“Eğer bir kadın sana ‘aç’ mısın diye sorarsa; bil ki orası senin yuvandır.”
Ahmet Altan’ın Kılıç Yarası Gibi kitabından aldığım bu cümle sana Ömer… Kafasını yastığa
koyduğu anda herkesten önce senin iyi olman için dua eden bir kadın, “ama yemek yemiyorsun” diye üzülen bir kadın biraz daha yumuşak yaklaşılmayı hak ediyor bence! Erich Fromm der ki “birini mükemmel olduğu için sevmezsin. O, sen sevdiğin için mükemmeldir.” Lütfen bir an önce toparla kendini Ömercim ya da söyle bir zahmet toparlasınlar! Ben o çok güzel bakan, çok güzel seven, muzur, hınzır adamı istiyorum. Maço olanını değil! (Laf aramızda çok azıcık maço olabilirsin^.^)
“Yardım et bana! Söyleyebildiklerimizden daha fazlasını anla!”
Hani o birlikte okuduğunuz Franz Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ından alıntı yaptım bu sefer. Sanırım siz de birbirinize böyle söylüyorsunuz ki konuşamıyorsunuz bir türlü! Bu konuyu geçen bölüm yazımda da yazmıştım. “Söylenmiyor çok şey susmadan” demiş Özdemir Asaf, ama susarak konuştuklarınız yeterli gelmiyor demek ki… İkiniz yalnız kalıp, hiç bölünmeden, kimse müdahale etmeden şöyle eteklerinizdeki taşları döker misiniz artık? Belki siz şu yaptıklarınıza “konuşma” diyorsunuz da Tomris Uyar “konuştukça, söyleyemediklerimiz birikiyor” derken sizi kast etmiş olabilir mi acaba? Çünkü sizin söyleyemedikleriniz birike birike dağ oldu! Yine söylüyorum konuşmadan iyileşemeyeceksiniz!
“Nereden başlıyorduk? İlk önce seviyor muyduk? Yoksa ilk önce güveniyor muyduk?”
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına da dokunmadan olmaz… Bu soruyu Defne’den önceki Ömer’e sorsak cevabın ne olacağını hepimiz biliyoruz herhalde. Bir zamanlar Defne’ye güvenmeyen Ömer’in yerini, yine bir zamanlar “bana koşulsuz güvenmen lazım” diyen Defne aldı. Aslında ne kadar çok şey değişti. Hiç değişmemiş gibi gözükse de… Bu değişimlerin üzerine Ömer hala o abuk sabuk soruları soruyor, Defne’ye de hala kal geliyorsa bu işte bir tuhaflık var arkadaş! Aklım almıyor Şükrü! Aklım alsa yüreğim kaldırmıyor☹
“En karaktersiz insanlar, yakınındaki kişilerin başarısızlıklarından keyif alırlar.”
Dostoyevski söylemiş… Bana değil Pamir’e! Her bölüm biraz daha Neriman’ın yeğeni olduğunu ispat ediyorsun Pamir, ama biz biliyoruz ki iyiler daima kazanır. Sen küçük zaferlerinle egonu tatmin etmeye devam et bakalım. Çünkü hala kiminle dans ettiğini bilmiyorsun. Farkına vardığında da toparlayabilecek misin bilmiyorum, ama kazanamayacağına yürekten inanıyorum.
Sonra sen kim oluyorsun da Defne’yle iddiaya giriyorsun kuzum? Hadi sen girdin; Defnecim senin başına ne geldiyse böyle oyunlar yüzünden gelmedi mi? Yeri geldiğinde bir Amazon kadınına dönüşen sen Pamir’e “size ne” diyemedin mi? Passionis seni ne ilgilendirir dediğinde “ben oraya da dışarıdan da olsa hizmet veriyorum” diyemedin mi? Bırak hepsini! Her zaman sevdiklerini koruyan, söz konusu onların iyiliği olduğunda kaplan kesilen Defne gibi göğsünü gere gere Ömer’in yanında olmak istiyorum da mı diyemedin? Keşke deseydin keşke…
Defne’nin Pamir’le iddiaya girmesine bir başka açıdan da bakmadan geçemedim. En azından bunu sizinle paylaşmadan… Defne Ömer’e o kadar güveniyor ve ondan o kadar emin ki iddiaya o yüzden girdi diye de düşünüyorum bir yandan. Çünkü Pamir’e bu konuda karşılık vermemek ya da iddiaya girmemek Defne için Ömer’in yanında olmamak, ona inanmamak anlamına gelecekti. Bu da başka bir bakış açısı…