Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
İlk yerli Netflix dizisi The Protector yani Hakan: Muhafız

Şimdi gelelim özel röportajlara:

 

OKAN YALABIK (FAYSAL) : “Canlandırdığım karaktere hazırlanırken Elon Musk’ı inceledim”

.

Faysal’ın başarılı bir iş adamı olduğu muhakkak. Çok spoiler veremeyeceğinizi biliyorum ama bana biraz anlatabilir misiniz Faysal nasıl geldi bugünlere? O servetin kaynağı sanki biraz karanlık gibi.

Aslında Faysal tamamıyla bileğinin hakkıyla, zekâsıyla yetenekleriyle ve “tecrübesiyle” hak ederek, geldi bugünlere. Tamamıyla legal. Her şeyi legal, her şeyi.

.

Faysal, her şeyi bilen, her şeyi gören ezelden beri var olan bir adam gibi görünüyor, Hakan’ın muhafız olduğunu bilerek mi işe alıyor onu?

Seziyor. Sadece seziyor.

.

Bu role hazırlanırken nasıl bir süreçten geçtiniz?

Aslında geçmişteki ve günümüzdeki bazı iş insanlarına baktım. Zengin ama daha çok bu zenginliğe vizyonu sayesinde ulaşmış insanlara. Mesela Elon Musk’a. Yerli ve yabancı örneklere de. Mamafih bizde zengin çok olmakla birlikte bu çerçevede az insan var.

.

Faysal Ayasofya’ya neden bu kadar düşkün peki?

Bu spoiler olur işte. Sorunuzu cevaplamak istiyorum yine de, Ayasofya hikayenin merkezinde duruyor. Onun için önemli.

.

Muhteşem Yüzyıl ile siz tüm dünyada ün kazandınız, buradaki beklentiniz ne, nasıl olacak?

Bu yapımcı küresel bir yapımcı. Tabii ki bir oyuncu için izleyene yaptığınız iş itibariyle bu şekilde ulaşabilmek, kendinizi ifade edebilmek çok heyecan verici.




AYÇA AYŞİN TURAN (LEYLA) : “Kendimi bir hafta içinde sette buldum. Hızlı bir adaptasyon süreci geçirdim.”

.

Leyla, Faysal’ın şirketinin genel koordinatörü, onun görevi neleri kapsıyor?

Leyla, Faysal’ın şirketini yönetiyor diyebiliriz. Mazhar’la beraber Faysal’ın sağ kolu. Mazhar, güvenlik şefi, Leyla da Faysal’ın sağ kolu, aslında hemen her şeyden o sorumlu.

.

Hakan’la neye dayanarak mülakat yapma kararını alıyor? Ön elemede bu şirkette çalışmak için ilk bakışta yeterli olmadığı görülmüyor mu?

Evet aslında dediğiniz gibi adaylar bir ön elemeden geçiyor, Leyla’nın da bir asistanı var. Ama orada Leyla tesadüfen Hakan’ı görüyor ve Hakan dikkatini çektiği için mülakata davet etmeye karar veriyor. “Bu çocuk hangi cesaretle buraya gelmiş?” diyor kendi kendine ve merak ettiği için çağırıyor onu.

.

Leyla’yı çok kariyer odaklı, sert, hayatında hiçbir duyguya yer olmayan biri olarak tanırken,  ilk kez annesinin yanında onun incinebilir yüzünü görüyoruz. Annesinin nesi var?

Leyla’nın babası yok, annesi var yalnızca. Biz alt metin olarak hep şunu konuştuk; annesi daha önce trafik kazası geçirmiş ama bunda kızının da payı var. Ve Leyla hayatını annesine bakmaya adamış, bütün sağlık giderlerini ve tüm bakımını üstleniyor. Bir tarafta gördüğünüz çok güçlü, tıpkı iş hayatında hep karşılaştığımız kadın figürleri gibi bir kadın var. Çünkü iş hayatının zorluklarına karşı öyle durmak gerekir bazen. Ama bu insanların başka bir yanları da vardır; anne kimliği, evlat kimliği gibi. Leyla’nın da bir evlat kimliği var. Aslında Hakan ile geldikleri yer de kısmen aynı.

.

Leyla o zaman çok varlıklı bir ailenin kızı değil?

Kesinlikle değil, kendi tırnaklarıyla kazıyarak yükselmiş bir kadın, Hakan’ın dikkatini çektiği noktalardan biri de bu galiba. İkisi de temelde aynı yerden geliyorlar, Hakan’ı merak ediyor. Normalde kendisi de genel koordinatör olduğundan gözü yukarılarda, ama Hakan’da kendi geçmişini, geldiği noktayı görüyor ve aslında Leyla’nın dönüşümü de oradan itibaren başlıyor.

.

Biz sizi ana akım televizyon kanallarında yayınlanan dizilerden takip ediyoruz, bu deneyim sizin için nasıl farklar gösterdi?

Benim Netflix’e giriş sürecim biraz hızlı oldu. Meryem yeni bitmişti ve bir hafta sonra kendimi yeniden sette buldum diyebilirim. Bu süreçte de Leyla’nın ayaklarını yere sağlam basması,  biraz daha derinleşmesi için karaktere hızlıca adapte olmaya çalıştım. Onun haricinde böyle bir platformda, Netflix’in ilk yerli orijinal yapımında yer almak tabii ki gurur verici. Türk dizileri yurt dışına satılıyor elbette ama bu iş tüm dünyada aynı anda yayına giriyor,  bu platformda yer almak gurur verici.


Soldan Can Evrenol, Gönenç Uyanık ve Umut Aral

YÖNETMENLER

Gönenç Uyanık: “Farklı yönetmenlerin görsel anlatımları işe daha zenginlik katıyor..”

Can Evrenol: “Nasıl bir ekiple çalışmak istersin diye bana sorsalardı, tam anlamıyla bunu isterdim...”

Umut Aral: “Hem ekip çalışması hem de sempatik bir çekişme hali...”

 

.

Farklı yönetmenlerin bir projede birlikte çalışmasına biz ülkemizde pek alışkın değiliz. Basın toplantısında da bu konuya değindiniz ama daha iyi anlamak için soruyorum, bu süreci bize izah eder misiniz?

Can Evrenol : Yalnızca yönetmenlerin değil bununla  beraber proje yazarlarının da farklı olduğu bilgisini de vermek istiyorum. Hepsini aynı potada eritince daha mantıklı oluyor. Bu bence daha da enteresan.

Gönenç Uyanık:  Bir hikaye var ve ben onun ortasından bir yerden girip anlatıyorum. Tabii ki görsel birlik konusunda uzlaşma var. Üçümüzün de reklam tecrübesi var, bir brief doğrultusunda bir şey çekmeye çok alışığız. Ben çalışırken, “bu iş tamamen benim istediğim gibi olacak” egolu tavrı göstermiyorum, çünkü olayı öyle görmüyorum. Bunu bir takım işi olarak görüyorum; yapımcılardan, projenin yazarlarından, ışıkçısına kadar bütün ekibin bir takım olduğunu düşünüyorum. Herkes üzerine düşeni en iyi şekilde yaptığı zaman, yönetmenlerin başka türlü görsel anlatımlarının işe daha zenginlik kattığını düşünüyorum.

Umut Aral: Bir de tatlı bir rekabet söz konusu. Aslında hem bir ekip çalışması ama aynı zamanda, sempatik bir çekişme hali. Birbirimizi çok eskiden beri tanıdığımız için aslında, kendi adıma söyleyeyim arkadaşlarımın yaptıkları işlere saygıyla bakıyorum, bundan sonra yapacakları işlere de kesin öyle olacaktır. Dolayısıyla herkes kendi alanında rüştünü ispat etmiş insanlardı. Gönenç’in söylediği bu ego kavramı da bununla birlikte yok oluyor. Zaten kendi alanlarımızda iyi işler yapmışız, burada da birlikte proje için en iyi ne yapabiliriz diye düşündük. Baştan itibaren daha inşaat aşamasında görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, bu karakterin görsel dili böyle olmalı, kamerayla bu açılardan bakmalıyız gibi ciddi bir bakış açısı getirerek süper tasarlanmış bir görsel dille geldi. Mesela Can işe başladığı zaman, onun çektiklerini ben izleyebiliyordum ortak bir platformdan, Gönenç benim çektiklerimi izliyordu. Dolayısıyla biz, ne çekildiğine de çok vakıftık. Bunu biliyor olmak, hep gördüğümüz bir mekân var, onu mesela nasıl farklı gösterebilirim seyirci bu bölümde onu nasıl görsün diye  işimize daha çok katkıda bulundu. Can öyle görmüş, Gönenç böyle görmüş, acaba ben nasıl ele alayım? O yüzden de bence bu pozitif bir şey.

Can Evrenol: Bir de şöyle bir şey de var, mesela ben ilk üç bölümü uzun metraj çekiyor gibi çektim, o manada diğerlerinden daha bağımsız bir hali var. Ama benden sonra Umut Aral gelecek Gönenç Uyanık gelecek, o yüzden dur bir dakika hizaya gir diye bir hissiyatı daoluyor işin, bu anlamda keyifli bir ekibimiz oldu, elbette başka saygıdeğer yönetmenlerle de çalışabilirdik ama nasıl bir ekiple çalışmak istersin diye bana sorsalardı ben tam anlamıyla bunu isterdim.

.

Basın toplantısında dizide yansıtılan üç İstanbul temsilinden bahsettiniz, biri kenar mahalleler, diğeri mistik İstanbul – tarihi yarımadayı kastediyorsunuz, bir de modern İstanbul yani iş dünyası var değil mi?

Can Evrenol: Faysal’ın dünyası işte bu. Dünyanın tepesinde gibi bir his vermek istedik.

Ana kahramanın evinden başlayalım. Bu dünyayı kurarken kullandığınız elementler, hangi renkleri kullandınız, kahramanlarınızı nasıl giydirdiniz, biraz onlara girebilir miyiz?

Can Evrenol: Şunu söyleyeyim, o açıdan çerçevemizin çok belirli olduğu yerler vardı. Aynı zamanda çok serbest bıraktıkları alanlar da var. Biz projeye dahil olduğumuzda senaryo vardı ama sonra tekrar tekrar tekrar çerçeve üzerinde konuştuk, bizim reklamdan alışık olduğumuz üzere bu tür projelerde çok kafadan ses çıkarak karar veriliyor. Ama tanışma faslında yapmış olduğumuz genel bir sunum vardı, bu sunumlarda bizim bakışımızla oradaki kafa uyuyordu, buna göre bir ortak yol izlendi. Onun dışında oyuncuların özel kostümcüleri vardı, başka kostümcüler var, gömleği ayrı biri yapıyor, mekân deseniz apayrı. Bu aşamaları geçtiğimiz için bundan sonra bu süreçler daha da rahat olacak.

Umut Aral: Müzik konusunda mesela, aynı şeylerin üzerinde durduğumuzu fark ettik. Mesela Can’ın sunumunda da benim sunumumda da vardı, biliyorsunuz iki eklektik yapı, Doğu’yla Batı’nın sentezi diye lanse ediliyor proje, ikimizin seçimlerinde de türküleri, gelenekselleşmiş Türk parçalarını yeniden düzenleyerek sunan Hey Douglas vardı. Hey Douglas, gençler arasında çok popüler bir DJ ve dizide müzikler onların kurduğu bir ekibin ürünü. Biz de en başından itibaren tıpkı yapımcılar gibi, buranın müziğinin bu olduğunu düşündük.

.

FFW Creative Audio İstanbul dizinin müziklerini yaptı mı yoksa seçti mi?

Can Evrenol: FFW Creative Audio İstanbul, Hey Douglas’ın içinde bulunduğu bir oluşum.

Umut Aral: Bir de bugüne kadar The Revenant, Bird Man gibi Oscarlı filmlerde de müzik danışmanlığı yapmış olan müzik süpervizörü Lynn Fainchtein ile çalıştık. O hem Türkçe müzikler hem de yabancı müziklerle sahnelere yapılabilecek uyarlamalar önerileriyle geldi. Tabii ki burada son karar yine yönetmenlere bırakılıyordu, ama böyle birbirini besleyen bir çalışma biçimimiz oldu.

.

Üçünüz de sinema kökenli yönetmenlersiniz, streaming platformların sinemaya etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Roma’nın Oscar adayı olması bekleniyor mesela, bu sinemaya nasıl etki edecek?

Umut Aral: Bunu biz de aramızda konuşuyoruz, çok sıcak bir mevzu, şu anda bütün dünyada da tartışılıyor. İki farklı cephe var, malum biri olumlu, diğeri olumsuz bakıyor. Ben açıkçası kendi adıma olumlu bakan taraftayım; çünkü üretimin artması, daha farklı seslerin olması, auteur sinemacılara bu kadar büyük bir stüdyo yapısının destek çıkıyor olması ve onların hayal ettiği filmleri hayata geçiriyor olması bence sinema dünyası adına bir kazanç. Daha geleneksel bir bakış ise yapım koşullarının daha farklı üretilmesi gerektiğine inanıyor. Ama bence bu iyi bir fırsat, daha çok nitelikli iş görmeye de devam edeceğiz gibi geliyor.

Gönenç  Uyanık: Artık neredeyse 2019 senesindeyiz, galiba birazcık dünyanın da bu yöne doğru evrilmesi  gerekiyor.

Can Evrenol: Ben sosyal olarak sinemaya gidilmesini de istediğim için bu tartışmada biraz ortada kalıyorum açıkçası. Ben de Netflix’i çok izliyorum ama bir yandan da bir film yalnızca Netflix’de gösterildiği zaman, sinemaya gitme tecrübesinin önüne geçme ihtimali de sinemanın akıbetini uzun vadede nasıl etkiler bunu bilemiyorum. Ben ortadayım.

Umut Aral: Geleneksel televizyon biraz mağlubiyeti kabul ediyor gibi artık, sinemada da belki öyle bir şey olacak. Çünkü yerinizden kalkmadan, seanstan bağımsız olarak izleyebilmek insanlara daha cazip gelebilir.

Can Evrenol: Başka Sinema’da olduğu gibi örneğin, bir filmin sonra bir başka yerde tekrar oynaması, benim Londra’da alışkın olduğum bu sinema kültürü ülkemizde de biraz daha yaygın olsa bence çok güzel olur. Ama şu anda, Türkiye’de maalesef sinemayı gerçekten seven insanların sinemaya çok gitmediği bir döneme girdik. Sinemayı seven insanlar bu sevgilerini başka yerde buluyorlar. Netflix ücretleri ödenebilir olduğu için de korsanda bulmasındansa Netflix’de bulması daha güzel geliyor bana. Ama sinemaya gitmenin ölmemesi için de bir çare bulunması gerekiyor. Sinemanın bir büyü ve aşk olduğunu unutmamak gerekiyor.

1 2
Defne Akman
06/12/2018 13:35
YORUMLAR




DİĞER HABERLER