Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
RÖPORTAJ
Tansel Öngel: “Bizde sektör yok, piyasa var. Sektörün kuralları vardır”

Tansel Öngel’le tanıştıktan hemen sonra, sanki ev ahalisinden bir kedi veya köpek gibi bir ruhu olduğu besbelli olan karavanını görünce tamam dedim, güzel bir sohbet olacak. Zaten Mert’i de seviyorum. Aslında Mert bütün iyiliğine rağmen evlerden ırak bir karakter ama ne yapalım öylelerini seviyoruz işte. Değil mi kızlar? Buyurun sohbete:

Bir arkadaşım oynadığınız Yanık isimli oyundan, orada şahane olduğunuzdan söz etti. Ben filmini (Incendies) görmüştüm ama oyunu göremedim maalesef. Tiyatrodan geliyorsunuz.

Her şeyden önce tiyatro oyuncusuyum. Ama aslında benim için hepsi çok önde. Televizyon da öyle. Genel olarak dizileri küçümseyen bir hal var, rahatsız edici bir hal bu.  

Halbuki Hollywood’da bağımsız yönetmenlerin en iyileri bile kendilerini daha rahat ifade edebildikleri için televizyon dizisi yapıyorlar.

Televizyon dizisi çok önemli bir şey; bizdeki problem de süre problemi. Onun dışında benim televizyonla ilgili hiçbir derdim yok. Ömrümün sonuna kadar televizyon dizilerinde oynamayı düşünüyorum.

E bizim için de çok iyi..

Ama bu tiyatroyu ve sinemayı göz ardı etmek değil. Birinci planda hangisi var derseniz, hiçbiri birinden ayrı değil. Oyunculuk bir olma hali ya, olmaya hazırlanma hali aslında. Olduğunuz zaman oyunculuğunuz bitiyor artık. Biz hiçbir zaman olamıyoruz. Hep bu olma haline hizmet eden haller bunlar. Televizyonun şöyle bir avantajı var, yaptığım şeyi bir hafta sonra izliyorum, neyi yanlış yaptım, neyi doğru yaptım onu görebiliyorum.

Bazıları kendini izleyemez, siz izleyenlerdensiniz demek...

Ben tek başıma, yalnızken kendime küfürler ederek, bazen kendimi severek, çoğu zaman beğenmeyerek, eleştirerek, hatalarımı düzeltmeye çalışarak, notlar alarak filan izlerim. Sıkıcı bir askeri disiplinle değil ama. Bu notlarla filan o hale, olma haline yani,  geçiyorsunuz bir süre sonra. Olmayı istiyorsunuz çünkü. Biraz bence tasavvufi bir tarafı var. Biraz batılı felsefi, varoluşçu bir tarafı var. Zaten tasavvufla varoluşçuluk bence birbirine çok yakın görüşler. Oyunculuk da bu iki felsefenin harmanı gibi geliyor bana. Çünkü hiçseniz bile her şey olabilirsiniz.

Sadece canlandırdığı karakterler üzerinden, hiç kendisi olmadan yaşayabilir bir oyuncu. Ki öyle ne kadar çok oyuncu var.

Şöyle bir şey de var ama: Her rol kendi içinde olan ya da olmayan bir hayvanı, bir erdemi keşfetmene de yol açıyor. Sende olmayan bir şeyi katıyor sana. Kötü bir karakter oynarken kötülerin de haklı olabileceğini anlıyorsun; çünkü onu kötü yapan da onlarca sebep var.

Bu müthiş bir kaçış noktası da tabii.

Psikiyatrik açıdan bakarsan çok nevrotik bir şey.

 

Siyah ve beyaz değil yani hiçbir şey.

Benerci Kendini Niçin Öldürdü? diye bir oyunda oynadım ben.

Müthiş bir performanstı bence yönetmen anlamında; rahmetli Mehmet Ulusoy yönetmişti. 50’lerde yazdığı bir şiirdir Nazım’ın (Hikmet) bu..Daha 50’lerde objektiflerin zoomları yokken gökyüzünden yere bir zoom yapar ve insanı değerlendirir. Der ki:

Yıldızlar bizden uzaktır

                      ama ne kadar uzak

                                         ne kadar uzak...

Yıldızların arasında toprağımız ufaktır

                    ama ne kadar ufak

                                        ne kadar ufak...

Ve Asya ki

            toprakta beşte birdir.

Ve Asya'da

            bir memlekettir Hindistan,

Kalküta Hindistan'da bir şehirdir,

Benerci Kalküta'da bir insan...

Bakar mısın yaptığı zoom’a. Bu aslında şimdi 2000’li yıllarda dünyayı dışarıdan görüp gelen senaryolardaki zoom. Diyor ki yıldızlar uzakmış toprak ufakmış aldırmıyorum, benim için çok daha önemlidir insan diyor.

Böyle bir bakış açısıyla baktığımız zaman biz deniz kenarındaki herhangi bir kum tanesiyiz. Ve o denize gidip okyanuslara açılabiliriz. Karma filan diyorlar ben ad vermiyorum buna ama hamdık, pişiyoruz, olacağız yani.

1 2 3
YORUMLAR



DİĞER RÖPORTAJLAR