Hastanedeyim. Ama hasta, doktor ya da refakatçi değilim. Zaten burası da artık hastane değil. Taksim’in kalbindeki, bir zamanların meşhur Alman Hastanesi, pazartesi gecesi izleyeceğiniz hastane sahneleri için Paramparça’nın seti olmuş durumda. Ben de o sette bir çekim izlemek üzere buradayım işte. Girişteki bankoda çalışan görevlilere çekim nerede diye sormak geçiyor içimden ama sormadan yürüyüp geçiyorum. Allahtan! Çünkü o girişteki görevliler, etrafta dolaşan hastabakıcılar, doktor hanımlar, beyler filan hep figüranmış. Ortama alıştıktan sonra farkına varıyorum.
Epey geniş bir mekan olduğu için sanki hiç çalışma yokmuş gibi duruyor ama o sırada Cihan’ın (Erkan Petekkaya) hastaneye geliş sahneleri çekiliyor kapı önünde.. Cihan bir kaç kez endişeyle arabadan iniyor..
Sırada iç sahneler var. Hazal’la ilgili haberi alanın hastaneye koştuğu, heyecanlı giriş sahneleri için ışıklar içeriye kuruluyor. Aman kimsenin işine engel olmayayım diye endişelenirken “kafana göre takıl ablacım” anlamındaki el hareketiyle bir set görevlisi içimi rahatlatıyor doğrusu..
Çekimler başlıyor, Erkan Petekkaya, Ebru Özkan, Nurgül Yeşilçay, Cemal Hünal, Güneş Emir’in çekimleri yapılıyor. Set görevlileri her sahneden önce “Hastabakıcılar, hemşireler, doktorlar,” anonslarında bulunuyor, herkesin nerede ne yapacağının hızlıca üstünden geçiliyor. Dışarıyla telsizle konuşuluyor, anonslar yapılıyor, “Sahne 88!” “Oyuuuuuun!” Erkan Petekkaya koşarak dalıyor içeri… Sonra bir daha, bir daha..
Dilara yüksek topuklu ayakkabılarıyla koşar adım giriyor hastane lobisine.. Acaip bir karmaşa var gibi ama bir yandan da çekim tıkır tıkır işliyor.
Ebru Özkan, topuk sesleriyle çınlatarak girdiği lobiden, sahnesini bitirmiş olmanın rahatlığıyla, ponponlu, süet, zarif dümdüz terlikleriyle sessizce çıkıp gidiyor. Sahnesi biten oyuncu, karavanında alıyor soluğu.
Birazdan benimle ve Star’ın En Güzel Bölüm ekibiyle kısa sohbetler için oyuncular teker teker geri gelecek. Ebru Özkan’ın gelmesini beklerken Cemal Hünal ve Güneş Emir’in hastane lobisindeki sahnelerinin çekimi var. “Solmaz bana laf sokma! Yürü! Yürü!” diye laf sokuyor Alper, tepsiyle kahve taşıyan Solmaz’a… O esnada hastabakıcı kıyafetiyle bekleyen figüran, katıldığı bir bar kavgası sahnesinin çekimini anlatıyor arkadaşına..
Ebru Özkan (Dilara):
Ebru Özkan’ın el sıkışı bu incecik kadından beklenmeyecek kadar güçlü, sağlam. Hanımın Çiftliği’nde çiftliğin hanımını canlandırırken, Erkan Petekkaya’nın da ufak bir milletvekili rolü olmuş dizide. O zaman kimsenin aklına yıllar sonra böyle rekorlar kıran bir dizide bir çifti canlandıracakları gelmemiştir herhalde. Bizimkilerin (ekranella’cıların) genelde Dilaracı olduğunu söylüyorum Ebru Özkan’a.. O da karakterinin kötülükten ziyade ailesini koruma amacıyla böyle davrandığını söylüyor. Zaten herhalde bu nedenle sokaktan aldığı tepkiler de “Haklısın kızım ama bu kadar da yapmasan,” şeklindeymiş genelde. Yoğun ve iyi bir yıl geçirmiş, finalde çok heyecanlanacağımızı söylüyor.
Erkan Petekkaya (Cihan):
Çok profesyonel, rahat, kendinden emin. Ağır abi havası var. Bize iyi çalışmalar diliyor önce. Paramparça’nın iyi bir şey olacağını senaryoyu okuduğunda anlamış elbette ama o da bu neyin, ne zaman, nasıl tutacağının hiç belli olmadığı ortamda bu kadarını beklemiyormuş haklı olarak. Sezonun ona göre çok başarılı geçtiğini söylüyor. Sokaktan aldığı tepkiler de gayet iyiymiş. Zaten Erkan Petekkaya hiçbir işinde sokaktan olumsuz tepki alan bir oyuncu değil. Ali Kaptan (Öyle Bir Geçer Zaman ki) gibi felaket bir babayı canlandırırken bile hiç kötü tepki almamış. Bunun için epey çalıştığını ifade ediyor ciddiyetle ve o zamanki yönetmeni Zeynep Tan’ın da hakkını teslim ediyor. Hangi babayı kendine daha yakın hissettiğini sorduğumuzda da “Ali Kaptan ve Cihan birer karakter, ben Erkan Petekkaya’yım,” diyor ama baba olarak Cihan’a daha yakın olduğunu da kabul ediyor. Dizide en çok etkilendiği sahneler babasıyla (Civan Canova) olan iki sahnesiymiş. Finali çok beğeneceğimizi, merakla ikinci sezonu bekleyeceğimizi söylüyor. Neredeyse bütün dizileri izliyormuş. En son House of Cards’ı bitirmiş. Game of Thrones’u soruyorum, eskiden izliyormuş ama artık: “Ormana bağladı, bizi kandırıyor; kızgınım doğrusu Game of Thrones’a,” diyor. Hiçbir diziyi kaçırmamaya çalışıyormuş.
Civan Canova (Rahmi):
Benim neslim, Civan Canova’yı Yılmaz Güney’in Arkadaş filminde zenginlerin otomobil lastiklerini patlatan yakışıklı genç olarak hatırlar. Yıllar sonra, Fatmagül’ün Suçu ne?’de hayatta ikinci şansların da olabileceğini gösteren avukat Kadir rolünde bir kez daha beğendik kendisini. Paramparça’da ise şaşırttı herkesi. “Senaryo güzel, ekip güzel, rolü benimsemedim ama sevdim. Rahmi dışarıdan bakınca çıkarcı, her şeyi nasıl kendine yontacağını düşünüyor. Oyuncu olarak bana çok cazip geldi bu rol. Cepten yemiyor, rolü nasıl çıkaracağınızı uzun uzun düşünüyorsunuz. Bazen arkamdan bağırıyorlar ‘Ne kötü bir karaktersin!’ diye ama demek role olumlu katkı var ki, inanıyorlar,” diyor Civan Canova. “Arkadaşların hepsi çok yetenekli ama Cihan’la (Erkan Petekkaya) olan sahneler hem karakter derinliği hem de karşılıklı alışveriş açısından çok önemliydi,” diye ekliyor. Bu sahnelerde karşılıklı ağlaşmışlar gerçekten. Finalden sonra yeni sezonu iki ay boyunca heyecanla bekleyecekmişiz. Gülseren’e yanaştı biraz, iyi bir adam olmasını bekleyelim mi diye soruyorum, “Hiç belli olmaz,” diyor. “İleride çıkarı için değişebilir de,” derken Rahmi karakterine bürünerek “Ben bu Gülseren’i adam sanmıştım kızım,” lafını duyarsak şaşırmamamız gerektiğini belirtiyor. Bir arkadaşı Rahmi’nin bu kadar kötü olup da bu kadar sevilmesine şaşırıyormuş, milletçe hep kötüleri mi seviyoruz diye merak ediyormuş. Canova’ya göre millet, Rahmi’nin içindeki vicdanı, iyiliği de görüyor, o nedenle seviyor bu karakteri. Kızının mezarına gittiği, pişmanlığını açık ettiği sahnelerin izleyiciyi özellikle etkilediğini düşünüyor. (Bu arada Civan Canova’nın civancanova.net adresindeki sitesine göz atmanızı öneririm. Kişisel tarihinden babası yönetmen Mahir Canova’nın mektupları, kardeşi Kanat’la mektuplaşmaları, oyunları, ayrıca tiyatro tarihimize ilişkin çok değerli notlar, bilgiler bulunmakta sitesinde. Kartal Tibet’in Canova’nın üvey babası olduğunu da sitede gezinirken öğrendim.)
Nurgül Yeşilçay (Gülseren):
“Ooo, röportaj mı, alırım bir dal,” diye bütün rahatlığı ve neşesiyle geliyor Nurgül Yeşilçay. Zorunlu bir açıklama: kendisi gerrrçekten incecik, yüzü de pırıl pırıl. Diziyle ilgili konuşurken Asmalı Konak gibi reyting rekorları kıran dizilerde de, yayından kalkan dizilerde de çalıştığını belirtiyor. Bunca deneyimden çıkardığı sonuç, ekibin bütün olarak iyi olması gerektiği. Paramparça ekibinin yanı sıra yönetmen Cevdet Mercan’ın hızlı kurgusunun da dizinin başarısında rolü büyük ona göre. Sezondan çok memnun kalmış, tatile çıkacağı için de çok memnun. Bir dizide bir karaktere bürünmek annelik gibi bir şey onun için. Çocuk büyütmek sırf yemek yedirmek, altını temizlemek, uyutmak olsa kolay olurdu, esas kısım kafadaki sorumluluk, endişe, vicdan azabı ya, Gülseren de öyle işte Nurgül Yeşilçay için. Hep kafasının bir yerinde. Aslında Gülseren’i seviyor, iyiliğini çok seviyor. Dayanamayıp isyan ediyor hatta: “Kötülüğü baş tacı ediyoruz! Hep kötülük kazanmamalı, iyilik kazansın artık!” Gülseren’in Türk insanına yakınlığını da çok seviyor. Annesi, teyzesi gibi konuşuyormuş, hatta zaman zaman kendi gibi konuşurken bile yakalıyormuş Gülseren’i.. Ama yine de yerinde olsa onun kadar iyi olabilir mi diye düşünmeden edemiyormuş. Hep kafasında olan Gülseren’e biraz ara vereceği için sevinçli. Oğlu Nejat’la beraber pek sevdikleri İngiltere’yi de içeren bir tatil planları var..
Paramparça’da Hazal’ın durumuna çok üzülüyor. Babasız, yoksulluk içinde büyümüş bir çocuk, üstelik ergenlik döneminde. İlk bölümlerde iki hayat henüz birbirinin içine geçmemişken, Gürpınar ve Gülpınar ailelerinin isimleri arasında tek bir harf farkı varken yaşamlarının arasındaki derin uçurumun çok etkileyici olduğu söylüyor Nurgül Yeşilçay.
Gülseren’i sevdiğimizi söylüyorum ama vicdanım rahat etmiyor, Dilara’ya da hak verdiğimizi belirtmeden edemiyorum. Aaa, kendisi de hak vermez mi? “Aslına bakarsan, yanlış bir şey yapıyoruz, yuvayı bozuyoruz valla,” diyor. İki yetişkin insanın hala sadece birbirlerinin alnından öpmelerinden artık usandığımızı, biraz daha yakınlaşmalarını beklediğimizi söyleyince de kahkayı basıyor: “Hahahahaha, ‘Ver bi alt dudak,’ diye sezon finalinde….” Giderken de “Bunu ileticem,” demeyi ihmal etmiyor.
Burak Tozkoparan (Ozan):
“Sezon beklemediğim kadar inanılmaz geçti, böyle bir ortam, böyle bir prodüksiyon olabileceğini bilmiyordum, hayatımın en verimli dönemiydi,” diyor. Aslında kendisi müzisyen, bir konser sırasında deneme çekimleri yapılmış, sonra unutmuş gitmiş, ardından gelen uzun ve heyecanlı bir süreçten sonra Ozan olarak bulmuş kendini. Ozan’ı fevri buluyor ve pek tutmuyor aslında ama karakterle arası iyiymiş. Niye? “Çünkü normal hayatımda yapamadığım şeyleri bu karakterle yapıyorum,” cevabı, Burak’ın nasıl tatlı bir çocuk olduğunu anlatmak için yeter de artar sanırım. Dizi başladığından bu yana hayatı epey değişmiş.. Tebrikler, fotoğraf çekimleri, diziyi izleyen ‘teyzeler’ de kızları için fotoğraf çektiriyorlarmış Burak’ı gördükleri yerde. Eskiden dolmayan konserleri şimdi çok kalabalık oluyor, konser sonraları çok zevkli geçiyormuş. (Alternatif rock yapıyor, bu arada.) Kafa dinlemeye ihtiyacı olduğu için bu yaz, daha önceki yazlar gibi müzikle ilgili bir turneye çıkamayabilir ama onun da planları arasında Avrupa’yı dolaşmak var.
Leyla Tanlar (Cansu):
“Çok güzel bir sene geçirdim. Okulla birlikte götürmek zor oldu ama pişman olduğum, sete mutsuz geldiğim hiç olmadı,” diyor Leyla. Deneyim açısından da kendini çok şanslı hissediyor, arkadaşlarını çok sevmekle birlikte sette herkes 17 yaşında olsa aynı deneyimi edinemeyeceğini düşünüyor. “Bazen karşımdakinin Nurgül Yeşilçay olduğunu unutuyordum,” deyişinden de beraber çalıştığı usta oyunculara duyduğu saygı belli. En etkilendiği sahnesi ilk kriz sahnesi olmuş, “Siz beni sevmiyorsunuz, ben sizin çocuğunuz değilim!” diye ortalığı birbirine kattığı sahne. Nefes nefese kalmış, sahne bitiminde sakinleştirmeye çalışmışlar Leyla’yı; hatta herkes alkışlamış. Konuşurken sık sık benzer şeyleri yaşayan Alina’ya da gönderme yapıyor, araları iyi belli ki. Aslında önce Hazal rolü gelmiş Leyla’ya; bir iki denemeyi de Hazal rolü için yapmış. Sonra Cansu olmuş. Leyla, Cansu’ya çok sinirleniyor, bildiğiniz gibi değil. “Susmaması, ağlamaması lazım. Gözünün önündekileri görmüyor, artık bunları aşması lazım. Benim Cansu gibi arkadaşım yok, olmasını da ister miydim, bilmiyorum. Açsın gözünü artık!” diyor. Teyzeler sarılıp öpüyorlarmış sokakta: “Onlar da benim gibi acıyor Cansu’ya.”
Finale aşırı derecede şaşırmış: “Cansu için başladığımız yere dönmüş gibi hissediyorum. Şokla başladık, şokla bitiriyoruz.” Ama her halükarda artık ağlamak istemiyor.
Okulda sınıf arkadaşları ilk bölümü izlemişler bir, o bölüm konuşulmuş ertesi gün, ama sonra her şey normale dönmüş, “Survivor izledin mi, filan diye konuşuluyor artık okulda,” diyor. İyi bir dizi izleyicisi olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.. Game of Thrones, Pretty Little Liars, Vampire Diaries izliyor, Ekranela’yı da okuyormuş.
Cemal Hünal (Alper):
Son derece ciddi bir yüz ifadesiyle konuşan ama her söylediği çok komik olan insanlar var ya, Cemal Hünal onlardan işte. “Röportaj yapma isteğimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz,” diyen Star ekibine “Ajans başımızda bekliyor, getirdiler,” gibilerden cevabını verip, soruları yanıtlamaya geçti ve bunu yaparken de hiç negatif olmamayı başardı. Onun için de çok hareketli ve heyecanlı bir sezon olmuş. Alper’le arası nasıl peki? “Hiç görüşmüyoruz. Sete gelince kamera önünde hayata geçiyor,” diyor. Canlandırdığı karakterden ötürü gerçekten sıkıntı çekiyor. Buna karşılık, böyle bir oyunculuk sergileme fırsatı bulduğu için de memnun. Bol küfür yiyor, sıkça taciz ediliyormuş sokakta. Bu arada Alper’den söz ettiği anlarda o tip erkeklerle uzaktan yakından alakası olmadığı da çok belli. En etkilendiği sahneler karısı Solmaz’ı dövme sahneleri olmuş, onları cezasız bırakma niyetinde değil. (Nitekim daha sonra Solmaz’ı canlandıran Güneş Emir de “Cemal kavga sahnelerinde ‘çekinme vur, vur’ diye epey cesaretlendirdi beni kendisine vurmam için,” diyor.)
Issız Adam’da bir tüyo almıştık da nasıl bu kadar kötü bir karakter olabildi acaba? “Kötü karakterler çok daha esnek olur,” diyor. “Alper’in sonu ne olacak?” sorusuna hiç tereddütsüz cevabı: “Bok olur! N’olucak? Game of Thrones çeksek şahane olurdu sonu Alper’in.” Gitmeden bir fotoğraf çektirelim, sonra inanmazlar konuştuğumuza dedim, “Benim bile başıma geliyor, inanır mısın?” dedi.
Güneş Emir (Solmaz):
Bu sezon oyunu olduğu halde çok yoğun geçmemiş dizi setleri Güneş Emir için. Solmaz’ı seviyor, anlayabiliyor çünkü; oynarken tad aldığı renkli bir karakter. “İyi niyetli bir insan gibi şuurlu değil ama kötülüğü de aynı şekilde şuursuz, planlı değil,” diyor Solmaz için. Teyzeler yanına gidip, “Yapma kızım, böyle” diyorlarmış.
En etkilendiği sahneler tabii ki dayak sahneleri. “Okul dahil hiç böyle bir şey yaşamamıştım,” diyor. Cemal Hünal’ın da bu sahnelerde çok tedirgin olduğunu anlatıyor.
Aslında hep kötüyü oynamak istemiş. Ama yıllardır hiç böyle bir rol çıkmamış karşısına. Solmaz’ı denemelerde oynarken de “Nasıl olsa son anda iyi kıza kaydırırlar beni, ben alamam bu rolü,” diye düşündüğünden epey rahat davranmış. Ama gelin görün ki, Solmaz rolünde kalmış işte. Çok memnun. Finalin dram kısmının yoğun olduğunu, acılı bir final izleyeceğimizi söylüyor. İtalya, Sırbistan Karadağ ve Datça ekseninde çok ayrıntılı bir tatil planı var yaz için.
Ayrılmadan, bütün kadınlar adına şu Alper’e bir tane çakmasını rica ediyorum. “Aslında vardı öyle bir sahne,” diyor. “Olmaz, evire çevire, ağız burun dağıtmacasına,” diyorum. Kabul ediyor; bakalım, bekliyoruz…
Alina Boz (Hazal):
En sona Alina Boz kaldı. İnsan (ya da sadece ben, bilmiyorum) ister istemez “Hazallığını mı yapıyor acaba?” diye merak ediyor, itiraf edeyim. Artık ne kadar inanıyorsam dizilere.. Halbuki birazdan tanışacağımız o tatlı kız, artık hepinizin haberdar olduğu gibi saçlarını kazıtmadan önce, bizlerle saçlı görüşebilmek için saçlı sahnelerinin tamamlanmasını bekliyormuş. (Bütün bölüm fotoğrafları cuma günü dağıtıldığı için hastaneye acilen getirilenin, herkesi endişelere garkedenin Hazal olduğunu biliyoruz.)
Alina, hayatına yeni giren arkadaşlarından, Leyla ve Burak’tan çok memnun. Yıldızlarla tanışmış ve onlarla çalışmış olmaktan da öyle. Onlardan sektör ve dizi hakkında bir çok şey öğrendiğini söylüyor. Aslında ona da Cansu rolü gelmiş önce. Ayvalık’ta tatilde olduğu için deneme çekimine gitmemiş. Tatilden sonra yönetmen Cevdet Mercan’ın olduğu bir deneme çekimine katılmış ve bir bakmış ki Hazal olmuş. Yolda teyzeler önce “Parçalıycaz seni,” diyor, sonra sarılıp öpüyorlarmış. En zorlandığı sahne onun da bir dayak sahnesi olmuş, Şeyda’yı dövme sahnesi. Ama bir taraftan da dizinin en “sayko” sahneleri ona ait, hangi birini anlatsın, at yakmayı mı, yanında hem de bir kereden fazla adam öldürülmesini mi? Finalin heyecanından, izleyenin yerinde oturamayacağını söylüyor. Tatilde ailesiyle vakit geçirecek, memleketi Rusya’ya gidecekmiş. Leyla’nın sınıfının aksine, Alina’nın sınıfında Hazal epey konuşuluyormuş. Ama “Sanki Hazal ben değil de, benden ayrı benim de tanıdığım biri gibi, onun hakkında bana sorular soruluyor,” diyor. Meryem Uzerli’ye neden benzetiliyor olabilir acaba diye soruyorum, “Belki ikimiz de yabancı olduğumuz içindir,” diyor.
Geç oldu artık, gitme vakti. Tanıştığım bütün oyuncular, böyle başarılı bir işte yer almaktan, başka yıldızlarla birlikte çalışmaktan memnun, kıvançlıydı. Set ekibi gerçekten inanılmaz bir senkronizasyonla kalabalık sahnelerin sorunsuz çekilmesini sağladı. Ben ayrılırken, bekleyen figüranlardan biri, oruç tutan kızı için pide almasını, eve gidince de çorbayı ısıtmasını rica ediyordu kocasından. Ramazanın ilk gününü sette geçirmişti, ertesi sabah da 7’de bir reklam filminin setinde olacaktı. Hayatından, sette olmaktan çok memnundu. Bana gelince, eve giderken bu tür bir çalışmanın nasıl bana göre olmadığını, nasıl zor olduğunu düşünüyordum. İşin özü beklemek arkadaşlar. Herkes arı gibi çalışıyor ama sürekli bekleniyor. Yanlış anlaşılmasın, gecikme olduğu için beklenmiyor. Tıkır tıkır işleyen sette de bekleniyor, başka sahnenin çekimi, başka oyuncunun çekimi, iş dev bir puzzle gibi esasen. Biz ekranda bitmişini seyrediyoruz, onlar her bir parçayı bir araya getirmek için didiniyor. Herkese çok kolay gelsin, işleri çok zor valla.
Ha bir de, tabii ki tüyo vermeyeceğim finalle ilgili. Beraber oturup izleriz, sonra ben “Ben aslında bunu biliyordum,” yazarım twittera ;)
Hastanedeyim. Ama hasta, doktor ya da refakatçi değilim. Zaten burası da artık hastane değil. Taksim’in kalbindeki, bir zamanların meşhur Alman Hastanesi, pazartesi gecesi izleyeceğiniz hastane sahneleri için Paramparça’nın seti olmuş durumda. Ben de o sette bir çekim izlemek üzere buradayım işte. Girişteki bankoda çalışan görevlilere çekim nerede diye sormak geçiyor içimden ama sormadan yürüyüp geçiyorum. Allahtan! Çünkü o girişteki görevliler, etrafta dolaşan hastabakıcılar, doktor hanımlar, beyler filan hep figüranmış. Ortama alıştıktan sonra farkına varıyorum.
Epey geniş bir mekan olduğu için sanki hiç çalışma yokmuş gibi duruyor ama o sırada Cihan’ın (Erkan Petekkaya) hastaneye geliş sahneleri çekiliyor kapı önünde.. Cihan bir kaç kez endişeyle arabadan iniyor..
Sırada iç sahneler var. Hazal’la ilgili haberi alanın hastaneye koştuğu, heyecanlı giriş sahneleri için ışıklar içeriye kuruluyor. Aman kimsenin işine engel olmayayım diye endişelenirken “kafana göre takıl ablacım” anlamındaki el hareketiyle bir set görevlisi içimi rahatlatıyor doğrusu..
Çekimler başlıyor, Erkan Petekkaya, Ebru Özkan, Nurgül Yeşilçay, Cemal Hünal, Güneş Emir’in çekimleri yapılıyor. Set görevlileri her sahneden önce “Hastabakıcılar, hemşireler, doktorlar,” anonslarında bulunuyor, herkesin nerede ne yapacağının hızlıca üstünden geçiliyor. Dışarıyla telsizle konuşuluyor, anonslar yapılıyor, “Sahne 88!” “Oyuuuuuun!” Erkan Petekkaya koşarak dalıyor içeri… Sonra bir daha, bir daha..
Dilara yüksek topuklu ayakkabılarıyla koşar adım giriyor hastane lobisine.. Acaip bir karmaşa var gibi ama bir yandan da çekim tıkır tıkır işliyor.
Ebru Özkan, topuk sesleriyle çınlatarak girdiği lobiden, sahnesini bitirmiş olmanın rahatlığıyla, ponponlu, süet, zarif dümdüz terlikleriyle sessizce çıkıp gidiyor. Sahnesi biten oyuncu, karavanında alıyor soluğu.
Birazdan benimle ve Star’ın En Güzel Bölüm ekibiyle kısa sohbetler için oyuncular teker teker geri gelecek. Ebru Özkan’ın gelmesini beklerken Cemal Hünal ve Güneş Emir’in hastane lobisindeki sahnelerinin çekimi var. “Solmaz bana laf sokma! Yürü! Yürü!” diye laf sokuyor Alper, tepsiyle kahve taşıyan Solmaz’a… O esnada hastabakıcı kıyafetiyle bekleyen figüran, katıldığı bir bar kavgası sahnesinin çekimini anlatıyor arkadaşına..
Ebru Özkan (Dilara):
Ebru Özkan’ın el sıkışı bu incecik kadından beklenmeyecek kadar güçlü, sağlam. Hanımın Çiftliği’nde çiftliğin hanımını canlandırırken, Erkan Petekkaya’nın da ufak bir milletvekili rolü olmuş dizide. O zaman kimsenin aklına yıllar sonra böyle rekorlar kıran bir dizide bir çifti canlandıracakları gelmemiştir herhalde. Bizimkilerin (ekranella’cıların) genelde Dilaracı olduğunu söylüyorum Ebru Özkan’a.. O da karakterinin kötülükten ziyade ailesini koruma amacıyla böyle davrandığını söylüyor. Zaten herhalde bu nedenle sokaktan aldığı tepkiler de “Haklısın kızım ama bu kadar da yapmasan,” şeklindeymiş genelde. Yoğun ve iyi bir yıl geçirmiş, finalde çok heyecanlanacağımızı söylüyor.
Erkan Petekkaya (Cihan):
Çok profesyonel, rahat, kendinden emin. Ağır abi havası var. Bize iyi çalışmalar diliyor önce. Paramparça’nın iyi bir şey olacağını senaryoyu okuduğunda anlamış elbette ama o da bu neyin, ne zaman, nasıl tutacağının hiç belli olmadığı ortamda bu kadarını beklemiyormuş haklı olarak. Sezonun ona göre çok başarılı geçtiğini söylüyor. Sokaktan aldığı tepkiler de gayet iyiymiş. Zaten Erkan Petekkaya hiçbir işinde sokaktan olumsuz tepki alan bir oyuncu değil. Ali Kaptan (Öyle Bir Geçer Zaman ki) gibi felaket bir babayı canlandırırken bile hiç kötü tepki almamış. Bunun için epey çalıştığını ifade ediyor ciddiyetle ve o zamanki yönetmeni Zeynep Tan’ın da hakkını teslim ediyor. Hangi babayı kendine daha yakın hissettiğini sorduğumuzda da “Ali Kaptan ve Cihan birer karakter, ben Erkan Petekkaya’yım,” diyor ama baba olarak Cihan’a daha yakın olduğunu da kabul ediyor. Dizide en çok etkilendiği sahneler babasıyla (Civan Canova) olan iki sahnesiymiş. Finali çok beğeneceğimizi, merakla ikinci sezonu bekleyeceğimizi söylüyor. Neredeyse bütün dizileri izliyormuş. En son House of Cards’ı bitirmiş. Game of Thrones’u soruyorum, eskiden izliyormuş ama artık: “Ormana bağladı, bizi kandırıyor; kızgınım doğrusu Game of Thrones’a,” diyor. Hiçbir diziyi kaçırmamaya çalışıyormuş.
Civan Canova (Rahmi):
Benim neslim, Civan Canova’yı Yılmaz Güney’in Arkadaş filminde zenginlerin otomobil lastiklerini patlatan yakışıklı genç olarak hatırlar. Yıllar sonra, Fatmagül’ün Suçu ne?’de hayatta ikinci şansların da olabileceğini gösteren avukat Kadir rolünde bir kez daha beğendik kendisini. Paramparça’da ise şaşırttı herkesi. “Senaryo güzel, ekip güzel, rolü benimsemedim ama sevdim. Rahmi dışarıdan bakınca çıkarcı, her şeyi nasıl kendine yontacağını düşünüyor. Oyuncu olarak bana çok cazip geldi bu rol. Cepten yemiyor, rolü nasıl çıkaracağınızı uzun uzun düşünüyorsunuz. Bazen arkamdan bağırıyorlar ‘Ne kötü bir karaktersin!’ diye ama demek role olumlu katkı var ki, inanıyorlar,” diyor Civan Canova. “Arkadaşların hepsi çok yetenekli ama Cihan’la (Erkan Petekkaya) olan sahneler hem karakter derinliği hem de karşılıklı alışveriş açısından çok önemliydi,” diye ekliyor. Bu sahnelerde karşılıklı ağlaşmışlar gerçekten. Finalden sonra yeni sezonu iki ay boyunca heyecanla bekleyecekmişiz. Gülseren’e yanaştı biraz, iyi bir adam olmasını bekleyelim mi diye soruyorum, “Hiç belli olmaz,” diyor. “İleride çıkarı için değişebilir de,” derken Rahmi karakterine bürünerek “Ben bu Gülseren’i adam sanmıştım kızım,” lafını duyarsak şaşırmamamız gerektiğini belirtiyor. Bir arkadaşı Rahmi’nin bu kadar kötü olup da bu kadar sevilmesine şaşırıyormuş, milletçe hep kötüleri mi seviyoruz diye merak ediyormuş. Canova’ya göre millet, Rahmi’nin içindeki vicdanı, iyiliği de görüyor, o nedenle seviyor bu karakteri. Kızının mezarına gittiği, pişmanlığını açık ettiği sahnelerin izleyiciyi özellikle etkilediğini düşünüyor. (Bu arada Civan Canova’nın civancanova.net adresindeki sitesine göz atmanızı öneririm. Kişisel tarihinden babası yönetmen Mahir Canova’nın mektupları, kardeşi Kanat’la mektuplaşmaları, oyunları, ayrıca tiyatro tarihimize ilişkin çok değerli notlar, bilgiler bulunmakta sitesinde. Kartal Tibet’in Canova’nın üvey babası olduğunu da sitede gezinirken öğrendim.)
Nurgül Yeşilçay (Gülseren):
“Ooo, röportaj mı, alırım bir dal,” diye bütün rahatlığı ve neşesiyle geliyor Nurgül Yeşilçay. Zorunlu bir açıklama: kendisi gerrrçekten incecik, yüzü de pırıl pırıl. Diziyle ilgili konuşurken Asmalı Konak gibi reyting rekorları kıran dizilerde de, yayından kalkan dizilerde de çalıştığını belirtiyor. Bunca deneyimden çıkardığı sonuç, ekibin bütün olarak iyi olması gerektiği. Paramparça ekibinin yanı sıra yönetmen Cevdet Mercan’ın hızlı kurgusunun da dizinin başarısında rolü büyük ona göre. Sezondan çok memnun kalmış, tatile çıkacağı için de çok memnun. Bir dizide bir karaktere bürünmek annelik gibi bir şey onun için. Çocuk büyütmek sırf yemek yedirmek, altını temizlemek, uyutmak olsa kolay olurdu, esas kısım kafadaki sorumluluk, endişe, vicdan azabı ya, Gülseren de öyle işte Nurgül Yeşilçay için. Hep kafasının bir yerinde. Aslında Gülseren’i seviyor, iyiliğini çok seviyor. Dayanamayıp isyan ediyor hatta: “Kötülüğü baş tacı ediyoruz! Hep kötülük kazanmamalı, iyilik kazansın artık!” Gülseren’in Türk insanına yakınlığını da çok seviyor. Annesi, teyzesi gibi konuşuyormuş, hatta zaman zaman kendi gibi konuşurken bile yakalıyormuş Gülseren’i.. Ama yine de yerinde olsa onun kadar iyi olabilir mi diye düşünmeden edemiyormuş. Hep kafasında olan Gülseren’e biraz ara vereceği için sevinçli. Oğlu Nejat’la beraber pek sevdikleri İngiltere’yi de içeren bir tatil planları var..
Paramparça’da Hazal’ın durumuna çok üzülüyor. Babasız, yoksulluk içinde büyümüş bir çocuk, üstelik ergenlik döneminde. İlk bölümlerde iki hayat henüz birbirinin içine geçmemişken, Gürpınar ve Gülpınar ailelerinin isimleri arasında tek bir harf farkı varken yaşamlarının arasındaki derin uçurumun çok etkileyici olduğu söylüyor Nurgül Yeşilçay.
Gülseren’i sevdiğimizi söylüyorum ama vicdanım rahat etmiyor, Dilara’ya da hak verdiğimizi belirtmeden edemiyorum. Aaa, kendisi de hak vermez mi? “Aslına bakarsan, yanlış bir şey yapıyoruz, yuvayı bozuyoruz valla,” diyor. İki yetişkin insanın hala sadece birbirlerinin alnından öpmelerinden artık usandığımızı, biraz daha yakınlaşmalarını beklediğimizi söyleyince de kahkayı basıyor: “Hahahahaha, ‘Ver bi alt dudak,’ diye sezon finalinde….” Giderken de “Bunu ileticem,” demeyi ihmal etmiyor.
Burak Tozkoparan (Ozan):
“Sezon beklemediğim kadar inanılmaz geçti, böyle bir ortam, böyle bir prodüksiyon olabileceğini bilmiyordum, hayatımın en verimli dönemiydi,” diyor. Aslında kendisi müzisyen, bir konser sırasında deneme çekimleri yapılmış, sonra unutmuş gitmiş, ardından gelen uzun ve heyecanlı bir süreçten sonra Ozan olarak bulmuş kendini. Ozan’ı fevri buluyor ve pek tutmuyor aslında ama karakterle arası iyiymiş. Niye? “Çünkü normal hayatımda yapamadığım şeyleri bu karakterle yapıyorum,” cevabı, Burak’ın nasıl tatlı bir çocuk olduğunu anlatmak için yeter de artar sanırım. Dizi başladığından bu yana hayatı epey değişmiş.. Tebrikler, fotoğraf çekimleri, diziyi izleyen ‘teyzeler’ de kızları için fotoğraf çektiriyorlarmış Burak’ı gördükleri yerde. Eskiden dolmayan konserleri şimdi çok kalabalık oluyor, konser sonraları çok zevkli geçiyormuş. (Alternatif rock yapıyor, bu arada.) Kafa dinlemeye ihtiyacı olduğu için bu yaz, daha önceki yazlar gibi müzikle ilgili bir turneye çıkamayabilir ama onun da planları arasında Avrupa’yı dolaşmak var.
Leyla Tanlar (Cansu):
“Çok güzel bir sene geçirdim. Okulla birlikte götürmek zor oldu ama pişman olduğum, sete mutsuz geldiğim hiç olmadı,” diyor Leyla. Deneyim açısından da kendini çok şanslı hissediyor, arkadaşlarını çok sevmekle birlikte sette herkes 17 yaşında olsa aynı deneyimi edinemeyeceğini düşünüyor. “Bazen karşımdakinin Nurgül Yeşilçay olduğunu unutuyordum,” deyişinden de beraber çalıştığı usta oyunculara duyduğu saygı belli. En etkilendiği sahnesi ilk kriz sahnesi olmuş, “Siz beni sevmiyorsunuz, ben sizin çocuğunuz değilim!” diye ortalığı birbirine kattığı sahne. Nefes nefese kalmış, sahne bitiminde sakinleştirmeye çalışmışlar Leyla’yı; hatta herkes alkışlamış. Konuşurken sık sık benzer şeyleri yaşayan Alina’ya da gönderme yapıyor, araları iyi belli ki. Aslında önce Hazal rolü gelmiş Leyla’ya; bir iki denemeyi de Hazal rolü için yapmış. Sonra Cansu olmuş. Leyla, Cansu’ya çok sinirleniyor, bildiğiniz gibi değil. “Susmaması, ağlamaması lazım. Gözünün önündekileri görmüyor, artık bunları aşması lazım. Benim Cansu gibi arkadaşım yok, olmasını da ister miydim, bilmiyorum. Açsın gözünü artık!” diyor. Teyzeler sarılıp öpüyorlarmış sokakta: “Onlar da benim gibi acıyor Cansu’ya.”
Finale aşırı derecede şaşırmış: “Cansu için başladığımız yere dönmüş gibi hissediyorum. Şokla başladık, şokla bitiriyoruz.” Ama her halükarda artık ağlamak istemiyor.
Okulda sınıf arkadaşları ilk bölümü izlemişler bir, o bölüm konuşulmuş ertesi gün, ama sonra her şey normale dönmüş, “Survivor izledin mi, filan diye konuşuluyor artık okulda,” diyor. İyi bir dizi izleyicisi olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.. Game of Thrones, Pretty Little Liars, Vampire Diaries izliyor, Ekranela’yı da okuyormuş.
Cemal Hünal (Alper):
Son derece ciddi bir yüz ifadesiyle konuşan ama her söylediği çok komik olan insanlar var ya, Cemal Hünal onlardan işte. “Röportaj yapma isteğimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz,” diyen Star ekibine “Ajans başımızda bekliyor, getirdiler,” gibilerden cevabını verip, soruları yanıtlamaya geçti ve bunu yaparken de hiç negatif olmamayı başardı. Onun için de çok hareketli ve heyecanlı bir sezon olmuş. Alper’le arası nasıl peki? “Hiç görüşmüyoruz. Sete gelince kamera önünde hayata geçiyor,” diyor. Canlandırdığı karakterden ötürü gerçekten sıkıntı çekiyor. Buna karşılık, böyle bir oyunculuk sergileme fırsatı bulduğu için de memnun. Bol küfür yiyor, sıkça taciz ediliyormuş sokakta. Bu arada Alper’den söz ettiği anlarda o tip erkeklerle uzaktan yakından alakası olmadığı da çok belli. En etkilendiği sahneler karısı Solmaz’ı dövme sahneleri olmuş, onları cezasız bırakma niyetinde değil. (Nitekim daha sonra Solmaz’ı canlandıran Güneş Emir de “Cemal kavga sahnelerinde ‘çekinme vur, vur’ diye epey cesaretlendirdi beni kendisine vurmam için,” diyor.)
Issız Adam’da bir tüyo almıştık da nasıl bu kadar kötü bir karakter olabildi acaba? “Kötü karakterler çok daha esnek olur,” diyor. “Alper’in sonu ne olacak?” sorusuna hiç tereddütsüz cevabı: “Bok olur! N’olucak? Game of Thrones çeksek şahane olurdu sonu Alper’in.” Gitmeden bir fotoğraf çektirelim, sonra inanmazlar konuştuğumuza dedim, “Benim bile başıma geliyor, inanır mısın?” dedi.
Güneş Emir (Solmaz):
Bu sezon oyunu olduğu halde çok yoğun geçmemiş dizi setleri Güneş Emir için. Solmaz’ı seviyor, anlayabiliyor çünkü; oynarken tad aldığı renkli bir karakter. “İyi niyetli bir insan gibi şuurlu değil ama kötülüğü de aynı şekilde şuursuz, planlı değil,” diyor Solmaz için. Teyzeler yanına gidip, “Yapma kızım, böyle” diyorlarmış.
En etkilendiği sahneler tabii ki dayak sahneleri. “Okul dahil hiç böyle bir şey yaşamamıştım,” diyor. Cemal Hünal’ın da bu sahnelerde çok tedirgin olduğunu anlatıyor.
Aslında hep kötüyü oynamak istemiş. Ama yıllardır hiç böyle bir rol çıkmamış karşısına. Solmaz’ı denemelerde oynarken de “Nasıl olsa son anda iyi kıza kaydırırlar beni, ben alamam bu rolü,” diye düşündüğünden epey rahat davranmış. Ama gelin görün ki, Solmaz rolünde kalmış işte. Çok memnun. Finalin dram kısmının yoğun olduğunu, acılı bir final izleyeceğimizi söylüyor. İtalya, Sırbistan Karadağ ve Datça ekseninde çok ayrıntılı bir tatil planı var yaz için.
Ayrılmadan, bütün kadınlar adına şu Alper’e bir tane çakmasını rica ediyorum. “Aslında vardı öyle bir sahne,” diyor. “Olmaz, evire çevire, ağız burun dağıtmacasına,” diyorum. Kabul ediyor; bakalım, bekliyoruz…
Alina Boz (Hazal):
En sona Alina Boz kaldı. İnsan (ya da sadece ben, bilmiyorum) ister istemez “Hazallığını mı yapıyor acaba?” diye merak ediyor, itiraf edeyim. Artık ne kadar inanıyorsam dizilere.. Halbuki birazdan tanışacağımız o tatlı kız, artık hepinizin haberdar olduğu gibi saçlarını kazıtmadan önce, bizlerle saçlı görüşebilmek için saçlı sahnelerinin tamamlanmasını bekliyormuş. (Bütün bölüm fotoğrafları cuma günü dağıtıldığı için hastaneye acilen getirilenin, herkesi endişelere garkedenin Hazal olduğunu biliyoruz.)
Alina, hayatına yeni giren arkadaşlarından, Leyla ve Burak’tan çok memnun. Yıldızlarla tanışmış ve onlarla çalışmış olmaktan da öyle. Onlardan sektör ve dizi hakkında bir çok şey öğrendiğini söylüyor. Aslında ona da Cansu rolü gelmiş önce. Ayvalık’ta tatilde olduğu için deneme çekimine gitmemiş. Tatilden sonra yönetmen Cevdet Mercan’ın olduğu bir deneme çekimine katılmış ve bir bakmış ki Hazal olmuş. Yolda teyzeler önce “Parçalıycaz seni,” diyor, sonra sarılıp öpüyorlarmış. En zorlandığı sahne onun da bir dayak sahnesi olmuş, Şeyda’yı dövme sahnesi. Ama bir taraftan da dizinin en “sayko” sahneleri ona ait, hangi birini anlatsın, at yakmayı mı, yanında hem de bir kereden fazla adam öldürülmesini mi? Finalin heyecanından, izleyenin yerinde oturamayacağını söylüyor. Tatilde ailesiyle vakit geçirecek, memleketi Rusya’ya gidecekmiş. Leyla’nın sınıfının aksine, Alina’nın sınıfında Hazal epey konuşuluyormuş. Ama “Sanki Hazal ben değil de, benden ayrı benim de tanıdığım biri gibi, onun hakkında bana sorular soruluyor,” diyor. Meryem Uzerli’ye neden benzetiliyor olabilir acaba diye soruyorum, “Belki ikimiz de yabancı olduğumuz içindir,” diyor.
Geç oldu artık, gitme vakti. Tanıştığım bütün oyuncular, böyle başarılı bir işte yer almaktan, başka yıldızlarla birlikte çalışmaktan memnun, kıvançlıydı. Set ekibi gerçekten inanılmaz bir senkronizasyonla kalabalık sahnelerin sorunsuz çekilmesini sağladı. Ben ayrılırken, bekleyen figüranlardan biri, oruç tutan kızı için pide almasını, eve gidince de çorbayı ısıtmasını rica ediyordu kocasından. Ramazanın ilk gününü sette geçirmişti, ertesi sabah da 7’de bir reklam filminin setinde olacaktı. Hayatından, sette olmaktan çok memnundu. Bana gelince, eve giderken bu tür bir çalışmanın nasıl bana göre olmadığını, nasıl zor olduğunu düşünüyordum. İşin özü beklemek arkadaşlar. Herkes arı gibi çalışıyor ama sürekli bekleniyor. Yanlış anlaşılmasın, gecikme olduğu için beklenmiyor. Tıkır tıkır işleyen sette de bekleniyor, başka sahnenin çekimi, başka oyuncunun çekimi, iş dev bir puzzle gibi esasen. Biz ekranda bitmişini seyrediyoruz, onlar her bir parçayı bir araya getirmek için didiniyor. Herkese çok kolay gelsin, işleri çok zor valla.
Ha bir de, tabii ki tüyo vermeyeceğim finalle ilgili. Beraber oturup izleriz, sonra ben “Ben aslında bunu biliyordum,” yazarım twittera ;)