Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Yeşilçam günlerine dönmeye hazır olun!

Cem Yılmaz’ın 5 Ocak’ta vizyona girecek yeni filmi Arif V 216’nın setindeydim... G.O.R.A. filminin iki efsane karakteri ‘Dünyalı Arif’ ve ‘Robot 216’yı tekrar buluşturan Cem Yılmaz, sanıldığı gibi bir uzay filmi çekmiyor; bize Yeşilçam yıllarını tekrar yaşatmaya hazırlanıyor. Hem de Sadri Alışık’lı, Ayhan Işık’lı, Zeki Müren’li bir kadroyla. Filmin bir de sorusu var: İyi insanlar sadece filmlerde mi olur?

Şirin Sever, Cem Yılmaz'la.

Cem Yılmaz, yeni filmi Arif V 216’nın çekimlerine başlamadan önce, bir tiyatro salonunda oyuncularla yaptığı okuma provasına, yakın dostlarını ve bir grup gazeteciyi de davet ederek Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmişti. Tam da Cem Yılmaz’ın yapacağı türden bir başlangıçtı, izleyen herkesin kafasında filme dair ufak da olsa bir şeyler şekillenmişti…

Cem Yılmaz bu kez de çekimlerin bitmesine bir hafta kala, filmin Beykoz kundura fabrikasındaki setine beş gazeteden beş gazeteci çağırdı. Amaç filmin derdini anlatmak, setin havasını koklatmak ve sohbet etmekti.

Filmin en önemli sahnelerinden bir demet izlemek ise hiç hesapta yoktu, resmen sürpriz oldu bize. Muazzam sahneler izledik, bunu da not düşmem lazım.

Ayrıca… Filmin önemli sahnelerinden birine, Sadri Alışık ve Ayhan Işık’ın filmin kahramanı ‘Arif’le karşılaştığı anların çekimine de denk geldik. Tam kaymaklı ekmek kadayıfı oldu!

Üstelik evlerine misafir olmuşuz gibi bir ihtimam, tüm meraklarımızı giderme, sorulara nezaketle cevap verme çabası. Şahane bir ev sahipliğiydi gerçekten.

Şimdi baştan başlıyorum…

Ozan’ın beyaz kafası, Cem’in Fi sataşmaları

Akşam saat 9 civarı buluşuyoruz Cem Yılmaz ve Ozan Güven’le. Yorgunlar belli, ne de olsa 13 haftadır setteler.

Cem gömleğinin içinde file atleti olan çekim kıyafetleri ile karşılıyor bizi. Ozan ise bütün oyunculara yapılmış, adının yazıldığı özel bornozu, terlikleri ve beyaz kafasıyla karşımızda!

Bir çadırın altında çay ve kahveler eşliğinde başlıyor sohbet.

Cem diyor ki “Daha önceden organize edecektik bu buluşmayı ama epey yoğunduk. Yorulduk da tabii…”

Ozan araya giriyor “Yaşlandık tabii…”

Cem durur mu! “Bir de sen Fi’de geçen sezon çok çalıştığın için,” diyor bir el hareketi yaparak. Dakika bir gol bir kahkahalar patlıyor.

Cem devam ediyor: “Hayır Fi bitti, Ozan dört gün sonra bizim sete başladı. O nedenle umduğunu bulamadı bu sette!”

Ozan bu esprilere gayet alışık, yüzünde fırlama bir gülümseme dinliyor sadece. Fi esprileri uzayarak sürüyor.

Filmin kadın başrolü Seda Bakan katılıyor aramıza.

Cem onun için şu sözleri sarfediyor: “Komedi oynayan güzel kız çok yoktur ama Seda kendini ezdirmeden çalışan, çok komik bir kız. Onu kıskanıyorum vallahi….”

O arada Ozan’a soruyorum: “Ne sürüyorlar kafana?” diye. Anlatıyor: “Beyaz kapatıcı. 12 saat kalıyor kafamda, günde üç kez de yenileniyor. Ve çok kaşındırıyor. N’apalım ekmek parası…” diyor gülerek.

Sonra Cem’i çekime çağırdıklarında “Otur şurda yaa, ne güzel muhabbet ediyoruz,” diyerek takılıyor.

Cem de pası alıyor, “Bu işler böyle işte. Tam çayın gelir çağırırlar,” diyor gülerek.

İşte gece bire kadar süren sohbetimiz kah çekim aralarıyla bölünüyor, kah ‘çekim var’ diye fısıldaşarak.

DNA’mıza işlemiş karakterler bunlar…

Filmin hikayesine gelirsek…

‘216’ insan olmak için dünyaya geliyor ve dünyayla ilgili bilgileri Türk filmlerinden biriktirmiş. Ediz Hun diyor, Filiz Akın diyor, Zeki Müren diyor, “Bunları bana yaşatır mısın Arif?” diyor.

‘Arif’ ve ‘216’ o yıllara yani 60 ve 70’lere ışınlanıyorlar. Anlayacağınız Cem Yılmaz daha önceki filmlerinde yaptığı gibi, Yeşilçam sinemasına ve baş kahramanlarına saygısını, sevgisini bu filmde de ortaya seriyor ve hepimizin o yıllara dair hafızasını tazelemeye soyunuyor.

Bunu da o filmlerden kostüm ya da mekan seçerek değil; o günlerin ruhunu anlatarak yapıyor. “Ajda Pekkan, Ediz Hun, Sadri Alışık ya da Ayhan Işık… Bizi biz yapan isimler bunlar; DNA’mızda varlar,” diyor.

Ve ekliyor:

“Bizdeki saçmalık şurada… 90’ların sonu, 2000’lerin başı arasında film üretenlerin, o Altın Çağ’la bağı çok az, birbirinden uzaklaşmışlar. 60’larda 70’lerde çalışanlar kontağı kapatmış, bir daha da film çekmemiş.

Zafer Algöz mesela… Kemal Sunal’la oynayabilmiş. Ozan Güven, Şener Şen’le çalışmış. Böyle birkaç şanslı insan var. Birbirine değmiş bu insanlar fark yaratıyorlar aslında…”

Tam bu sırada peruğu ve komik ötesi haliyle abi Can Yılmaz katılıyor aramıza. Ben “Konsantrasyonum bozuldu,” diye kahkahayı patlatınca herkes kopuyor.

Adam gerçekten komik!

Cem de “Abimin bu halini atın içine giren Leonardo di Caprio’ya benzetiyorum. Öyle bir fedakarlık onunki,” deyince uzun süre toparlanamıyoruz.

Cem Yılmaz 60’ların, 70’lerin İstanbul’unu çekmenin ne kadar zor olduğu konusuna geliyor sonra…

“Mesela Prag’a gitsen, hemen 17. yüzyıldan bir sahne çekebilirsin ama İstanbul’da öyle bir yer yok. Hakikaten çok çalıştık, orayı sil burayı sil, çok zordu. Ama İstanbul’daki bütün eski arabalar burada. Bütün vintage kıyafetler bizde!” Sonra ekliyor: “Neyse imkansızlıkları konuştuk şimdi imkanlarımızdan bahsedelim. Biraz havyar?” diyerek güldürüyor. Bedava stand up izliyoruz, şanslıyız.

 

“Robotu Can Manay mı oynuyormuş!”

Cem Yılmaz’a soruyoruz; bu hikaye nasıl çıktı?

“Bu iki karakterin başına ne geleceğini, aslında 10 yıldır falan Ozan’la konuşuyoruz. Hatta beş-altı sene önce bunların animasyon filmini mi yapsak diye düşündük. Sonra bir arkadaşlık hikayesinden yola çıkmaya karar verdik.

Yani zannediyorlar ki bilim kurguya özel bir merakım var, yok aslında. Uzaylılar kaçırsa, Arif gibi davranmam yani!

Sadece 216, G.O.R.A.’dan geldi, durum bundan ibaret.

Aslında özlem duyulan şeylerle ilgili bir konu var filmde.

Kimin özlem duyduğu konular? Yazarın, yönetmenin, senaryoyu okuyup ‘ben bu işte yer almak istiyorum’ diyen insanların…”

Yönetmen Kıvanç Baruönü araya giriyor:

“Bu iki karakterin devam filmi gibi gözükebilir ama değil. Sıfırdan başlayan bir hikaye. G.O.R.A.’yı izlemeyenler hiçbir şey kaçırmayacak yani...”

Cem devam ediyor: “G.O.R.A.’yı izlemeyen bulamayız ama genç bir kız şöyle diyebilir mesela: (sesini incelterek) Robotu Can Manay mı oynuyomuuuş? Aaa yazık oldu karizmasınaaaa!” Tabii ki kahkahalar!

Peki bunca ismin bu filmde yer alması, Cem Yılmaz’ın Yeşilçam aşkı yüzünden mi?

“Siz niyetinizi söylüyorsunuz, niyetiniz karşılık bulursa oluyor. Benim derdim eski Türk filmlerindeki değerleri yüceltmek de değil; sinema sayesinde zamanda yolculuk yapabilmek! 60’ların İstanbul’unu nerede göreceksin bir daha? Ancak benim gibi bir senaryo uyduracaksın.

Bizim sorumuz şu: ‘İyi insanlar yalnızca filmlerde mi olur?’ Cevabıyla da ilgilenmiyorum aslına bakarsanız... Sadece bununla ilgili bir his yaratmaya, bunun düşünülmesini sağlamaya çalışıyorum. Yoksa yapay bir nostalji yaratmak değil derdimiz.”

Zeki Müren kostümlü Cem Yılmaz!

Sohbetin en hararetli yerinde Cem Yılmaz’dan “Vaaayyy!” diye bir ses çıkıyor. Arkamıza dönünce Sadri Alışık rolündeki Mert Fırat’ı ve Ayhan Işık rolündeki Şükrü Özyıldız’ı görüyoruz. ‘Maşallah’lar, hayret nidaları ve övgüler çıkıyor bütün ağızlardan. İncecik bıyıkları, saçları, kıyafetleri ile müthişler, “Ancak bu kadar olurdu,” dedirtiyorlar.

Ama fotoğraf yasak!

Cem hemen “Mertcim şimdi sizin 60’lardaki değerlerinizden bahsediyorduk,” diyor gülerek ve ekliyor:

“Filmdeki isimleri biraz bağ kurduğumuz, ilgi duyduğumuz, bize öyküsel olarak malzeme verecek isimlerden seçtik. Hepsi bizim için birer hediyedir.

Bu iki isme gelince… Bir torbaya elimizi sokup bu iki kişiyi çıkarmadık elbette. Eğer bir film arkadaşlığı anlatıyorsa, Ayhan Işık ve Sadri Alışık’tan kaçamazsın. Sinemanın en köklü arkadaşlığıdır onlarınki. Filmde bir de repliğimiz var: En değerli antikalar eski dostlardır...”

Bir monitörün başına toplanıp filmin önemli sahnelerini izlerken de aynı şey oluyor, kahkahalar havada uçuşuyor: Cem Yılmaz’ın günümüzden 60’lara gidip söylediği şarkılar, giydiği kostümler gerçekten bombastik! Hele Zeki Müren kostümleri içinde Tarkan’dan Şımarık’ı söylemesi, büyük olay olacak benden söylemesi.

Tom Cruise olamadık valla!

Filmini bir yönetmene teslim etmesini soruyorum, Cem Yılmaz şunu söylüyor: “Hem oynamak hem yönetmek çok teferruatlı iş. İşin kritiğini yapacak zamanın olmuyor. Rol yapacaksın ama başka bir şeyle de ilgilenmek zorundasın.  Kıvanç’la da G.O.R.A.’da çalışmıştık, o yönetsin istedik...”

Ya kurguda sevdiğin şeyi atmaya kalkarsa?

“Bizde öyle bir ilişki modeli yok. Herkes birbirine sorar, kıran kırana tartışır. O yüzden o işler montaja kalmaz.”

Cem Yılmaz’ın kıyafetlerinin birebir aynısını giymiş biri takılıyor gözüme; hemen soruyorum: “Cem, dublörün de olduğuna göre çok mu aksiyon sahnen var?”

“Sadece o işe değil, aksiyonla ilgili her işe bakıyor o arkadaş. Pek antrenmanlı olmadığım için çok basit şeyler de zorluyor artık bizi. Uçağın içinde bir dövüş sahnem vardı, gerçekten zorlandım mesela...”

Dublör kullanmadığı için çatıdan çatıya atlarken sakatlanan Tom Cruise’u hatırlatıyorum, “Valla bir Tom Cruise olamadık, kendini paralamış adam,” diyor.

 

                                                                                                                                     

                                                                                          YAZI İKİNCİ SAYFADA DEVAM EDİYOR

 

1 2
Şirin Sever
01/09/2017 18:35
YORUMLAR




DİĞER HABERLER