Bazıları için hayat çok zordur. Kendilerini kurban olarak görürler, hep “ama bana neler oldu sen biliyor musun?” diye yaklaşırlar olaylara. Kimseye güvenmezler. Dünya, onlar için tehlikelerle doludur. Hayatlarına çeki düzen verebilmek için oradan oraya savrulurlar. Planları yürümediği zaman da paramparça olurlar. Gelecek, korku ve üzüntülerle doludur. Dertlerini bir onur nişanı gibi göğüslerinde taşırlar. Hele bir de yamuk ebeveynler tarafından yetiştirilmişlerse işleri daha da zordur; mutluluk onlar için başarı ve sevgiyle eşdeğer hale gelir. Öyle ki neşe, onlara göre hayal kırıklıklarına giden yollarında bir tuzaktır. Bilinmeyen onları hep korkutur. Geçmişe ve geleceğe fazla takılı kalırlar.
True Detective’in yaratıcısı Nic Pizzolatto’nun dünya meselelerine bakışı aşağı yukarı böyle. Belli ki kurduğu dünyada yaşamak bir işkence, tek huzur bulunan anlar ise acı çeken neferlerin, bir araya geldiği küçük anlar.
True Detective ikinci sezonu, hayatın silindir gibi üzerinden geçtiği dört insanın hikayesini anlatıyor. Bu kişiler, terkedilmiş, umursanmamış ya da kötü davranışlara maruz kalmışlar. Arızalı, yalnız ve zaman zaman da acımasız kişiler. Adaleti sağlamak amacıyla bir araya getirilmişler ama adalet her biri için farklı anlamlar ifade ediyor.