Bir kaç gün sonra Santiago’ya arkadaşım Tamara’yı ziyarete gidiyorum. Ev arkadaşı Fernanda, Türk dizilerine, Türk müziklerine o kadar düşkün ki, yaz tatilini İstanbul’da geçirmeye karar vermiş.
Televizyonu açıyorlar... Aaa... Kıvanç! Aşk-ı Memnu da bir başka popüler dizimizmiş meğerse. “Ahahaha... Aşk-ı Memnu ya bu!” diyorum.
“Si si... Amor prohobido!” diyorlar gülerek. Fernanda devam ediyor “Bu güzel ama ben Fatmagül’deki Kerim’i daha çok beğeniyorum.”
Güleyim mi, ağlayayım mı bilemiyorum. Ülkeden uzaklaşmak için dünyanın bir ucuna gittim, tv ekranından İspanyolca dublajlı Behlül ile Bihter bana bakıyorlar.
Sabah, evin içinde çalan Teoman’la uyanıyorum. Santiago’da “İki yabancıııı... Birlikte ama yalnııız...” diye haykırıyor. Uyku sersemi bir an kendimi İstanbul’da zannediyorum. Ne oluyor demeye kalmadan, odanın kapısı açılıyor, Fernanda kafasını uzatıyor. “Teoman sever misin? Ben çok seviyorum...”
Ufak ufak sinirlerimin bozulduğunu hissediyorum. 80’li yıllarda Amerikan sit-com’larının Türkiye’ye yaptığını, biz Şili’ye yapmışız. Kültürü çatır çatır ihraç edip, adamların bilinçaltlarını işgal etmişiz. Bir yandan çok gurur verici olmakla birlikte, Şilili kızlar “Ay Türk erkekleri çok yakışıklı! Türk erkekleri çok kibar...” dedikçe insan ne diyeceğini bilemiyor. “Canım, sen Kıvanç’ı referans alma kendine, adam muhacir...” diyemiyor.