Liz Taylor’ın hikayesini öğrenmek bu haftaya kısmetmiş. Denis O’Hare’in enfes bir performansla yorumladığı bu karakterin arka planında olanları izlemek keyifliydi. Karısından bahsederken “Aynı beden giydiğimiz için eşim Tracy ile evlendim,” demesi çok hoştu mesela. Önceleri ilaç temsilcisi olan Liz, yalnız kaldığı zamanlarda kadın kıyafetleri giyip içindeki kadın ruhunu serbest bırakıyormuş meğer. Transseksüelliğini herkesten gizleyen Liz’in bu durumunu kabul edip özgürleşmesini ise Kontes sağlamış. Kendisiyle dalga geçen iş arkadaşlarını eldiveniyle buluşturan Kontes, Liz’in bugünkü imajının da arkasındaki isimmiş. Liz’in dönüşümünü izlemek, karakterin gözümüzde zenginleşmesi anlamında güzel oldu.
Alex ise Bayan Ellison’ın kızamığa yakalanan ve sağlık durumu kötüye giden oğlunu, virüsü bulaştırarak kurtardı ve ortalığın mahvolmasında büyük pay sahibi oldu. Max’in okul sahneleri ‘gore’ öğesini epey bir kullandı. Çocuk işe annesinden başladı zaten. (Başımız sağolsın Madchen Amick’i de kaybettik, umarız hayalet ve ruh olarak döner ve etkin bir rolü olur.) Okulda bu sefer ne bit salgını, ne kızamık salgını vardı; vampirizmin kan gölüne buladığı okulun virüslü öğrencileri, personel ve öğretmenlerle susuzluklarını giderirken bir de bu katliamın suçunu hayali birine atarak paçayı kurtardılar. Yalnız o öğretmende ne azim varmış; eli boğazında, o halde düşe kalka bayağı bir mesafe katetti ya! Bu azimle mermer filan kalmaz ortada. Max ise Kontes’in bir numaralı adamı olur valla başlattığı bu salgınla.