Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Balıkesir dolaylarından bir anı…

Zeki Müren belgeseli 1975’de yayımlanmış. Ailecek zevkle seyredilen bir belgesel olduğuna kuşku yok.

'HADİ BABA, SÖYLE AÇSINLAR...'

Neyse, televizyon mahalleye kadar gelmişti ama yine de onu izlemenin ‘lüks’ bir eylem olduğu aşikârdı. Nitekim hikâyenin başlarında, yani televizyonun hayatımıza girmeye başladığı ilk günlerden birinde babamı ikna ettim ve şehir merkezindeki bir ‘Aile Çay Bahçesi’ne gidip hep birlikte izlememiz konusunda annemin de rızasını alarak küçük çaplı bir ‘eylem planı’na koyuldum. Karar bir gün önce verildi ve ertesi gece, saat 19.00 gibi yola koyulduk. Annem, babam, kız kardeşim ve ben, çok önemli bir davete gidiyormuşçasına en temiz giysilerimizi giydik, nasıl derler, giyindik kuşandık ve o sihirli kutunun karşısındaki yerimizi almak için olay mahaline yollandık. Gerçi ortalık sakindi ve kimse, en azından benim kadar televizyon izlemek için hevesli değildi. Gittiğimizde ekran kapalıydı. Muhtemelen şimdi de vardır, tek tek çay söylemektense, semaver siparişi verilir, o bir nevi ‘Çay ocağı’ işlevi gören teşkilat masanıza konulur, sürekli garson çağırmaktan kurtulur ve adeta hemen oracıkta ev ortamı oluştururdunuz. Neyse benim gözüm semaverde değil elbette ekrandaydı. Yavaş yavaş peder beyi, “Hadi baba, söyle açsınlar…” diyerek küçük dokunuşlarla yıpratmaya başladım,. ‘Rahmetli’ sürekli “Tamam evladım, söyleyeceğim. Biraz bekle, garson gelsin, semaveri ısmarlayalım, önce çayları içelim,” şeklinde beni savuşturmaya çalışsa da ben artan bir sabırsızlıkla, “Ama şimdi gösterilenleri kaçırıyoruz. Zaten buraya niçin geldik ki? Çayı evde de içerdik,” türü karşı çıkışlarla süreci hızlandırmaya çalışıyordum. Nihayetinde bir göz göze gelme anında garson çağırıldı ve babam komutu verdi: “Evladım, şu televizyonu açabilir misin?” Aldığımız cevap hâlâ aklımdan çıkmaz. “Amca,” dedi garson, “Açalım açmasına ama bugün yayın yok ki…” Beynimden vurulmuşa dönmüştüm, onca hazırlık, onca umut, onca beklenti bir anda boşa düşmüştü. Henüz her gece yayın yoktu. Oysa ben her şeyi gazetelerden takip ediyordum, yine de ayarlayamamış, doğru yayın gününü bulamamıştım. Yayınlar salı ve perşembe geceleriydi (“Yanlış hatırlamıyorsam” diyeyim) ve ben, bunu unutarak bütün aileyi televizyon izleme sevdasına yola dökmüş ve nihayetinde, eve süklüm püklüm, ellerim boş dönmüştüm. Neyse, bu acı deney bana bütün programları ezberleme ve “Hangi saatte ne var?’ hepsini bir çırpıda sayma disiplinini kazanma fırsatı tanıdı. Bundan böyle hiçbir zaman ekran karşısında ters köşeye yatmadım, bu da az şey değildi!..

 

1 2 3
Uğur Vardan
08/12/2013 15:50
YORUMLAR




DİĞER HABERLER