Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
“Benim babam belli değil mi şimdi?”
Sezon: 1 Bölüm: 30

 

Savaş’ın yaptığı saçmalıklar saçmasıydı. Ben hiçbir anlam yükleyemiyorum. Kusura bakmayın ama Savaş yine ben’cilliğini konuşturdu. Evet, Haluk iğrenç bir yaratık. Evet, Savaş bunu biliyor. Ama hani onun ailesi değildi Mertoğlu. Hani hiçbir şeyi kabul etmiyordu o köşke ve içindekilere ait. Demeyin bana, n’olursa olsun orada büyüdü o çocuk diye. Savaş en başından beri, kendini oraya ait hissetmediğini söyleyip durdu. Savaş o, orada büyüdüm olayını çoktan geçti. Şimdi burada benim ailemden biri, Nazlı’mın ailesinden birine bir iğrençlik yaptı ve ben onu terk ediyorum, mantığı çok saçma. Yüzüne bakamıyorum demek başka gezegen, bunun için terk etmek bambaşka bir gezegen. Savaş yine bencilliğine yenik düştü benim gözümde. Üzdün Savaş, Nazlı’yı üzdün, bizi daha çok üzdün.

Esas soruya gelelim: O motoru kim yaptı? İki seçenek belirdi bende. Levent ve Melisa. Levent diyorum çünkü; suçun Haluk’un üstüne kalacağını düşündü. Haluk’la Savaş’ın bağını iyiden iyiye gerip Savaş’ın kendisine birkaç adım daha yakınlaşmasını sağlamak, tam Levent’lik iş aslında. Melisa diyorum çünkü; Melisa iyice silindi karakter olarak. Melisa’yı hikayeye, SavNaz’dan yürütmek bence gereksiz. Daha önemli bir rolü vardı onun, Haluk’un annesine benzemesi ve beraberinde getirdiği saplantı gibi. Savaş ve Nazlı yeteri kadar sorun yaratıyorlar zaten kendi kendilerine, araya Melisa’yı sokmak, bilemiyorum. Melisa’nın tam o gün orada olması, onu bırakması için o kadar ısrar etmesi, Melisa seçeneğini kuvvetlendirdi. Nereden bağlanır derseniz: Melisa kötürüm kalır, Savaş da vicdan azabıyla yanından ayrılamaz. Böylece Melisa savaşı kazanır. Böyle bir yöntemle Savaş’ı yanına çekmek normal bir insanın yapabileceği bir şey değil ama Melisa yapar. Melisa demişken, Güneşin Kızları:Dökülüş’te de sormuştum, dün fanlardan biri de, jenerikte hala ismi var ama kendi yok diye yazmış sosyal medyada. Yineliyorum Mert nerede? Kanat Heparı nerede? Küçük boşluklar gibi görünse de akıl takılıyor ister istemez. En azından, gittiyse niye gitti onu gösterin, böyle hiç olmamış gibi davranılması çok üzücü.

Güneş’i tecavüzcüsünden hamile bırakmak kimin fikriydi sevgili senaristler? Ali’nin yarasına, Selin’in bildiği gerçeğe ağır gelmedi mi bu? Hepsini geçtim, Haluk’a? Adam tecavüzcü, adam katil, adam psikopat! Hoş o çocuk bunca çilenin derdin içinde doğmaz, düşer birkaç bölüme bence ama gerek var mıydı bu hamleye? Bölüm sonu şok geçsin diye yapıldıysa, Levent’in Zafer’in telefonunu alıp, pis pis sırıtması da gayet bölüm sonu olabilirdi. Şok olmazdı ama beklenti yaratırdı. “N’apıcak acaba Levent, nasıl ulaşacak Zafer’in öldüğüne?” diye dertlenirdik. Güneş’i teslim olmaktan vazgeçirebilecek başka bir şey olabilirdi. Mesela Zafer’in hasta olan kızı gelirdi, Güneş kendini ona adardı gibi.

Haluk! Ah Haluk! Sen nasıl bir psikopatsın oğlummm! Bir yandan kızıyorum böyle yumruklarımı geçireyim istiyorum. Bir yandan da üzülüyorum. Hasta adam. Ruh hastası. Çoğu kişi farkında değil, farkında olan da bir şey yapamıyor. Tamam, gizliyor kapatıyor kendini ama acı da çekiyor. Yapmaması gerektiğinin farkında ama yapmaktan geri duramıyor. ‘Sevgisini çiçeklerle gösteremeyen bir adamın, siyaha boyanmış puzzle parçaları kadar basit bir adam,’ demiştim Haluk için. Ne diyordu filmde “Bir şeyin kalbini kırmış olması için yanlış olması gerekmez ki!” “Bir şeyin basit bir denkleme sahip olması anlaşılabilir olduğu anlamına gelmez ki!” Kafa karışıklığı had safhada ama Haluk’u belki de ilk defa böyle derinden özürler dilerken gördük. Haluk’u ilk defa evladına “Seni seviyorum,” derken gördük. Şimdi bir bebek Haluk’u toparlar gibi görünse de, o çocuk doğarsa, işin içinden çıkılmaz bir hal alacak ortam. Göreceğiz.

Ya da göremeyeceğiz bilemiyorum. Reytinglere baktım, çok kötü. İlgilisine ulaşıyor mu bilmem ancak Özetliyorum’u burada bitirip, biraz bu gidişattan bahsetmek istiyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki söylediğim, söyleyeceğim her şeyi, izlemekten keyif aldığım bir dizi bitmesin diye söyleyeceğim. Kimseyi yargılamak, kırmak veya kızdırmak niyetinde değilim. Birinci konu, senaryo. Daha doğrusu senaristler. Olayların onlar açısından kopuş noktası, bir haddini bilmezin sosyal medya üzerinden ağza alınmayacak şeyler savurması zanlımca. Empati kurmaya çalışıyorum, ben olsaydım, şevkim kırılırdı. Ne yazasım gelirdi, ne yazınca güzel şeyler yazasım. Bu noktada haklı olduklarını, binlerce kez savundum zaten. Bir de üstüne Fandom’un baskısı geliyor. Bunaltıcı olabilir kabul ama siz yazıyorsanız biz izliyoruz ve teknik olarak, bizim izlememiz için yazıyorsunuz. Bu yüzden gelen düzgün eleştirilere de kulak asmamak ne kadar doğru, bence reytinglerden anlıyoruz. İkinci konu, kanalın izlediği yayın politikası. Haftalardır bas bas bağırıyor o reytingler, bir şey yapın diye, kimse kale almıyor. Geçen hafta rutin Pazartesi süregelmedi ve biz yüksek bir oranla ikinci olduk. Bu hafta 12. olmayı geçtim, reyting puanı da 4’ün altında. İrtifa kaybetmekten çıktı konu, çakıldı çakılıyoruz. Kanal bunu hep yapıyor, izlediğim çoğu diziden biliyorum, yeni bir yapıma yer açmak adı altında, izlenen işi yok sayıp, düşürüyor. Gün değişikliği diyoruz ya, birkaç haftaya koyarlar diziyi gece kuşağına, reyting iyice düşer, sonra bir bakmışız yok olmuş. Hiçbir şeyi önemsemiyorsunuz onu anladım da, geçen hafta Fandom bir tarih yazdı, bilmem kaç bin tweet’le. Bunu da mı görmüyor ve önemsemiyorsunuz? Açıkça söyleyebilirim ki, kanaldan ve işlerinden soğutuyorsunuz. Yeni bir diziye başlamak içimden gelmiyor. Çünkü düşüşe geçtiği ilk anda, yardım eli uzatmak yerine, daha da batıracaksınız ve izleyicinin hevesini kursağında bırakıp, başka bir yapım için yer hazırlayacaksınız. Bunu bile bile bir diziye daha başlamaya takatim yok kendi adıma. Üçüncü konu ekip. Ekip dediğimde aklınıza, oyuncular gelsin, senaristler gelsin, yönetmen gelsin, adı projeye değmiş herkes gelsin. Bu ekip yorgun. Bu ekip yaz başından beri hiç ara vermeden çalışıyor. Hatırladığım kadarıyla yayınlanmadığı bir hafta oldu sadece. 30. Bölümdeyiz. El insaf. İşini severek yaptığından bir an olsun şüphe etmediğim herkes, yılmış görünüyor gözüme. Bir ara gerekiyor, kan kaybının sebebini bulmak, çıkarmak için senaristlere bir ara, yorgun oyunculara bir nefes arası. Güneşin Kızları, en başından sırlar üzerine kurulmuş bir dizi, üstelik tek bir sır üzerine de değil, her cephenin kendi içinde gizledikleri şeyler var. Dolayısıyla izleyici de yorgun. Herkes Şekerli Fandom gibi, ben gibi, oturup pür dikkat izlemiyor diziyi. İpin ucu kaçtı mı da, haliyle bırakıyor. İzleyiciye, bakın neler kaçırdınız, diye gösterilmesi lazım. Ekranella’dan Aras Bayram yazmıştı, 2015 ödüllerinde: “Toplumumuzun en büyük sorunlarından biriyle, en konuşulmayan, en dokunulmayan, en çok can yakan dertlerimizden biriyle, aile içi şiddetle yüzleştiriyor bizi. Üstelik hiç etrafında dolaşmadan, şiddeti yüceltmeden, çoğu zaman olması gerektiği gibi, eleştirerek yapıyor bunu.” diye. İzleyicide böyle hoş bir algı yaratan bir iş bu. Ali’nin, Haluk’un, AlSel’in tutkuyla, üzerinde ciddi düşünülerek, kafa patlatılarak, özenle hazırlandığı bir iş bu. Bu yüzden imkansız şeyler değil saydıklarım, sadece dikkate alınması gereken şeyler. Tekrarlama ihtiyacı hissediyorum, ben sadece bir izleyici ve burada yazmaya hak tanınmış biri olarak, yorum yapıyorum. Sevdiğim etkilendiğim sahneleri yazmak, yorumlamak, nasıl hakkımsa, beğenmediğim sahneleri de yazmanın hakkım olduğunu düşünüyorum. Keyif alarak izlediğim bir işin bitmemesi adına sesimi duyurmaya çalışıyorum. Kimseyi yargılamak ve ya öyle değil böyle yapacaksınız diye diretip, kırmak değil amacım. Saygılarımla.

1 2
Buse Savaş
12/01/2016 14:32
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR