığı sırada izleyemiyorum. Son zamanlarda neler izledim? Penny Dreadful’un bütün sezonunu izledim ve bayıldım. İşe, çekime gidip gelirken otobüslerin üstünde reklamlarını gördüm, ne hakkında olduğunu bile bilmiyordum. Herhalde bir vampir dizisi daha dedim ama harikulade çıktı. İlginç, iyi çekilmiş, iyi yazılmış, çok katmanlı, şahane karakterleri var, Frankenstein var ya. True Detective’i çok sevdim. O da mükemmeldi, oyuncular fenomen zaten de çekimleri ve o dünyayı bize getirme biçimleri şahaneydi. Çok etkilendim ve o dünyanın içine çekildiğimi hissettim. Komedi dizilerini çok seviyorum, Big Bang Theory’nin büyük hayranıyım, keşke bir bölümüne konuk olsam. Böyle yarım saatlik komedileri izleyerek büyüdüm ben. Three’s Company, Get Smart gibi..

Kendi dizimi yapacak olsam, çok karanlık bir dizi yapmak isterim. İlgimi çok çekiyor o tür. Artık televizyonla sinemanın bir tür içiçe geçmişliği insana çok karanlık bir konuyu alıp televizyon dizisi yapma şansı da tanıyor. Üzerinde çalıştığım bir kaç proje var şu an, senaryolar tamamlandıktan sonra açığa çıkacaklar, belki sinema yerine kablolu televizyona dizi de olabilir.

1 2 3 4 5 6 7 8
YORUMLAR



DİĞER RÖPORTAJLAR