Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Beyaz atlı prensleri de vururlar Ömer, dikkat!
Sezon: 1 Bölüm: 34

*Merhabalaaaaaar merhabalar. Goygoycunuz, seyrelticiniz geldi. Şimdiye kadar en hüzünlü bölümlere bile su kattım, hüznü seyreltmeye çalıştım. Bu hafta içimden pek de goygoy yapmak geçmiyor. Neden mi? Çünkü herkes içinden geleni yapıyor, mesela Ömer. Ömer sadece içinden gelenleri, içinden geldiği gibi yapıyor. Ömer asi, Ömer gibi ol.

Elimden geldiğince yayın saatinde Ekranella Twitter hesabı üzerinden sizlerle yorumlarımı anlık olarak paylaşmaya, nabzı tutmaya çalışıyorum. Hatta bu hafta biraz fazla yükseldiğimi ve yükselttiğimi de itiraf edebilirim. Neden mi? Çünkü içimden geleni yapıyorum. Çok sevdiğimiz, tek tek oyunculara, ekibe, hikayeye gönül verdiğimiz için kendimizi frenlediğimizi düşünüyorum artık. Halbuki eğer gerçekten seviyor ve mutluluktan içimizde kelebek izdihamı gerçekleşecek kadar heyecanla izliyorsak, izlemek istiyorsak ara ara da seyirci olarak görüşlerimizi dürüstçe ifade etmeliyiz bence. Edebilmeliyiz. Olumsuz görüşler kimse büyük tepkilerle, "salaksınız siz anlamadınız" tavrıyla karşılanmamalı. Biz neleri neleri eleştiriyoruz, hem de böyle bir ülkede, hayali karakterlerle kurulmuş bir dünyayı mı eleştiremeyeceğiz?

Defne ve Ömer ne zaman bir araya gelse, iki uç sonuç ortaya çıkıyor; aşırı mutluluk ya da aşırı hayalkırıklığı. Bu bölüm başlangıcı bir önceki bölümün final sahnesiydi. Ben "bu öpüşme böyle değil şöyle olmalıydı, o pançoyu neden giymiş ki bu kız?" demiyorum, açıkçası daha fazlası umrumda bile değil. İki oyuncuyu daha da, daha da cinsel bir karenin içine sokup sokmama kararının beni ilgilendirdiğini sanmıyorum. Ama kaçıncı kere yakınlaşmalar, itiraflar, güzel sözler kapı ziliyle, telefonla, içeriye dalan biriyle bölünebilir? Bölünmesin be, n’olur bölünmesin. Koray oradan koşarak geldiğinde ayağıma tam otursa da uçursam Levent açıklarına diye düşündüm. Tekmeyle savururum, vallahi billahi savururum. Biraz önce uzun zamandır birbirine kırgın olan, bir türlü ayrılığı aşamayan çiftimiz öpüştü, farkında mısınız? Eeee, hayat nasıl bu kadar normal ilerleyebiliyor? Sizce de birinden birinin kenara çekip "Ne oldu az önce?" demesi gerekmez mi? Barıştınız mı yani, tekrar mı berabersiniz, anlık bir şey mi? Yoooo içinden öyle gelmiş, birazdan bunu tartışacağım.

*Dizinin başında sosyal medyada bir anket yaptım, 2bine yakın oy kullanıldı. Dedim ki "Hangisinin aşkı daha gerçek; Defne mi Ömer mi?". Biliyorsunuz, hiçbir zaman eşitik yoktur aşkta, kimse sevdiği kadar sevilmez. Sevildiğiniz kadar sevemezsiniz de bazen, ne kadar isteseniz de. Bazen sevgi de değildir problem; fedakarlıktır, güvendir, tutkudur. Biri daha tutkulu sever, biri daha fedakar davranır. Bu yüzden severek ayrılanlar diye bir şey vardır. En çok da onlar bilir ayrılığı, ilişkiden kurtularak değil yaralanarak çıkmışlardır. Dizinin son sahnelerine kadar Ömer %65 Defne %35 şeklinde gitti sonuçlar. Şu an o oran tam tersi yönünde ilerliyor. Neden mi? Durun durun, onu da anlatacağım.

*Bir küçük elma meselemiz var. Yahu bu elma size ne etti, biz size ne ettik. Bütün hafta heyecanlandık, "çok büyük yanlışlara, günahlara düşün e mi" dedik. Elmanın vitamini kabuğunda kaldı, kutunun içinde kısıldı kaldı. Koray'ın şer meyvesi diye tarif ettiği elmayı yeseydiniz, sonunu düşünmeyen kahramanlar olarak kalbimizi fethetseydiniz ne olurdu ki? Ama olmadı, olmuyor. Defne daha nasıl bir mesaj versin? Kız ikidir mesaj vermekten bir hal oldu. Kalemi gönderdi, yarım kaldı. Elmayı kutuya koydu gönderdi, Ömer şöyle bir bakıp masaya koydu. Eeee? Elma diyorduk? Yoksa o elma Ömer ve bir başkası arasında geçecek yasak günah, bize günah şeylere işaret olmasın? Yok yok o kadar da değil. Biz boşu boşuna izlemedik bu kadar bölümü, bu aşkı herhalde.

*Peki Ömer neden o elmayı umursamadı bile? Ben size söyleyeyim; BİLMİYORUM! Ömer gibi bir adamın, bu dizide yazılmış en iyi karakterin, onu bırakın şimdiye kadar gördüğüm en sağlam erkek karakterlerden birinin bunu umursamaması imkansızdı. Ömer yahu Ömer, hayallerimizi süsleyen Ömer!

Bu adam Defne istiyor diye oturup onunla izdivaç programı bile izler. Defne'nin sevmediğini, daha doğrusu zevk almadığını bile bile bangır bangır bir müzik açıyor evin içinde. Defne'ye göre, görünen o ki Koray'a da göre bangır bangır tabii ki. Tamam, senin tarzın bu. Ama uyumlu olmak sadece sabah kahve haricinde çay da koymak mı? Ya da biraz daha geç yapalım kahvaltıyı ki Defne de yesin mi? Defne ne hale geldi Allah aşkına, içim kopuyor üzüntüden. Sadece bırbırbır konuşan, konuşurken artık deli edecek seviyeye getiren, hiçbir şeyden anlamayan, "Kız köylü, seni o güzel köyüne geri yollarım," dedirtecek cinsten bir kadın oldu. Film izler, anlamaz, bir de "Anlamasam da izlerim ehehehe," der. Evde boş kalır, "Temizlik mi yapsam ya sıkıldım," der. Ömer çizim yaparken gider yalandan anlam veremediği kitapları karıştırır. Bütün gün o ev içinde mutfak toplar, bulaşık yıkar, bu mu Defne?

Yahu Defne bu Defne, Ömer'in taptığı Defne. Yahu Ömer bu Ömer; Defne'nin yatağında yatacak diye mutlu olan, yastığa sarıldığında içi titreyen, mutluluktan ağzı kulaklarına varan Ömer. Ömer mi Defne konuşurken kaçacak delik arayacak, "Hala konuşuyor ya," tribine girecek, odalara kaçacak, kendini saatlerce kapatacak, mesajlarını gördüğünde irrite olacak?

Niye aynı evde yaşamaya başlamışlardı tam olarak? Ömer'in  kadın ruhundan anladığını ispat etmek için, hatta bir nevi Ömer'e küçük bir oryantasyon da paketin içindeydi. Şimdiye kadar Defne ve Ömer o evde kaliteli ne yaşadılar ki, hiçbir şey. Oturup bir film izlemedikten, içi dolu bir muhabbetle yemek masasında kaliteli zaman geçirmedikten sonra, evde gerçekten bir şeyleri paylaşmadıktan sonra ne manası var? Zaten daraldım, vallahi bunaldım. Sude ve Eymen bile daha çok mekan görmüşlerdir herhalde. Sanayi Devrimi'nde çocuk işçi mi bu insanlar da Passionis bir türlü tatile giremedi anlamıyorum ki. Bir günden bir güne bu ikisi çıkıp dışarıda bir yerlere yemeğe, ne bileyim sinemaya, alışveriş yapmaya, el ele tutuşup park bahçe gezmeye, ya da öylesine sahile gidip göz göze oturmaya çıktılar mı? Asansör, hava alınmaya çıkılan dört duvar bir ortak alan, Defne'nin ofisi, Ömer'in ofisi, Ömer'in evi. Şöyle çıkıp bir Üsküdar'a inseler jetlag olacaklar, o artık seviye. Bu değil, gerçek hayat bu değil. Burada biraz da fanlara pay biçmek lazım belki de. Özel bir mülkün etrafına kamp kurulmuşken bu insanlar Akaretler'de caddeye nasıl set kursunlar o da ayrı. Ama yapılııııır vallahi de billahi de yapılır. Yapan nasıl yapıyor? Mesela bizim Ruşen amcanın oğlu Sedat, hep dışarlarda. Genç adamsınız, gezsenize!

1 2 3
Pelin Arslan
22/02/2016 01:50
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR