Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Yatırımcısını yolda bırakan dünya: Zalim İstanbul ve izleyicisi

Akıl almaz bir dönemden geçiyoruz. Benim gibi neo-liberalizm karşıtları için 1950’den sonra adım adım inşa edilen sermaye merkezli işleyişin çökmesini izlemek keyifli ama bedelini binlerce masum insan ödediği için de bir o kadar travmatik bir süreç oluyor. Post-korona dünyası insan ilişkilerinin, ticaretin ve devlet kurumlarının yeniden ele alınacağı, yeni ideolojilerin yeşereceği bir sayfa açıyor bize. İnsanın yatırım yaptığı alanları yeniden sorgulamasına sebep olacak yaşadıklarımız. Şimdiden yazılacak onlarca sosyal, psikolojik ve ekonomik araştırma için heyecanlıyım. 

Bunlar olurken televizyon kendine ne gibi dersler çıkaracak diye sormak gerekecek. Post modern dünyanın “sosyal sorumluluk kılıfına sokup pazarladığı en iyi iletişim araçlarından biri televizyonun”*, tek hedefi “tüketici kitlelerine ulaşmak ve izleyiciyi mümkün olduğunca ekran başında tutmaktır”*. Bir önceki yazımda da ele aldığım gibi televizyona ulvi amaçlar yüklemek anlamsızdır. Korona sonrası dünyada televizyonun bu nihai hedeflerinin değişeceğini düşünmüyorum, böyle bir beklentim de yok ama artık bir bölüm içinde başlayıp biten hikayelere geçeceğimizi ön görebiliyorum. Yarını bilinmeyen bir dünyada izleyici için takibi daha kolay bu diziler kendine alan bulacaktır. Nihayetinde ticari bir mecra olan televizyonun yatırımcısı olan izleyicinin de, diğer tüm ticari faaliyetlerde olduğu gibi kendini korumaya alacağını ve öncelikle vaktini ve parasını bağladığı işte daha fazla güven arayacağını kimse unutmamalı. Güven ise pilot bölümde vaat edilen hikayenin alt metinde de olsa sürekliliğini zorunlu kılar. 

Pilot bölüm adı üstünde pilottur, yani yön gösterir, dizinin gideceği yeri işaret eder. Yayınlanan bölümlerin en önemlisidir. Orada izleyici bir hikaye satın alır, işaret edilen hikayeye yatırım yapar ve beklemeye başlar. Yapımcı da o sürede para kazanır. Zalim İstanbul ilk bölümünde ruh hastası bir adamla, hemşire genç bir kadının yolculuğunu pazarlamıştı. Tam otuz altı bölümdür pes etmeyen bu yatırımcı-izleyiciler üzerinden para kazanıldı. Aynı izleyiciler son dört bölümde yarınlar hep varmışcasına hareket eden senaristlerin elinde, satın aldıkları hikayeye dair en ufak çıkış noktası ve dayanak bırakmayan, umut vermeyen, acımasızlık ve kötülükle yazılmış, çekilmiş ve oynanmış bölümlere maruz kaldı. Ve eğer bir önceki bölüm yani 35. bölüm itibariyle ara vermeleri gerekseydi, bu izleyicinin dönme ihtimali yoktu. Yüreğini ortaya koyan birkaç oyuncunun yüzü suyu hürmetine, 36. bölümün son sahnesi ile bu zorunlu araya gitmek durumunda kaldılar ki, olur da dönebilirlerse, ellerinde geri çağırabilecekleri bir izleyici kitleleri kaldı.

36. bölümün son sahnesi, yani Agah ve Ceren yüzleşmesi işte bu yatırımcı izleyicinin aylardır beklediği bir yüzleşmeydi. Bu ülkenin en hassas olduğu konu anneliktir. Son dört bölümde Ceren üzerine giydirilmeye çalışan annelik kılıfı, canım ülkemin güzel izleyicileri üzerinde belli bir etki elbette yaratmıştır, bunu video paylaşım sitesinin altındaki yorumlardan görebiliyoruz. Elbette ki anne olmak Ceren için harika bir sınav olabilirdi, değişebilirdi, hırslarından vazgeçebilirdi. Böyle bir şansı vardı bu karakterin ama kullanmadı. Şimdi sadece bir anne diye tüm hatalarının göz ardı edilmesi mümkün değil. Herkes kadar, o da yaptığı tüm hain planların, kötülüklerin bedelini ödeyecek. Bundan daha doğal bir şey yok. 

Aynı paylaşım sitesinde, Cenk’in, Ceren’e şans vermesi ve sahip çıkması gerektiği gibi yorumlar da gördüm. Cenk tabii ki oğluna maddi ve manevi destek sağlayacak, yanında olacak; zaten bunu açıkça dile getirdi ama neden Ceren’e sahip çıkması gerekiyor orasını anlamakta güçlük çekiyorum sevgili okur. Ceren ve Cenk iki bekar insandı, Ceren planlar yaparak, gün hesaplayarak bilerek ve isteyerek Cenk’le birlikte oldu, hamile kaldı. Cenk o dönem Cemre’ye karşı hiçbir şey hissetmiyordu, hayatı günlük ilişkilerle sürüp gidiyordu, Ceren’in o ilişkilerden bir farkı yoktu, bir şey vadetmedi, bu konuda da asla yalan söylemedi, kimseyi de kandırmadı. Zor da olsa durumu kabul ettiğinde de Ceren’i alıp gidiyordu. Ceren ise bebeği üzerinden para kazanma derdindeydi. Siz bu bölümleri izlemediniz mi? DNA testi değiştirilmeseydi zaten ortaya çıkacaktı her şey. Bebeğin zehirlenmesi dahil Nedim’in yarattığı bu küçük çaplı felaketi görmek mi istemiyorsunuz, işinize mi gelmiyor?

Cenk’in tek eksiği bebeğin babası olduğunu öğrenmesine rağmen bunu Cemre’den saklayıp üstüne evlenme teklif etmesiydi. Neyse ki yine sonunda gerçeği kimseye bırakmadan kendisi itiraf etti. Cemre tüm yaptıklarına rağmen neden Cenk’i affedebilecek gibi oluyor kendinize soruyor musunuz bilmem ama onun cevabını da bir önceki yazımda vermiştim. Cenk bu hikaye içinde kendine ve çevresine dürüst olabilen tek karakter. Tüm hatalarını kendisi ve bizzat muhatabına itiraf etti. O yazıda dürüstlük daima kazanır demiştim. Arkasındayım. Bu dizi bir sosyal sorumluluk taşıyorsa, o da budur. Günahınız ne olursa olsun, ne kadar affedilmez gibi görünürse görünsün, daima dürüst olun, yüzleşin; önce kendinizle sonra sebep olduklarınızla. Hatanızı düzeltmek için çabalayın, elbet bir gün, bir yerde değeri anlaşılır. 

Cenk çok hata yaptı, sevilmesi mümkün olmayan da bir adamdı, ama zaten yatırımcı izleyici bu adamın bir şekilde değişeceğini ve içindeki vicdan yüklerinden kurtulabileceğini, bunu yaparken de hikayenin merkezindeki kadın karaktere aşık olabileceğini görmüştü. Cemre, fiziksel olarak engelli bir adama yardım ederken, ruhu hasta olan adamı da kurtaracak ve ona aşık olacaktı. Hikaye tam olarak buydu zaten. 

Gelelim, Cemre ve Ceren’in kardeş olmasından doğan eleştirilere. Nedim ve Cenk kardeş çıkarken, Cemre ve Ceren’in kardeşlik bağının kopacağını görmüyorsanız gerçekten siz daha pilot bölümden itibaren diziyi anlamamışsınız demektir. Özetle, Cenk’in bir kardeşten çocuğu olup, diğerine aşık olduğu gerçeği öyle ya da böyle boşa çıkacak. Buralara kurmayın eleştirilerinizi, diğer her konuda olduğu gibi hayal kırıklığı yaşarsınız. Şimdi size Yağız ve Sinan Egemen için yazdığım yazıdan bir alıntı yapayım, malum aynı senarist olduğu için benzer bir durum yaşanması da olası: 

“Bence en azından reşit olana kadar aynı kaderi paylaşmak zorunda olan kardeşlerin ilişkilerinin ne kadarının doğal ne kadarının kurgulanmış olduğunu hayatlarının geri kalanında karşılarına çıkan olaylara birlikte verecekleri tepkiler belirliyor. Kardeşliklerini gün geliyor test etmek zorunda kalıyorlar. Haliyle kardeşlik, basitçe sosyal yaşamı ve aileyi düzenleyen otoritenin ısmarladığı bir ilişki deyip geçilmeyecek kadar önemli ama tartışmaya açılamayacak kadar kutsal diyemeyeceğiz zor bir birliktelik.” 

Şimdi sorarım size; Cemre ve Ceren hiç kardeş oldu mu, Cemre ve Ceren’in kardeşlik bağları hangi testleri başarıyla atlattı, aile yapısını düzenleyen sosyal otoritenin ısmarladığı sıradan bir ilişki olmadıklarını ispat ettiler mi? Hayır. 

Kardeşlik mevzusu da çözüldükten sonra Cenk ve Cemre’ye itiraz etmek için başka bir sebep kalmayacak. Bebek mevzusu ise zaten mevzu bile değildi. Cemre, bebeği Nedim’in sanırken ne kadar rahatsa, ilk tepkisine rağmen, Cenk’in bebeği olduğunu öğrendikten sonra da o kadar rahat çünkü tam da yüzleşmede söylediği gibi Ceren’in ne olduğunu da hırslarını da gayet iyi biliyor. Şimdi Agah beyin önüne koyduğu kanıtlarla şüphesi de kalmayacak. 

Agah Beyin beni gerçekten şaşırttığını da eklemek isterim. Olayı öğrendiğinde Cenk’e, Ceren ile evlenmesi için baskı yapacağını düşünüyordum. Agah Bey’in baba olarak kat ettiği yol belki de bu dizinin en etkileyici yan hikayelerinden biri. Ozan Dolunay ve Fikret Kuşkan’ın karşılıklı oyunculuk gücü, baba-oğul ilişkisini izlemeyi çok daha keyifli hale getiriyor. Cenk’in babasına da dürüst davranması, her şeyi göze alarak ona da tüm gerçeği anlatması kendi dönüşümü açısından gelebileceği en son noktaydı. Agah Bey de ondaki bu gelişmeye, olgunlaşmaya kayıtsız kalamadı. Bu sefer bağırmak çağırmak yerine dinledi. Oğlunu korumasına şaşıranlar olmuş, ben de Ceren’in bebeğini satmaya çalıştığını unutanlara, bebeğine tekrar kavuştuktan sonra hala köşk hesabı yapıyor olmasındaki ahlaksızlığı anlamayanlara şaşırıyorum. 

Ceren ve Agah Bey’in yüzleşmesindeki bir replik üzerinden sahte feministlik taslayanlar var yine. Aynı tepkiyi Ceren’in abisi Civan’a gösterdiniz mi? İki adam da temelde aynı şeyi ima etti ama Agah’ın söylemesi Cenk ve Ceren’in zoraki evlilik ihtimalini tamamen ortadan kaldırırken, başka bir çok ihtimalin önünü açıyor, asıl kızılan bu. Tekrar söylüyorum dürüstlük her şeydir. Önce kendinize dürüst olun.

Cemre’nin kendine dürüst olacağı günleri merakla bekliyorum. Bir önceki yazım Cemre’nin iki adam arasındaki kararsızlığının bir an önce son bulması üzerineydi. Eninde sonunda Cenk’i seçeceğini gördüğüm için elbette ki onu işaret ettim. Gelen eleştirileri tek tek okudum. Nedim’i sevdiğini söylediği halde feminist bir dil üzerinden manipülasyon yaptığım iddialarına üzüldüm. Haksız eleştiri bunlar. Öncelikle şunun anlaşılması gerektiğini düşünüyorum televizyon ve ya sinema dili replik değildir. Kameradır. Şöyle açıklayayım; bir kadın bir adamın elini tutarken, kamera, başka bir adama tutkuyla baktığını gösterir ve siz anlarsınız ki tam orada bir hikaye başlayacak. Kamera neyi gösteriyorsa hikaye oradadır. O yüzden yönetmenler çok önemlidir. Nedim ayağa kalktıktan sonra Cemre ve Nedim arasında bu tür kamera anlatımları yaptılar, bir itirazım yok, bunlar sezon sonuna kadar sürmesi planlanan bir iş için olabilecek yan hikayeler ama Cenk’in intihar girişiminden sonra yani Cemre’nin, Cenk’i kaybetme korkusunu yaşadığı o kırılma anından sonra işinin ehli yönetmenler, Cemre ve Nedim arasında mümkün olduğunca bu anlatımı kullanmadı. Aksine, ayrılsalar da hastane koridorunda birbirinin omuzunda uyuyan Cemre ve Cenk’i, uyanırken de eski alışkanlıkları ile birbirine uzanan elleri kadraja aldılar. O sahne için reji aldılarsa yönetmen Şenol Sönmez’e, oyuncuların kendi tercihleri ise Sera Kutlubey ve Ozan Dolunay’a tebrikler. Bu kadar doğal çok az şey izlemişimdir herhalde. Bu yönetmenlik tercihinin, 33. bölümde, yani malum şarkı söyleme sahnesinde, bir kırılma anı yaşadığını haliyle Nedim ve Cemre’nin hikayenin merkezine oturduğunu iddia edenler çıkacaktır.  

Nedim ve Cemre severler o sahneden milyonlarca anlam çıkardılar ama o sahnenin yarısında kamera Cenk’in üstündeydi. Onun heyecanını izledik, onun hayal kırıklığını yaşadık. Bunun tersi sahnede, yani evlenme teklifi yaparken Cemre ve Cenk’i izleyen Nedim’in üzerinde duran kamera süresine bakalım. Kıyaslanmıyor değil mi? Buradan da mı anlamıyorsunuz sevgili okur. Cemre ve Cenk’in hikayesine pilot bölümden beri bağlanmış bunca insan şizofren değil sadece “gösteri sanatının” diline inanan izleyici, Cemre’nin kendine dürüst olacağı o günü bekleyen sabırlı yatırımcı. 

Aynı yazıda Nedim’in DNA testini değiştirmesi, Cemre için Cenk’in hatalarından daha büyük bir etki yaratacak da demiştim. Onu da ısrarla görmezden geldi bir takım izleyiciler. Neden şaşırdınız. Nedim, Cemre ve Cenk’in evliliğinin sahte olduğunu öğrenmesine rağmen gerçeği söylemedi. Oyuna devam etti. Cenk her şeyi açıklamasa, söylemeye de niyeti yoktu. Kapıdan dönüp gitmeye kalktı ve üstüne bir de yalan söyledi. Nedim’in Cemre’den intikam almak için DNA testini değiştirdiğini söylediği bölümü de mi unuttunuz. Kamera kaydeder; ama sizin kafanızda yazdığınız hikayeyi değil, halihazırdaki senaryoyu. Açıp izleyin rica edeceğim. Cenk’in hataları Cemre’den önce, Nedim’in hataları Cemre’den sonra; bu büyük bir farktır, anlayana. 

Dizi ne zaman döner bilemiyorum. Önemli olan toplumsal dayanışma ile bugünleri en hasarsız biçimde atlatmak. O nedenle kavga etmeye ara vermenizi umuyorum. Gözümüzün önünde yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bundan sonra bildiğimiz hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ben aynı zamanda bir tarihçi olarak hep tarihe tanıklık etmek istediğim bir yüzyılda yaşamak istemiştim. Bu dileğim yerine geldi. Bol bol düşünüyorum, özellikle mesleğim mimarlığa etkilerinin neler olabileceğini, kentlerin sonunun gelip gelmediğini anlamaya çalışıyorum. Belki dizilerin de sonu geldi, aşı bulunana kadar. 

Umarım ilginç zamanlarda yaşamaya devam edersiniz,

Sevgilerimle,

 

 

URBAN FRINGE

 

*Aytekin, Mesut. Postmodern Bir Kitle İletişim Aracı Olarak Televizyon https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/394270




 

YORUMLAR




DİĞER HABERLER