Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
İktidara giderken din kıyafeti giymek; Osmanlı’da Hürrem Sultan olarak benliğin sunumu

Giriş

Muhteşem Yüzyıl, Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluk ve başarılarıyla övünülmesi gereken bir devlet olarak gösteren yaygın anlatının dışına çıkarak, haremin içinden anlatırken, saray içinde süren gündelik yaşantıya odaklanarak, insani ilişkileri de gözler önüne sermektedir. İçinde farklı kültürleri barındıran Osmanlı’nın giderek genişleyen toprakları ve bu topraklarda yaşayan nüfus üzerinde denetim, merkezdeki Osmanlı hanedanındadır ve bütün devlet yapısı da buna uygun olarak düzenlenmiştir.

Müslüman İktidarın merkezinin (ve bedeninin) Halife Sultan olduğu bir imparatorlukta, dinsel aidiyet ile iktidar arasındaki bağlantılar, Muhteşem Yüzyıl’ın temel izleklerinden biri gibi görünmektedir. Buradan yola çıkarak bu yazıda, Hürrem’in Müslüman oluşu, dizide İslama geçen (ihtidâ eden) kişilerin temsili, ihtidânın1 görünür ve örtük nedenleri üzerine bir tartışma yürüteceğim.

Osmanlı’da İslam’ın belli mevkilerde konumlanabilmek için ne kadar önemli olduğu hakkında fikir yürütmemizi sağlayabilecek olan ihtida, padişahın en yakın arkadaşı, yoldaşı, kendisinin kardeşim dediği İbrahim’in, Moralı Hıristiyan bir ailenin çocuğu iken sadrazam,

Rutenya’da bir papazın kızı olan, ailesi Müslüman Tatarlar tarafından öldürülen Alexandra’nın, padişahın eşi olmasına kadar uzanır. İslam dininde sevap olduğuna inanılan tebliğ inancı, ancak ikna ile mümkündür. Kanuni’ye aşkı dillere destan olan Hürrem’in Müslümanlığı benimsemesinde ikna ne kadar geçerlidir? Ya da zorunlu olarak din değiştirmiş olan İbrahim’in “dönmek kabiliyet değil zaruret midir” diyen iç sesi, bu geçişin “gerçek” bir geçiş olmadığını mı anlatmaktadır? Hürrem’in, ailesini gördüğü rüya sonrası, annesinin intikamımızı almalısın sözleri üzerine, uyanınca “yüce İsa yardıma geldi,” karşılığı, onun rol yaptığını göstermez mi? Yazıda öncelikle, Muhteşem Yüzyıl’da, Osmanlı’nın dinle kurduğu ilişkiden yola çıkarak, Hürrem’i din değiştirmeye yönlendiren etkenler üzerinde durulacak, daha sonra Hürrem’in dini kimliği hakkında tereddüte düşüren sahneler incelenerek, dış benlik sunumu ve iç benlik arasındaki farklı halleri sunulmaya çalışılacaktır.

Muhteşem Yüzyıl’da İktidarın Dinle İlişkisi

Muhteşem Yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının doğuda Mısır’a kadar uzandığı, babası Yavuz’un ölümüyle hükümdar olan Kanuni’nin, Avrupa’yı fethetme hayalleriyle kavrulduğu bir dönemi ekranlara getirmektedir. Genç Kanuni, gözlerin artık batıya çevrilmesi gerektiğini, “Müslüman toprakları ehlileşti, sıra kafirin böğrüne hançeri dayamaktadır,” sözleriyle divana duyururken, Hıristiyan Avrupa’yı temsil eden Vatikan’ın beyazlar içindeki din adamlarını, Müslüman dünyası karşısında en büyük düşman olarak ilan etmektedir. Tabii, Kanuni yeni bir sefere çıkmadan önce, herhangi bir isyan hareketine karşı imparatorluğun sınırları içinde sükuneti sağlamak için halkın desteğini alması gerektiğini bilmektedir ki, bunun için düşmanı net olarak ifade eder. Onlar Hıristiyanlardır ve onlara karşı savaş verecek olan peygamber halefinin ümmetidir.

Batıya doğru bir savaşta, doğudan ve halktan çıkacak bir isyanı önlemek için en etkili kurumlardan biri olan halifelik makamının, İslami kurallarla yönetilen bir devletin kanunlarını, yönetimin çıkarlarına uygun olarak düzenlemek adına, bir padişah için büyük avantajları bulunmaktadır. Fakat tüm bunların yanında, her şeyi yapma kudretine sahip, herkesin, her şeyin sahibi olan bir hükümdar, nasıl olur da, İslamiyet’in katı kurallarına tabi halifelik makamının gereklerini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmektedir? Mesela, padişah haremindeki birçok kadınla beraberlik yaşarken, halife olarak zina yapmış, günah işlemiş olmaz mı? Bu gibi sorulara, Kanuni’nin savaş zamanlarında dahi yanında götürdüğü Şeyhülislam’ın, Osmanlı yaşantısında bulunduğu konum üzerinden cevap verilmeye çalışılacaktır.

Muhteşem Yüzyıl’da Kanuni’nin, emirlerini verdiği divan toplantılarında Şeyhülislam Zembilli Mehmet Efendi’yi onayını almak için yanında bulundurduğu görmekteyiz. Aslında bu durum padişahın, ona saygı gösterdiği ve fermanlarının dini hükümlerle çelişmediği izlenimini verirken, diğer yandan bunu işine geldiği zamanlarda yaptığını, Zembilli Mehmet Efendi tarafından her söyleneni de yapmadığını görürüz. Rodos’a sefer yapılmasının zaruri olduğu Zembilli tarafından söylenirken, Kanuni’nin sorusu “fetvan mıdır?” şeklinde olur.

Padişah Rodos seferine Şeyhülislam’ı götürürken, savaş zamanı birliklerin manevi desteğe ihtiyaç duyacağı bilir; böylece Allah’ın yanlarında olduğunu hissettirebilecektir. Fakat Kanuni’nin Şeyhülislam’ı götürmekte farklı sebepleri de olduğu görülmektedir. Rodos seferi dönüşünde görevden aldığı eski sadrazamın yerine, görmek istediği kişi olan “dönme” İbrahim’i görevlendirir ve Zembilli Mehmed Efendi’nin bu duruma itiraz etmesi üzerine, “Görmedin mi Sadrazam bizleri savaş zamanı yalnız bıraktı, görevinden affını istedi,” diyerek halktan yükselecek sesi keser. Ayrıca kaybedilecek bir savaşın, bozulan ekonomiyle tahtını tehlikeye atabileceğini çok iyi bilir. Başarısızlık sadece halkın üzerinde büyük etkisi olan din ile telafi edilebilecektir.

Kararların dini olmaktan çok siyasi olduğu anlaşılırken, Şeyhülislam, halkla Kanuni arasında tampon görevi görmektedir. Zembilli Mehmet Efendi, kardeşinin eşi olan Ferhat Paşa’dan halkın çok şikayetçi olduğunu, herkesi haraca bağladığını ve bu sebeple infaz edilmesinin uygun olacağını söyler. Kanuni, Zembilli’yi sabırla dinlemesine rağmen isteğini yerine getirmez. Elbette ki bunda kardeşinin eşinin ölümüne üzüleceğini bilmesi etkili olur; bunun yanında, Şeyhülislam’ın kendini her durumda çok güçlü hissetmesinin önüne geçme isteği de vardır. En nihayetinde padişahı görevden alma yetkisine sahip tek kişi Şeyhülislam’dır; fakat bunun sembolik bir yetki olduğunu, kendi isteğiyle yapamayacağını bilmesi gereklidir.

Şeriat Osmanlı hukukunun temelidir. Tanrı’nın kesin kurallarının gündelik hayatta uygulanabilmesi için biraz esnekleştirilmesi, özellikle padişah gibi bir güçle donatılmış biri için uygun hale getirilmesi, devamlılığı için gerekli görülmektedir. Kanuni’nin yanından ayırmadığı Şeyhülislam, kanunları değişen toplumsal şartlara ve padişaha göre uyarlamaktadır. İstifraş2 hakkı adı altında, istediği kadar kadınla evlenmeden karı-koca hayatı yaşayan Kanuni’yi, birçok cariye ile ilişkiye girerken, hadım edilen adamları saray içinde bu kadar rahat gezerken görebilmemizin sebebi, din iktidarını elde bulundurmasıdır. Dini hükümlerin özel ve devlet hayatında doğru yorumlanabilmesi ancak bu makama sahip olmakla mümkündür.

Her ne kadar emir ve hükümlerin İslam hukukuna uyması için çaba gösterilse de, gündelik yaşantıda tamamen dini kurallara bağlı kalmak, devlet yönetimine darbe vurabilir.

Bu sebeple İslamiyet’in kurallarına uygun hazırlanan fermanlar, dolaylı olarak gayrimüslimlerin din değiştirmesi üzerine odaklanmaktadır. Gayrimüslimlerin Müslümanlarla aynı mahallelerde yaşayamayacakları, evlerinin renginin, yüksekliğinin, giyecekleri kavukların ve hamamda kullanacakları havluların Müslümanlarınkinden farklı olması gerektiği fermanlarla düzenlenir. İnanç esasına dayanan bu ayrım, Müslümanların değerini arttırarak din değiştirmeyi farklı yollarla teşvik etmektedir3.

 

1 İhtida, başka bir dine mensup, putperest ya da dinsiz bir kimsenin İslam’a bağlanması ve hayatına buna göre düzen vermesi durumudur (Hökelekli,2005,s.290).

2 İslam Hukuku’na göre, cariyelerle nikah akdi yaparak evlenmek caiz ise de, nikah akdi yapmadan istifraş hakkını kullanarak yine karı-koca hayatı yaşamak da mümkündür. Padişah, başka bir erkekle evli olmayan bir cariyesi ile herhangi bir nikah akdi olmadan karı-koca hayatı yaşayabilir. Efendi için sabit olan bu hakka ‘istifraş hakkı’ denmektedir (İnce,2010,282).

3 Osmanlı’da ve İslami coğrafyada diğer dinlerden olanlardan ayrılmak için farklı kılık, kıyafetlerde olmak dinin getirdiği mecburiyetlerdendir. Hz. Muhammed, Müslümanların nasıl giyinmesi gerektiğini hadisleriyle anlatmaktadır (Schick, 2011, s. 115). Osmanlı’da da aynı şekilde Müslüman olanların diğerlerinden farklı giyim tarzları bulunmaktadır. Padişahların fermanlarıyla, farklı cemaatlerin nasıl giyinmesi gerektiği emredilmektedir. Gayrimüslimlerin yeşil giymesi yasaklanmıştır(s.126). Aslında insanları farklılaştırabilmenin en kolay yollarından biri öncelikle onları farklı şekle sokmaktır. Zorla Müslümanlaştırılmayan insanların, Müslümanlardan farklı görünmeleri şarttır.

1 2 3
Ertuğrul Güler
06/07/2016 13:28
YORUMLAR




DİĞER HABERLER