Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
HABER
2018 filmekimi'nde hangi filmler var?

İçinde bulunduğu kültürün çıldırttığı bir kadın sanatçı: Anaokulu Öğretmeni


Hem başrolü hem yapımcılığı üstlenen Maggie Gyllenhaal’ın canlandırdığı Lisa, 20 yılını öğretmenliğe adamış, bezgin ve mutsuz bir kadındır. Yuva sınıfında, dahi bir şair olarak gördüğü beş yaşındaki bir çocuğun konuşmalarına hayranlık duyan Lisa, bir süre sonra çocuğa saplantılı bir ilgi geliştirir. Nadiv Lapid’in aynı adlı 2015 tarihli filminin ABD uyarlamasında Gyllenhaal, karakterinin psikolojik ve duygusal çıkmazlarını muhteşem bir performans ve çarpıcı bir derinlikle perdeye taşıyor. Şiir ve çocukları konu edinirken psikolojik gerilimi sürekli artan Anaokulu Öğretmeni, Gyllenhaal’ın sözleriyle “içinde bulunduğu kültürün sonunda çıldırttığı bir kadın sanatçıyı anlatıyor”.

 

Terry Gilliam’ın kendisi efsaneye dönüşen son filmi: Don Kişot’u Öldüren Adam


Efsane yönetmen Terry Gilliam’ın kendisi de efsaneye dönüşen son filmi, bir tutku projesi; hiç dinmeyen temposu, yaratıcı olay örgüsü, dev oyuncu kadrosu, gözalıcı mekânları ve sıradışı mizah anlayışıyla tam bir Terry Gilliam başyapıtı. Cervantes’in başyapıtından esinlenen filmde Adam Driver kendini beğenmiş bir reklam yönetmenini, Jonathan Pryce ise kendini Don Quixote sanan bir adamı canlandırıyor. İkili, yıllar sonra yeniden karşılaşınca acımasız bir Rus oligark, ırkçı bir yapımcı ve eski aşkların da karıştığı, gerçekle hayalin, geçmişle günümüzün buluştuğu çağdaş bir Don Quixote hikâyesinin ortasına düşüyorlar. Filmin 1990’larda başlayan yapım süreci hastalıklar, davalar, finansman sıkıntıları, hatta sel baskını gibi çeşitli talihsizlikler yüzünden 2018’e kadar aksadı. “Yapılamama” hikâyesi 2002’de Lost in La Mancha adlı belgesele konu olan Don Kişot’u Öldüren Adam / The Man Who Killed Don Quixote, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin kapanışında yaptı.

 

İran’da sosyal medya ve Jafar Panahi: Üç Hayat


İran sinemasının en yetkin isimlerinden Jafar Panahi’nin Cannes’da dünya prömiyerini yapan son filmi sosyal medyanın İran’daki popülerliğinden yola çıkıyor. Sanatçı, kendini ve ailesini bir sosyal medya olayının tam merkezine yerleştiriyor ve hem sanat dünyasını hem İran toplumunun huzursuzluğunu keskin gözlemciliğiyle mercek altına yatırıyor. Panahi, İran-Türkiye sınırında, ailesinin memleketi olan Azerice konuşulan köylerde çektiği Üç Hayat / 3 Faces’de film çekmesi yasaklandığı için intihar eden bir kızın mesajını Instagram üzerinden alan ünlü yönetmen olarak kendini oynuyor. Filmde yer alan şiirler, devrim öncesinin en büyük sinema yıldızlarından, günümüzde film çekmesi yasak olan Shahrzad’a ait.

 

Yalnızca mutsuz olduğunda mutlu olabilen bir adamın hikâyesi: Zavallı


Dünya prömiyerini Sundance’te yapan Zavallı, yalnızca mutsuz olduğunda mutlu olabilen, üzüntü bağımlısı, kendine acısınlar diye her şeyi yapmaya hazır bir adamı izliyor. Zavallı, yeterince zalim olmayan bir dünyada yaşadığını düşünen bir adamın hikâyesini anlatıyor. Köpekdişi, The Lobster, Şövalye ve Kutsal Geyiğin Ölümü filmlerinin ortak senaryo yazarı Efthimis Filippou’nun senaryosuna katkıda bulunduğu filmin yönetmeni Babis Makridis’in ilk filmi İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. Esinlendiği Jacques Tati ve Buster Keaton’ı anımsatan Yannis Drakopoulos’un olağanüstü performansıyla öne çıkan Zavallı, rahatsız ettiği kadar güldüren bir dram. Filmin paralel evreni, gerçek dünyaya yakın olsa da daha karanlık, daha tuhaf ve daha eğlenceli.

  

İşini kaybetmemek için verilen mücadelenin hikayesi: Savaşta


Matmazel Chambon, Bir Yaşam, İnsanın Değeri filmleriyle tanıdığımız Stéphane Brizé yine politik bir filmle karşımızda. Ünlü oyuncu Vincent Lindon’un sözünü sakınmayan, direnen ve sesini yükseltmekten çekinmeyen işçi sözcüsünü olağanüstü bir yetkinlikle canlandırdığı film, kapatma kararı alınan bir fabrikanın 1.100 işçisinin işlerini koruma uğruna girdikleri mücadele sürecini gözlemliyor. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan Savaşta / At War, Brizé’nin sözleriyle “insani boyutu ekonomik boyutla karşılaştırarak inceliyor: Bu iki dünya bir ihtimal çakışabilir mi? Bugünlerde ikisi yan yana var olabilir mi?”

  

Kayıp bir aşkın izinde: Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk


Chagall’in tabloları ve Modiano’nun romanlarındaki duygu akışından esinlenen yönetmen Bi Gan, Cannes’da ilk gösterimini yapan filminde kayıp bir aşkın izini sürüyor. Filmin kahramanı Luo, yıllar önce terk ettiği kasabası Kaili’ye dönüyor ve hiç aklından çıkartamadığı eski sevgilisi Wan’ı aramaya başlıyor. Uyandırdığı hisler ve yarattığı atmosferle aşk filmi, kara film ve bilimkurgu arasında bir yerde duran Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk / Long Day’s Journey into Nıght, üç boyutlu ve tek plan çekilen son bölümüyle de geçmişin, aslında anılardan kaynaklanan bir his olduğunu vurguluyor sanki. Hafıza, geçmiş ve anılar üzerine zarif bir zihin alıştırması olan film, olay örgüsünden ziyade olağanüstü görüntüleriyle aklınıza kazınacak.

 

Doğaya rağmen hayatta kalma hikâyesi: Arctic


Brezilya asıllı Youtube yıldızı, video klip ve reklam yönetmeni Joe Penna’nın ilk uzun metrajlı filmi Arctic, dünya prömiyerini Cannes’da Geceyarısı Özel gösteriminde yaptı. Yıldız oyuncu Mads Mikkelsen’in “hayatımın en zor çekimiydi” dediği Arctic, bir “doğaya rağmen hayatta kalma hikâyesi” anlatıyor. Neredeyse hiç diyalog kullanılmayan filmde, uçağı kutup bölgesinde düşen bir kazazedeyi çoğu sahnede dublör kullanmadan canlandıran Mikkelsen, filmi tek başına sürüklüyor. Kahramanının amansız doğa felaketlerinden kurtulmak için insanüstü çaba gösterdiği, minimal yapısı, olağanüstü görüntüleri ve kontrollü yönetim tarzıyla övgü toplayan Arctic, proje aşamasındayken Mars’ta geçiyordu, sonradan hikâye kutuplarda geçecek şekilde değiştirildi ve filmin çekimleri İzlanda’da yapıldı.

 

Deniz Gamze Ergüven’in yeni filmi Kings


Türkiye prömiyerini Filmekimi’nde yapan ve 2016’da Oscar’a aday olan Mustang ile tüm dünyada dikkatleri üzerine çeken Deniz Gamze Ergüven, Hollywood’da Halle Berry ve Daniel Craig’le çektiği yeni filmi Kings’de kamerasını 1992’deki Los Angeles eylemlerine çevirirken toplumsal sınıfları birbirinden çok farklı olan iki karakteri odağına alıyor. İsmiyle Martin Luther King’e ve eylemlerin çıkış noktasındaki Rodney King’e gönderme yapan film, ABD toplumunun kalbinde açılmış bir yaraya umutla, iyimser bir yerden bakıyor. Warren Ellis ve Nick Cave’in filmin atmosferinde büyük bir katkısı olan müzikleri ve Mustang’daki çalışmasıyla da övgü toplayan David Chizallet’nin görüntüleri oldukça dikkat çekici.

 

Ünlü fotoğraf sanatçısı Richard Billingham kendi hayatını anlatıyor: Ray & Liz


Locarno Film Festivali’nden Mansiyon ile dönen ilk filminde ünlü fotoğraf sanatçısı Richard Billingham, daha önce fotoğrafladığı kendi ailesini ve çocukluk günlerini bu kez sinema için mercek altına alıyor. Ray & Liz, Billingham’ın filme adını veren anne ve babasının Birmingham’da bir toplu konutta geçen takıntı dolu, tuhaf, sefalet içindeki son derece sağlıksız ve bir o kadar da şok edici aile hayatını gözler önüne seriyor. Thatcher döneminin en gri zamanlarından günlük hayat manzaraları sunan film, yönetmenin kendi çocukluk ve gençliğinden anılarını da içeriyor.

 

Hareketli ve absürd bir macera: Diamantino


Şöhret kültü denince akla sahnelerden sonra futbol sahaları geliyor. Diamantino, tam da bu noktaya parmak basıyor, üstelik akla gelmeyecek kadar şatafatlı, renkli, sınırsızca eğlenceli bir şekilde. Filme adını veren Diamantino, Portekiz’in gururu, dünyanın en ünlü futbol yıldızıdır. Ama bir gün yeteneğini kaybeder ve parlak spor kariyeri rezilce sona erer. Böylece, Diamantino uluslararası komplolar, mülteciler, insan klonlama, neo-faşistler, Brexit göndermeleri ve “Diamantino” marka nevresim takımlarıyla dolu, hareketli ve absürd bir maceraya atılır. Gözalıcı sanat yönetimi, sınırsız hayal gücü, çılgın olay örgüsü, Tabu’dan tanıdığımız Carloto Cotta’nın müthiş performansıyla Diamantino, dünyanın dertlerine sevgiyle yaklaşan, hem çok tuhaf hem çok eğlenceli bir film.

 

Romantik bir büyüme hikâyesi: Asako 1&2

Çok beğenilen Happy Hour’dan beş yıl sonra sinemaya dönen yönetmen Ryusuke Hamaguchi, Cannes’da prömiyerini yapan Asako 1&2’de birbirine son derece benzeyen iki adama âşık olan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Tomoka Shibasaki’nin romanından uyarlanan filme adını veren Asako, önce genç ve karizmatik Baku’yla, ondan ayrıldıktan yıllar sonra da onun çok benzeri başka bir adamla birlikte oluyor. Baku yeniden hayatına girmeye çalışınca Asako, hem duygusal hem de zihinsel çelişkilerin ortasında kalıyor. Kalbin ve aklın gizemlerine odaklanırken romantik bir büyüme hikâyesini merkezine alan Asako 1&2, Kiyoshi Kurosawa’nın öğrencisi Hamaguchi’nin çağdaş Asya sinemasının en yenilikçi yönetmenlerinden biri olarak yerini perçinliyor. Asako 1&2, Fransız Yeni Dalga akımının filmlerinden esin buluyor.

 

Çok yönlü bir müzik belgeseli: Whitney


Pop müziğin en sevilen ve tartışılan isimlerinden; 200 milyon albümle müzik tarihinin en çok satan kadın şarkıcısı, parlak kariyerine sinemayı da ekleyen skandalların kadını, henüz 48 yaşında ölen Whitney Houston… Oscar’lı yönetmen Kevin Macdonald’ın dünya prömiyerini Cannes’da yapan bu çok yönlü müzik belgeseli, yalnız yıldızın ölümünden kariyerinin neden yalpaladığına, geçmişinden yıldız oluşuna merak edilen birçok noktayı ele alıyor. Hiç gün yüzüne çıkmamış özel filmleri, ailesi ve en yakınlarıyla yapılan röportajlar, demo kayıtlar ve pek bilinmeyen sahne performanslarını bir araya getiren Whitney, sadece bu benzersiz sanatçının hayatına değil ABD müzik endüstrisine ve toplumuna de göz atıyor. Yönetmen Kevin Macdonald’ı Bob Marley’i konu alan 2012 tarihli filmi Marley, kurmaca filmi İskoçya’nın Son Kralı ve Youtube projesi Life In A Day / Dünyanın Bir Günü ile tanıyoruz.

 

Quinquin’in garip maceraları: Küçük Serseri Uzaylılara Karşı


İlk gösterimini Locarno Film Festivali’nde yapan Küçük Serseri Uzaylılara Karşı / Coincoin and the Extra Humans Bruno Dumont’un absürt mizah anlayışını sürdürüyor ve yine mahallenin haylazı Quinquin ile diğer tipleri izliyor. Geçen üç yılın ardından Quinquin artık kendine CoinCoin diyor ama tuhaf maceralar devam ediyor. Bu defa Fransa’nın rüzgârlı kuzey sahillerinde inekler ve cesetler yok, zift birikintilerine benzeyen uzaylıların istilası söz konusu. Dumont’un müzikal Jean d’Arc’ı Jeannette’i geçen yıl Filmekimi’nde izlemiş, Quinquin’i de 2015’te P'tit Quinquin / Küçük Serseri ile tanımıştık.

 

Kız kardeşlik ve aile sırları: Sükunet


Arjantin tarihinin karanlık noktalarını ele almaya devam eden yönetmen Pablo Trapero, bol ödüllü El Clan’ı takip eden Sükunet / La Quietud’da bu kez bir ailenin üç kadın ferdini konu alıyor. İlk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yapan film, aile fertlerinin yıllar sonra yeniden bir araya gelmesiyle başlıyor. Kırgınlıklar ve kıskançlıklar zamanla ortaya çıkıyor; aile fertleri askeri cunta dönemiyle de lekelenen geçmişleriyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Bérénice Béjo ile yönetmen Pablo Trapero’nun eşi Martina Gusman’ın iki kız kardeşi canlandırdıkları Sükunet, izleyiciyi çaresiz ve güzel karakterlerimizin duygusal girdaplarına davet ediyor.

 

Neredeyse mitolojik bir deneyim: Vision


Doğa, gelenekler, efsaneler ve varoluşun ve belki de yaşamın gizemi, Naomi Kawase’nin San Sebastian’da ilk gösterimini yapan yeni filminin zarif özünü oluşturuyor. Aynı zamanda Filmekimi programında yer alan Non-fiction / Çifte Hayatlar filminde de rol alan Juliette Binoche, filmde Fransız köşe yazarı Jeanne’ı canlandırıyor. Jeanne, 997 yılda bir görülen, keder ve zaafları yok ettiğine inanılan “Vision” adlı bir bitkinin peşinde Japonya’nın Nara bölgesindeki Yoşino dağlarına geliyor. Dingin Sular, Umudun Tarifi ve Aşkın Gözü filmlerini izlediğimiz yönetmen Naomi Kawase’nin doğup büyüdüğü Nara bölgesinde çektiği Vision, doğa ile aramızdaki kırılgan bağları yücelten, dil ve kültür farklılığının insanlar arasında bağlar kurmaya engel olmadığını vurgulayan, özellikle ses tasarımı ve görüntüleriyle akıllara kazanacak, neredeyse mitolojik bir deneyim.

 

Olağanüstü manzaralar, macera gibi bir kahramanlık hikayesi: Woman At War


Cannes’da Eleştirmenler Haftası bölümünde dünya prömiyerini yapan Woman At War, Atlar ve İnsanlar’la tanınan Benedikt Erlingsson’un ikinci uzun metrajlı filmi. Variety dergisi tarafından “küresel meseleleri hem mizah hem de tatminkar bir adalet hissiyle ele alan, zekice yapılmış, insanı iyi hissettiren ender filmlerden” sözleriyle övülen Woman At War, İzlanda’nın el değmemiş dağlık bölgelerinde geçiyor. Filmin kahramanı, yöresindeki alüminyum tesislerine tek başına savaş açan, ancak evlat edinme başvurusu kabul edilince dünyası sarsılan, “Dağların Kadını”, çevreci aktivist Halla. Kuzeyli mizahı küresel dertler ve adalet duygusuyla birleştirirken olağanüstü manzaralar eşliğinde sunan film, yönetmeni Erlingsson’un tarifiyle “macera gibi anlatılan bir kahramanlık hikâyesi; gülümseyerek anlatılan ciddi bir masal.”

 

Luca Guadagnino’dan giallo klasiğinin yeni yorumu Suspiria


Geçen yıl Filmekimi’nde çok ses getiren Call Me By Your Name / Beni Adınla Çağır ile izlediğimiz Luca Guadagnino bu kez korku sinemasına el attı ve giallo türünün en bilindik filmlerinden, Dario Argento’nun 1976 başyapıtı Suspiria’yı yeniden çekti. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filmin konusu, orijinaliyle neredeyse aynı: 1977 yılında, Berlin’de, dünyaca ünlü bir dans trupuna karanlık güçler musallat olmuştur; dansçılardan bazıları bu güce yenilir, bazılarıysa mücadeleyi seçer. Duyurulduğu ilk andan beri merakla beklenen Suspiria, Tilda Swinton ve Dakota Johnson’lı parlak oyuncu kadrosu, özünü aldığı kült film, sürekli artan huzursuzluk hissi ve benzersiz görselliğiyle uzun süre zihninizi kurcalayacak. Suspiria’nın müzikleri Radiohead’den Thom Yorke tarafından bestelendi, koreografiler ise sinema, tiyatro, moda ve dans alanlarında tanınmış sanatçı Damien Jalet’ye ait.

 

Juliette Binoche ile Guillaume Canet başrolde: Çifte Hayatlar


Henüz sona eren Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan Çifte Hayatlar / Non Fiction, dijital ekonomiyle dünyanın hızla değişiminin hayatlarımız üzerindeki etkisini edebiyat üzerinden mizahi ve ironik bir bakışla ele alıyor. Fransa’nın en parlak yıldızları Juliette Binoche ile Guillaume Canet’yi oyuncu kadrosunda barındıran Çifte Hayatlar’ın kahramanları, yayımevi yöneticisi Alain ile ünlü yazar Léonard. Hem yayımcı hem yazar bir yandan dijital dönüşüme bir yandan da orta yaşın getirdiklerine olmaya ayak uydurmaya çalışırken eşleri de denkleme dahil oluyor. Personal Shopper / Hayalet Hikâyesi ile cep telefonları ve sürekli bağlantı halinde olma durumunu gözlemleyen auteur yönetmen Olivier Assayas teknolojinin hayatımızdaki yerini bu kez komediyle sorguluyor.

 

Hareketli bir polisiye: Düşman Kardeşler


İnsanlıktan Uzakta, Duvar filmleriyle tanınan David Oelhoffen’in yönettiği yeni filmi, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarıştı. Paris’te geçen bu hareketli polisiye filmin kahramanları, şehrin uyuşturucu ticaretiyle bilinen kenar mahallelerinde doğup büyüyen iki yakın arkadaş. Birbirlerini kardeş sayan Manuel ve Driss, büyüyünce hayatta tam ters tercihler yapıyor: Manuel çetelere katılırken Driss ise polis olmaya karar veriyor. Düşman Kardeşler / Close Enemies Matthias Schoenaerts ile Reda Kateb‘i bir araya getiren, sadakat, ihanet, intikam dolu, hareketli bir kardeşlik hikâyesi anlatıyor.

 

Ve....

 

Aksiyonu, kahkahası bol bir romantik komedi: Seninle Başım Dertte


Yönetmeni Pierre Salvadori’nin 1980’lerin Something Wild ve Married to the Mob / Babanın Metresi gibi renkli ve hareketli komedilerinden esinlendiği Seninle Başım Dertte, aksiyonu, kahkahası bol bir romantik komedi. Fransa’nın güneyinde bir sahil kasabasında geçen filmin başrolünde İlk Dövüşte Aşk ve Meçhul Kız’dan tanıdığımız Adèle Haenel yer alıyor.

 

Sovyetler Birliği’nde rock kültürünün doğuşu: Yaz


Filmekimi’nde Öğrenci filmini izlediğimiz Kiril Serebrennikov’un Cannes’da ana yarışmada yer alan son filmi Yaz / The Summer, içten bir aşk üçgeni anlatırken 1980’lerde Sovyetler Birliği’nde rock kültürünün doğuşunu da gözlemliyor. Filmin kahramanlarından Mike Naumenko, Rus rock dünyasının en iyi şarkı sözü yazarlarından biri olarak tanınıyor. Meşhur Kino grubunun kurucusu Viktor Tsoi ise devrimci şarkılarıyla Rus rock’ının öncülerinden sayılıyor. Yaz, bu müzisyenleri daha yolun başındayken mercek altına alıyor. Oyuncular filmde şarkıları kendileri seslendiriyor.

 

Dünyanın dört bir yanından sekiz tüyler ürpertici hikaye: Kötülük Kılavuzu


Dünyanın dört bir yanından halk öyküleri ve söylenceler, sekiz tüyler ürpertici kısa filmden oluşan Kötülük Kılavuzu / The Field Guide To Evil’ın esin kaynaklarını oluşturuyor. Aralarında geçen yıl Filmekimi’nde Baskın’ın Türkiye prömiyerini yapan Can Evrenol’un yönettiği Al Karısı, Berberian Sound Studio’nun yönetmeni Peter Strickland ile Goodnight, Mommy’nin yönetmenleri Veronika Franz ile Severian Fiala’nın filmlerinin de bulunduğu bu filmler takıntı, lanet, kara sevda, şehvet, gulyabani ve haset öyküleri anlatıyor. Kültleşen ABCs of Death / Ölümün Alfabesi yapımcılarının bu son projesi, SXSW, Neuchatel, Seattle, Yeni Zelanda, Sydney, Kanada Fantasia festivallerinden sonra Filmekimi izleyicilerinin korkularını ekrana yansıtıp tüylerini diken diken edecek.

1 2

18/09/2018 18:50
YORUMLAR




DİĞER HABERLER