Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
HABER
2018 filmekimi'nde hangi filmler var?

Bu yılın filmekimi'yle ilgili merak edebileceğiniz her tür bilgi şurada. Burada ise programdan seçme filmler var, siz programınızı yaparken lazım olabilir: 

 

Hirokazu Kore-eda’nın Cannes’dan Altın Palmiye’yle dönen yeni filmi: Arakçılar


Hirokazu Kore-eda’nın yeni filmi Arakçılar / Shoplifters, yönetmenin sevilen tarzını yansıtan dokunaklı bir aile dramı. Filmin kahramanları, ufacık bir evde yaşayan ve geçinmek için süpermarketlerden yiyecek çalan bir aile. Sokakta terk edilmiş küçük bir kızı kendilerince evlat edinen aile böylece büyüyor, ancak bu iyilik cezasız kalmıyor. 1997’den bu yana Altın Palmiye kazanan ilk Japon filmi olan Arakçılar, Cannes ana yarışması jüri başkanı Cate Blanchett tarafından, “oyuncuların performansları, yönetmenin vizyonuyla iç içe geçiyor” diyerek övülmüştü. 2013’te Filmekimi’nde gösterilen Like Father Like Son / Benim Babam, Benim Oğlum filmiyle aklına düşen “aile nedir?” sorusunu toplumsal bir açıdan ele alan Kore-eda hem tekniği hem de konusuyla Japon sinemasının efsane yönetmeni Ozu’yu anımsatıyor.

 

Yeni Godard filmi İmgeler Ve Sözcükler


Filmekimi’nden açıklanan ilk film, efsane Jean-Luc Godard’ın yeni filmi İmgeler Ve Sözcükler / Le livre d’image / The Image Book. İmgeler Ve Sözcükler, dünya prömiyerini yaptığı Cannes’da ilk kez verilen Özel Altın Palmiye’yi kazandı. Dünyanın en yaratıcı, hiçbir kalıba sığmayan yenilikçi yönetmenlerinden Godard’ın bu son filmi yine kışkırtıcı, yine zorlayıcı, politik ve zihin açıcı. Farklı formatların, görüntü kaynaklarının, ses parçalarının kolajlandığı İmgeler Ve Sözcükler, Godard’ın sinemada artık hiçbir şeye özgün denilemeyeceğini iddia eden bir zihin egzersizi, görsel bir bombardıman, yine heyecan verici bir başyapıt.


Nadine Labaki’nin Jüri Ödüllü filmi Capharnaüm / Kefernahum


Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki’nin son derece dokunaklı son filmi Capharnaüm, 12 yaşındaki Zain’in kısacık hayat hikâyesini anlatıyor. Ailesinden sevgi dışında hiçbir şey alamadığını, ihmal edildiğini söyleyen, nüfusa kayıtlı bile olmayan Zain, Beyrut’un en fakir mahallelerinde bazen tek başına, bazen mülteci bir kadının sıcak kucağında hayat mücadelesi veriyor ve sonunda anne-babasını mahkemeye veriyor. Çocukluk, aile, göçmenlik, sevgi gibi evrensel kavramları işleyen filmde Zain rolünü olağanüstü bir performansla üstlenen küçük Zain Al Rafeea, gerçekte Beyrut’ta Suriyeli mülteci bir ailenin çocuğu olarak tıpkı filmdeki gibi zorluklar yaşamış. Nadine Labaki, 2008’de Karamel adlı filminin gösterildiği İstanbul Film Festivali’ne konuk olmuştu.

 

Pawel Pawlikowski’ye En İyi Yönetmen ödülü kazandıran Soğuk Savaş


Ida ile başta Oscar olmak üzere ödüle doymayan yönetmen Pawel Pawlikowski, yine İkinci Dünya Savaşı’nın küllerine dönüyor. Cannes’da dünya prömiyerini yaparak Pawlikowski’ye En İyi Yönetmen ödülünü kazandıran Soğuk Savaş / Cold War 1950’lerde, Soğuk Savaş sırasında, Polonya’dan Berlin’e, Yugoslavya’dan bohem Paris’in gece kulüplerine uzanan, iki müzisyen arasındaki tutkulu aşkı anlatıyor. Zamanda sıçrayarak ilerleyen hikâyesi, melankolik havası, sade, siyah-beyaz görüntüleriyle birbirinden vazgeçemeyen iki âşığın tutkusunu perdeye aktaran filmin en güçlü yönlerinden biri de müzikleri. Caz ve şansonların yanı sıra folk ezgilerini de barındıran filmdeki şarkılar ve aranjmanlar Mazowsze ile avangart piyanist ve besteci Marcin Masecki’ye ait.

 

Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan Mutlu Lazzaro


The Wonders / Mucizeler ile sevdiğimiz Alice Rohrwacher’in son filmi Mutlu Lazarro / Lazzaro Felice günümüz dünyasını mistik öğelerle ele alan bir dostluk hikâyesi anlatıyor. İtalyan sinemasının yükselen yeteneklerinden Alice Rohrwacher'in insanın ruhuna işleyen filmi, hem tarzı hem konusuyla efsane Pasolini'nin yapıtlarını anımsatıyor. Düz bir zaman çizgisi izlemeyen ve Super16 filmle çekilen Mutlu Lazzaro, özellikle filme adını veren masum Lazzaro rolündeki Adriano Tardiolo’nun performansıyla öne çıkıyor.

 

Kült yazar Haruki Murakami’nin öyküsünden sinemaya uyarlanan Şüphe


Kült yazar Haruki Murakami’nin öyküsünden sinemaya uyarlanan Şüphe / Burning, dünya prömiyerini yaptığı Cannes’da tüm eleştirmenlerin beğenisini kazandı ve FIPRESCI ödülünü aldı.
Şüphe vasıfsız bir genç, âşık olduğu güzel kız ile zengin ve küstah bir adam arasındaki aşk üçgeni ekseninde bir öfke ve saplantı hikâyesi anlatıyor. Gitgide artan gerilimiyle usta işi bir Murakami uyarlaması olan Şüphe, Vaha, Güneşli Kent ve Şiir filmleriyle tanıdığımız Lee Chang-dong’un sekiz yıl aradan sonra çektiği ilk film. Gizemli öyküsü etrafında şekillenen filmin gücü, izledikten çok sonra bile hafızalarda yerini koruyan, emsalsiz bir özenle kurgulanan sahnelerinden kaynaklanıyor. Filmin başrollerini Koreli oyuncu, moda ikonu, sanat tarihçisi Yoo Ah-in, Walking Dead ve Okja’dan tanıdığımız Steven Yeun ile Jeon Jong-seo paylaşıyor.

 

Cannes’ın En İyi İlk Film’i: Kız


Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde dünya prömiyerini yapan, Lukas Dhont’un yönettiği Kız / Girl, 15 yaşındaki ergen bir trans bireyin balerin olma mücadelesini anlatıyor. Kız, Cannes’da FIPRESCI Ödülü, En İyi İlk Film’e verilen Altın Kamera, Kuir Palmiye ödüllerini kazandı, başroldeki genç oyuncu Victor Polster’e de Belirli Bir Bakış Bölümü–En İyi Erkek Oyuncu ödülünü getirdi. Filmin çıkış noktası, yönetmen Dhont’un 2009’da Belçika’da bir gazetede okuduğu haber. Dhont, “böyle bir cesaret öyküsü, benim ilk filmimin konusu olmalı” diyerek yola çıkmış. Kız, Oscar and the Wolf’un Strange Entity şarkısına çektiği kliple de tanınan Dhont’un yönettiği ilk uzun metrajlı film.

 

Lars Von Trier’in son filmi: Jack’in Yaptığı Ev


Jack’in Yaptığı Ev / The House That Jack Built, parlak oyuncu kadrosuyla göz kamaştırırken dehşet verici hikâyesi ve görselliğiyle izleyicileri ve eleştirmenleri ikiye böldü. Her filminde izleyiciyi zorlayan Von Trier, Cannes’da dünya prömiyerini yapan son filminde çıtayı iyice yükseltti. Film, 1970’lerde başlayıp, bir seri katilin 12 yıl boyunca işlediği korkunç cinayetleri katilin gözünden takip ediyor.
The House That Jack Built, 2013 tarihli Nymphomaniac’tan bu yana sessiz kalan Lars Von Trier’in ve Matt Dillon’ın muhteşem dönüşlerini haber veriyor. Filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Bruno Ganz, Uma Thurman, Riley Keough de yer alıyor.

 

I Stand Alone'u beğenmediniz; Irreversible'den nefret ettiniz; Enter the Void'dan tiksindiniz; Love'a küfrettiniz. Bir de Climax'i deneyin!


İzleyicilerini sonuna kadar zorlayan Gaspar Noé, Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünün en iyi filmi seçilen Climax’te de kuralı bozmuyor. “Rüya ve kâbuslarını” perdeye yansıtan Noé, son filminin merkezine bu kez dansçıları yerleştiriyor. Dansçılar son provalarını yaptıktan sonra beklenmedik bir gelişmeyle Noé tarzı sürpriz, hazmı zor olaylar birbirini kovalıyor. Climax’in dansçılarını dansçı-müzisyen Kiddy Smile Paris’te “dans savaşları”ndan seçti. Filmin koreografileri Diplo, Sia, Björk, Rihanna, 30 Seconds to Mars’la çalışmış Los Angeles’lı Nina McNeely’ye ait. Koreograf rolündeki Sofia Boutella’yı Kingsman filminden tanıyoruz. Filmde waacker, krumper ve electrodancers gibi farklı sokak dans tarzları yer alıyor.

 

Lanthimos’tan bir dönem filmi: The Favourite


The Lobster, Köpekdişi, Kutsal Geyiğin Ölümü gibi her filmi büyük ses getiren Yorgos Lanthimos’un, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan son filmi, yönetmenin önceki filmlerine kıyasla çok farklı, çünkü bir dönem filmi. 18. Yüzyılda geçen filmde Fransa ile savaş sürerken iki soylu kuzen, Marlborough Düşesi Sarah ile akrabası genç Abigail, İngiltere Kraliçesi Anne’in gözdesi olmak için birbirleriyle rekabete girer. Kraliçe Anne’in sağlığı bozulurken iktidar, hırs, aşk ve hasetten güç alan saray entrikaları alıp başını gider. Günümüzün en parlak üç kadın oyuncusu, Emma Stone, Olivia Colman ve Rachel Weisz’ı bir araya getiren The Favourite, The Crown, All About Eve ve hatta Jackie Brown ile karşılaştırılan, yeni bir Lanthimos başyapıtı, Variety dergisine göre “kusursuz kesimli bir pırlanta”.

  

Gangster dünyasında bir aşk trajedisi: Kül En Saf Beyazdır


Kalıpları kırarak her filminde sürprizlerle izleyicinin karşısına çıkan sinemacı Jia Zhang-ke’nin Cannes’da yarışan ve Sinefil Derneği Ödülleri Jüri Özel Ödülü ile En İyi Kadın Oyuncu (başroldeki Tao Zhao) ödüllerini kazanan son filmi Kül En Saf Beyazdır / Ash is Purest White, Çin’in kapitalist dönüşümünü gangster dünyasında geçen bir aşk trajedisi yoluyla anlatıyor. Daha önce Filmekimi’nde Günahın Dokunuşu ve Dağlar Uzaklaştığında filmlerini izlediğimiz yönetmen Zhang-ke, filmini şöyle tarif ediyor: “Toplumun kıyısında yaşayan bir çiftin hikâyesi—kayıp gençliğim ve gelecek hayallerim… Yaşamak, sevmek ve hür olmak…”

 

Tarihin en büyük müze soygunlarından biri: Müze


Berlin Film Festivali’nden En İyi Senaryo ödülüyle dönen ve Alonso Ruizpalacios’un birçok festivalde ödüllendirilen Güeros’tan sonra çektiği ilk film olan Müze / Museo, Meksika’nın bu en kötü şöhretli soygununu içeriden bir bakış açısıyla anlatıyor. 25 Aralık 1985’te Meksika’nın en saygın, en bilinir, neredeyse kutsal mekânlarından Meksika Antropoloji Müzesi’nin soyulma hikâyesini anlatan Müze’nin senaryosunun yazım sürecinde soyguna bir şekilde bulaşanlarla da görüşmeler gerçekleştirildi. Başrollerden birini üstlenen Gael García Bernal, aynı zamanda filmin yürütücü yapımcılarından. Filmin çekimleri üç ay boyunca Mexico City, Acapulco ve Palenque’de yapıldı ve Antropoloji Müzesi’nde çekim yapılmasına ilk kez izin verildi.

 

Vanessa Paradis’den müthiş bir performans: Kalpteki Bıçak


Yann Gonzalez’in yönettiği, Cannes’da Altın Palmiye için yarışan Kalpteki Bıçak / Knife+Heart’ın başrolünde Vanessa Paradis müthiş bir performans gösteriyor. Vanessa Paradis, âşık olduğu kadını yeniden kazanmaya çalışırken bir yandan da oyuncularını teker teker öldüren seri katilin peşine düşen bir film yönetmenini canlandırıyor. Filmde rol alan Félix Maritaud’yu Kalp Atışı Dakikada 120’den hatırlıyoruz. 1970’ler estetiği, tutkulu aşklar, saplantılı katiller, bayağılığa kaçmayan bir erotizmle slasher’a göz kırpan bir cinayetler silsilesi…

 

Christophe Honoré’nin yeni filmi Beğen, Sev ve Hemen Kaç


Beğen, Sev ve Hemen Kaç / Sorry Angel, 1990’larda Paris’te Jacques ve Arthur’un yakınlaşmasını izliyor: Jacques 40’ına basmak üzere bir yazar, Arthur ise sinemacı olmayı düşleyen bir öğrenci. Cannes’da dünya prömiyerini yapan Beğen, Sev ve Hemen Kaç / Sorry Angel, hüzünlü bir rüya gibi. Filmin başrolünde Göldeki Yabancı’dan tanıdığımız Pierre Deladonchamps var. Aşk Şarkıları, Banyodaki Adam ve Güzel İnsan ile tanıdığımız Christophe Honoré filmini “bir ilk aşk ve bir son aşk filmi, imkânsız bir aşkın değil imkânsız bir hayatın filmi” sözleriyle tanımlıyor.

  

Her filmiyle olay yaratan Sorrentino’nun son filmi Loro

Her filmiyle olay yaratan, Muhteşem Güzellik’le Oscar’a, The Young Pope ile TV ekranlarına uzanan Paolo Sorrentino, yine ülkesinin entrika dolu dünyasına dönüyor ve kamerasını bu kez eski başbakan Silvio Berlusconi’ye çeviriyor. Sorrentino bir yandan skandalların adamı Berlusconi’yle sınır tanımadan dalga geçiyor, bir yandan da İtalyan siyasetine ilginç bir açıdan göz atıyor. Kurt siyasetçiyi, Sorrentino’nun birçok filminde birlikte çalıştığı Toni Servillo canlandırıyor. Toronto Film Festivali’nde uluslararası prömiyerini yapan Loro, siyasi hicvin en çağdaş ve en usta örneklerinden birini beyazperdeye getiriyor.

 

Nicolas Cage, Mandy’nin intikamını alıyor!


Amansız bir tarikat, cehennem kaçkını katiller, intikam peşinde kana susamış bir adam… Başrolünde Nicolas Cage’in efsaneleştiği Mandy, eşi cani bir tarikat tarafından katledilen Red’in intikam arayışını anlatıyor.
İlk gösterimini Sundance’te, uluslararası gösterimini Cannes’da yapan Mandy, hayalle gerçek arasında gidip gelirken 1980’ler estetiğini bolca kan, aksiyon ve tuhaf bir fantezi dünyasıyla buluşturuyor. Panos Cosmatos’un yönettiği, müziklerini Jóhan Jóhansson’un bestelediği filmin yapımcılarından biri de Elijah Wood.

 

Los Angeles’ta komplo peşinde: David Robert Mitchell’den Gölün Altında


It Follows ile hayranlığımızı kazanan David Robert Mitchell’ın Cannes’da dünya prömiyerini yapan son filmi Gölün Altında / Under The Silver Lake, Hitchcock’tan esinlenen, popüler kültüre sonsuz gönderme içeren, yönetmeninin tabiriyle “Los Angeles denen o karanlık ve çarpık fantezi dünyasını” keşfe çıkan bir neo-noir.
Never Let Me Go ile tanıyıp sevdiğimiz, Örümcek Adam’la ününü pekiştiren Andrew Garfield’ın neredeyse tek başına sürüklediği Gölün Altında, cinayetlerden çizgi romanlara, küresel komplolardan şarkılardaki gizli mesajlara geçiveren çok hareketli, eğlenceli ve renkli bir kara film.

 

Debra Granik’in baba-kız hikâyesi: İz Bırakma


Jennifer Lawrence’ı sinemaya kazandıran Winter’s Bone’dan tam sekiz yıl sonra çektiği ilk filmde yönetmen Debra Granik, yeni gerçekçi yaklaşımından yine ödün vermiyor. Amerikan bağımsız sinemasının bu yaz öne çıkan filmlerinden olan ve ilk gösterimini Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yapan İz Bırakma / Leave No Trace, Peter Rock’ın gerçek bir olaydan yola çıkan romanı My Abandonment’tan beyazperdeye uyarlandı. Film, Portland şehri dışındaki ormanlık alanda herkesten uzakta yaşamlarını sürdüren bir baba-kızın hikâyesini anlatıyor. İnsanı derinden etkileyen, doğa, şehir, aile ve modern yaşama dair ilginç noktalara değinen İz Bırakma’nın senaryosu travma geçirmiş asker emeklileriyle yapılan görüşmeler ve doğacı-filozof Henry David Thoreau’nun yazılarıyla Shakespeare’in Fırtına’sından da esinleniyor.

 

Ethan Hawke’tan bir Blaze Foley hikayesi: Blaze


Oyunculuğuna hayran olduğumuz Ethan Hawke’un yönettiği ve ilk gösterimini Sundance’te yapan Blaze, Merle Haggard ve Willie Nelson gibi yıldızlar çıkaran Teksas Kanunsuz Müzik hareketinin perde arkasındaki kahramanlarından, If I Could Only Fly ve Election Day gibi şarkıların yaratıcısı Blaze Foley’nin hayatını anlatıyor. Amerikan taşrasından gelmiş iri yarı, aksak, neredeyse ayyaş, konuştuğunda söylediklerinin çoğu anlaşılmayan bir country-blues şarkıcısı Blaze Foley. Gitarı eline aldığında yazdığı yalnızlık ve özlem şarkılarıyla herkesin hayranlığını kazanıyor. Ne var ki şöhreti yükselirken, özellikle öfkesine hakim olamadığı için Blaze’in yıldızı git gide daha az parlıyor.

 

Duygu dolu bir büyüme hikâyesi: Biz Hayvanlar


Hem sert, hem sıcak, bir yandan da dağınık ve neşe dolu bir aile… İlk gösterimini Sundance Film Festivali’nde yapan ve festivalde Yenilikçilik Ödülü’nü kazanan, belgeseli In A Dream ile Oscar adayı olan yönetmen Jeremiah Zagar’ın ilk kurmaca filmi Biz Hayvanlar / We The Animals anne-babalarının aşk-nefret ilişkisinde arada kalan üç küçük erkek kardeşi merkezine alan, duygu dolu bir büyüme hikâyesi anlatıyor. Bir işçi ailesinin iç dinamiklerini kardeşlik ve aile içi şiddet yoluyla ve belgeselci gözüyle aktaran Biz Hayvanlar, kardeşleri canlandıran amatör çocuk oyuncuları, duygusal atmosferi ve animasyon sekanslarıyla dikkat çekiyor.

 

Asghar Farhadi’nin ustalık eseri: Herkes Biliyor

Bir Ayrılık ve Satıcı’yla iki kez Oscar kazanan İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin en yeni filmi Everybody Knows / Herkes Biliyor Cannes Film Festivali’nin açılışında gösterildi. Ustalığını konuşturduğu ahlaki seçimler ve aile dramı alanına bu kez psikolojik gerilim ve gizemi de katan Farhadi’nin bu sekizinci uzun metrajlı filminde, Buenos Aires’te yaşayan bir kadının çocuklarıyla birlikte İspanya’ya gidişi ve eski tanıdıklarının da karıştığı olayların ortasında kalışı anlatılıyor. Görüntü yönetimiyle dikkat çeken filmin müziklerini Mujeres de Agua projesiyle İstanbul Caz Festivali’ne konuk olan Javier Limón besteledi.

 

Hareketli bir gangster komedisi: Dünya Senin


Romain Gavras’ın ilk gösterimini Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yapan hareketli gangster komedisi Dünya Senin / The World Is Yours sakin bir hayata geçmeye çalışan, filmin bahtsız başkahramanı Farés’in İskoç gangsterler, komplocu tetikçiler hatta deniz korsanlarıyla başını derde sokmasını konu ediniyor. Göz kamaştırıcı oyuncu kadrosu, hiç dinmeyen enerjisi ve aksiyon sahneleriyle öne çıkan Dünya Senin’in müziklerini de Jamie xx ile Sebastian üstleniyor. Yönetmen Romain Gavras, aslında uzun zamandır ekranlarımıza konuk oluyor. Kanye West & Jay-Z, DJ Mehdi, Justice, Last Shadow Puppets, M.I.A, Simian Mobile Disco için çektiği video klipleriyle tanınan Romain Gavras, usta yönetmen Costa-Gavras’ın oğlu, Julie Gavras’ın kardeşi.

 

Gus Van Sant’tan sıradışı bir başarı öyküsü: Merak Etme, Fazla Uzaklaşamaz


Amerikan bağımsız sinemasının en önemli isimlerinden Gus Van Sant’ın son filmi Merak Etme, Fazla Uzaklaşamaz / Don’t Worry, He Won’t Get Far On Foot, bir azim, yaşam sevinci ve sıra dışı başarı öyküsü anlatıyor. Başrolündeki Joaquin Phoenix’in benzersiz performansıyla bolca övülen ve şimdiden 2019 Oscar’ları için adı anılan film, yönetmen Van Sant’ın dostu da olan karikatürist John Callahan’ın gerçek hayat hikâyesinden esinleniyor. Trafik kazası sonucu belden aşağısı felçli kalan 21 yaşındaki Callahan, gönülsüzce razı olduğu zorlu rehabilitasyon sürecinde çizim yeteneğini keşfediyor; dünyaca ünlü bir karikatürist olma yolunda bir yandan da alkol bağımlılığını yenmeye çalışıyor. Dünya prömiyerini Sundance’te yapan filmin oyuncu kadrosunda müzik dünyasından Carrie Brownstein, Beth Ditto ve Kim Gordon da yer alıyor. Gus Van Sant 2007 yılında İstanbul Film Festivali’nin Sinema Onur Ödülü’nü almıştı.

 

Yılın en çok konuşulan filmlerinden: Dogman


Gomorrah ile mafya ve şiddet sarmalını ele alan Matteo Garrone’nin Cannes’da Altın Palmiye için yarışan son filmi, bu kez küçük bir kıyı kasabasında kötülüğün ve şiddetin toplumdaki izlerini arıyor. Git gide sertleşen atmosferi ve gerçekçi yaklaşımıyla Dogman, İtalya’nın en prestijli ödüllerinden Gümüş Kurdele’lerde sekiz dalda ödül kazanarak yılın en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Başroldeki, oyunculuk eğitimi almamış Marcello Fonte’nin etkisiyle sessiz sinema döneminin efsaneleri Buster Keaton ve Charlie Chaplin’e de gönderme yapan film, Cannes’da Palm Dog ödülünü de kazanırken, Fonte de En İyi Erkek Oyuncu ödülünün sahibi oldu.

1 2

18/09/2018 18:50
YORUMLAR




DİĞER HABERLER