Artık iyi senaryo yazmak neredeyse maharet olmaktan çıkıp bir zanaat haline geldi. Yeterince okumuşsanız ve post modern dünyanın sunduğu nimetlerden yeterince yararlanıyorsanız iyi bir senaryonun ne olduğunu anlama şansınız çok yüksektir. Artık bolca senaryo doktoru var. Yazılmış kötü ama ilgi çekici bir senaryoyu okuyor, karakterlerin nasıl canlandırılacağını, olay örgüsünün nasıl düzenleneceğini vb. (sanki bilimsel bir gerçekmiş gibi) biliyorlar. Günümüz Amerikan dizilerinin senaristleri bunu çok uzun zamandır keşfetmiş durumdalar ve neredeyse çekilen her dizinin muazzam olmasının basit nedenlerinden biri budur. Poe’nun matematiksel hesaplarla bir mühendis gibi şiir yazılabileceğini iddia etmesi gibi, bugün dikotomi karşıtı formüllerle çok iyi senaryo yazmak artık son derece ‘basitleşmiştir’ (basitleşti derken, bu herkesin çok iyi bir senarist olabileceği anlamına gelmiyor tabii). Mad Men’e, Walking Dead’e, Breaking Bad’e, True Detective’e bu gözle bakarsanız bunu rahatlıkla görmeniz mümkündür.
Fakat kanımca dünyaca ünlü bir fenomen haline gelen Game of Thrones ayrı bir yerde durmaktadır. Bu dizinin uyguladığı formül, daha doğrusu R.R. Martin’in senaryo tekniği benzeri görülmemiş bir eklektik yapı içermektedir. Dizi yaratıcıları dizi karakterlerinin altı üstü kendi kalemlerinden çıkan ‘soyut varlıklar’ olduğunu keşfettiklerinden bu yana, dizilerinde acımadan ana karakterleri dahi öldürebilmektedirler. Bir düşünün, eskiden karakterlerin ölümü bu kadar kolay mıydı? Post modern dönemin mottosu olan ‘her şey mümkündür’ dizilerde de tam gaz uygulanmaktadır. Peki, Game of Thrones bize farklı ne sunmaktadır?