Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Sadece Hannah değil, hepimiz: Comfortably Numb
Sezon: 3 Bölüm: 4

Hannah’nın dünyasında zaman düz akıyordu, ölüm ölüm demekti.

Adam yine o bildik, midesinden gelen iniltisiyle tepki verip, Hannah’nın hala nasıl kitabının derdinde olduğunu anlamaya çalıştı. Hannah’nın “O kadar da yakın değildik,” diye geri vitese takmasına Adam da inanmadı. Jessa ise tartışmanın yaşandığı sırada koltuğun diğer ucunda oturuyordu. Ve her zamanki görmüş geçirmişliğiyle ölümün jüri görevi gibi olağan bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyordu. (Pardon, Jessa hiçbir zaman bir şeyi anlatmaya çalışmaz, anlatır sadece). Sonra Amerikalıların ‘pomo shit’ (postmodern zırva) dedikleri türden ölüm hakkında aforizmalara soyundu, ama Hannah’dan karşılığını alamadı. Hannah’nın dünyasında zaman düz akıyordu, ölüm ölüm demekti, başka bir şeyin doğumu falan değil. David’in ölümü; David’i bir daha artık göremeyecek olması ve de kitabının bilmediği insanların elinde oradan oraya sürüklenerek yazarlık kariyerinin meçhule doğru yol alması demekti. Daha fazlası değil.

Adam’ın, “Öldüğünde insanların seni Gawker’dan tanımasını ister misin?” şeklindeki sorusuna karşılık olarak Hannah’nın bilgiye ulaşmanın en doğru yerlerinden birinin internet ve onun bilindik mecraları olduğunu anlatan sözleri Adam’ı yine hayal kırıklığına uğrattı. Ve ona o yaşamsal soruyu sordurdu, “Merak ediyorum ben ölürsem ne hissedeceksin?” Hannah olur da cep telefonunu kaybederse ya da çok izlemek istediği bir filmi kaçırırsa vereceği olası tepkiyi Adam’a layık gördü ve o ölürse “çok üzüleceğini” söyledi. Adam’ın cevabı her zamanki gibi şiirseldi. “Sen ölürsen dünyam bulanır. Bir ağacın bile ne olduğunu bilemem.” Çok bilmiş yazarların elinden çıkan internet siteleri mi bize yas tutmayı öğretecek? Az önce okuduğumuz satırı bir yenisiyle takas eden unutkanlığımız mı hayatımızdaki tanışıklarımızı unutulmaz yapacak? Adam ve Ray’in duyduklarında onları hayrete düşüren ve bu vesileyle tüm bölüm boyunca Hannah’nın yüzüne vurdukları bir gerçek vardı: Yas tutmayı bilmiyorsan senden ne köy olur ne kasaba.

AH BİZ EDEBİYAT ÇEVRELERİ
David’in ölümü mevzusunun fazla uzadığının farkındayım ama Hannah’ya müstehak. Cafe’de masanın üstünü temizlerken edebiyat dünyasının bir üyesi olduğunu çeşitli imalarla Ray’e hatırlatmayı ihmal etmeyen Hannah’ya her şey müstehak. Kendini satmaya çalıştığı kişi de Ray! Hani şu kendi hayatını yoluna koyma konusunda sıkıntılı ama insanların ciğerini beş metre öteden tanıyabilen depresif ölümlü. “Bizim edebiyat çevreleri uyuşturucudan öldüğü konusunda hemfikir,” derken Hannah’nın böbürlenmesine de bakın. Ray yer mi bunları? Marnie için kendine bu kadar güvensiz insan az bulunur diye yırtındığımız yazılarımızı hatırlayıp Ray’in onu sosyolojik, psikolojik, psikanalitik, ekonomik tüm düzlemlerde çarmıha gerip lime lime etmesini zevkle izledik. Çünkü sonunda biri Marnie’nin kedi gibi insanlara sırnaşıp onları içten içe aşağıladığını, açık açık da kullandığını söyledi. Sonrasında gelen sevişmeleri neydi anlamadık. Yahu Shosh’la bitmiş gitmiş de olsa bir geçmişin oldu. Marnie’yle olacak iş mi şimdi bu? Ray’in yanlış kararlar adamı olduğunu söylemiştik.

Yas tutmayı bilmiyorsan senden ne köy olur, ne kasaba.

David’in cenazesine dönersek Hannah’nın oraya gitmesinin nedeni Zadie Smith’i gördüm derkenki kalp atışlarında saklıydı. Caroline’in sende bir sıkıntı var dediği kadar vardı, zira David’in eşiyle konuşurken bile kitabının bundan sonra ne olacağını sormadan edememesi ciddi bir sıkıntıya işaret. Tıpkı sonrasında başka bir yayınevinin kitabını basma önerisini telefonda anlatırken, babasının küçük bir operasyon geçirdiğini duymaması gibi. O karamelli dondurma da öyle elinde kalır elinde Hannah. (Dondurmanın Hannah’yı önce mutlu, sonra da hüzünlü olarak göstermedeki başarısı alkışlara layık değil miydi?) Millstreet Press’in yolları taştan, üç sene içinde 25 senelik hayatını anlattığı kitabıyla ne yapacağını düşünür belki bu arada.

AMA KARDEŞLER İYİDİR
Sabahtan beri yazıyoruz bir kere Caroline’den bahsetmedik değil mi? Elimizde neler var bu deli fişekle ilgili? Bir kere çok konuşuyor. İyi de konuşuyor ama bazen laf olsun torba dolsun diye olduğu belli. Konuşurken sizi yoracak kadar bedenini kullanıyor, bazen sesi çatlıyor, ruh halini değişik topuz biçimlerinden anlamanız ise imkansız. Bazı insanlar vardır, öyle birden sokulur yanınıza. Sürekli bir sır veriyormuş gibi küçük paketler bırakıp giderler yanınızdan. Anlattıklarının gerçek mi, kendi şizofren dünyasında yarattıklarının bir ürünü mü olduğunu bir türlü anlayamazsınız. Tam da bu nedenle sizi iliklerinize kadar tedirgin ederler. Fakat Hannah, Caroline’e bacı kontenjanından yüksek kredi açtı ve Adam’ın hayatımızı mahvedecek uyarılarına kulaklarını tıkayıp ona evini açtı.

Adam gibi hayatının parçaları oraya buraya savrulmuş birinin bile ona iş bulmayı, ev kiralamayı ve bahanelere sığınmaktan vazgeçmesini salık vermesiyle Caroline’in nasıl bir durumda olduğunu kavrayabiliyoruz herhalde. “Hayatta ne yaptığını bilmiyorsun, bir amacın yok ama ne hikmetse her konuda binlerce fikrin var,” sözü Caroline’i masanın başında çıldırtmaya yetti. Hannah’nın akılcı, müzakereci rolüyle iki kardeşe aslında birbirlerine sevdiklerini söylemelerini başarması gerçekten de kolay olmadı.

Hannah yayın hakları ona ait olmadığı için kitabıyla ilgili hiçbir şey yapamadığını anlayınca bu sefer ilk defa kendisi Caroline’le kavgaya tutuştu ki beklediğimiz de buydu artık. Nerede o istediği kadar kalabileceğine dair Adam’la kardeşi arasına kalkan gibi gerilen Hannah, nerede çarpılmadık kapı bırakmayan, üstüne üstlük Caroline’ı evim de evim diye evinden kovan Hannah? Sonrası mı? Adam eve gelir, televizyon karşısında mayışmış Hannah’ya kardeşinin nerede olduğunu sorar. Sonrası; ama kardeşler iyidir.
 
 
1 2 3
Özge Doğan
02/02/2014 01:00
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR