Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
RÖPORTAJ
Kerem Bürsin ve Mehmet Günsür ile sohbet
 
Bu haftaki Sabah Pazar'da, gazeteci Sonat Bahar'ın çok güzel bir röportajı yayımlandı: Kerem Bürsin ve Mehmet Günsür ile. Oyuncuları nedeniyle, sinemaseverlerin yanı sıra bütün dizi severlerin de heyecanla beklediği Çağan Irmak filmi Unutursam Fısılda, 29 Ekim Çarşamba günü vizyonda olacak. Sonat Bahar'ın röportajını, Kutup Dalgakıran'ın çektiği özel fotoğrafları kaçırmayın istedik. 
 
 
 

Beyaz perdede duygusal, romantik, aşk dolu, müzik dolu bir film izlemeyi özleyenler hazırlansın... Çağan Irmak Unutursam Fısılda'yla geliyor. Üstelik ekip bomba! Mehmet Günsür, Zeynep Farah Abdullah, Kerem Bursin... Çağan Irmak'ın yeni filmi Unutursam Fısılda, 70'lerde geçiyor. İki ses sanatçısı kardeş olan Hanife (Işıl Yücesoy) ve Ayperi'nin (Zeynep Farah Abdullah) hikayesi anlatılıyor filmde... Unutursam Fısılda filminin oyuncularından Mehmet Günsür ve Kerem Bürsin ile birlikte röportaj yapmak için Galata Big Chefs'e gittiğimde, Günsür köşede bir masada oturuyordu. Kot gömleği, pantolonu ve harika taranmış saçlarıyla... Etrafı izliyordu. Kocaman bir gülümsemeyle karşıladı beni. İlk anda insanı rahatlatan bir enerjisi var. Yüzünden gülümseme eksik olmuyor. "Yukarıda üstümü giyip geleyim," dedi. Röportajın diğer yarısını, Kerem Bürsin'i beklemeye koyuldum. On dakika sonra o da çıkageldi. Bürsin, genç kızların son dönem favori isimleri arasında. Upuzun biri olduğunu sanıyordum, değilmiş. Üstünü değiştirip yanımıza gelen Günsür'le sanki bu filmde tanışmamışlar da, yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi bir halleri vardı. Sohbet ettikçe anladık ki, birbirlerini set boyunca anlamış ve sevmişler. Bu yüzden hazırlanılmış soruların sorulduğu bir röportaj yapmadık. Birlikte sohbet ettik. Açıkcası ben bu sohbetten çok keyif aldım. Buyrun;

  • 17/09/2014 14:00
    Sonat Bahar

İkiniz film nedeniyle tanıştınız. Ne zaman birbirinize ısındınız?

Kerem Bürsin: İlk okuma provalarında tanıştık ve hemen ısındık. Bir anda. Dünyanın en iyi adamlarından biri Mehmet ve ısınmamak mümkün değil.

Mehmet Günsür: Karşı taraftan da aynı enerji gelince, ısınmamak mümkün değil. Ertesi gün 10 yıldır tanışıyormuş gibi dostluk oluştu aramızda.

İkiniz film nedeniyle tanıştınız. Ne zaman birbirinize ısındınız?

Kerem Bürsin: İlk okuma provalarında tanıştık ve hemen ısındık. Bir anda. Dünyanın en iyi adamlarından biri Mehmet ve ısınmamak mümkün değil.

Mehmet Günsür: Karşı taraftan da aynı enerji gelince, ısınmamak mümkün değil. Ertesi gün 10 yıldır tanışıyormuş gibi dostluk oluştu aramızda.

Mehmet Günsür ve Kerem Bürsin oyunculukla yetinemeyecek kadar sektöre dair heyecan duyan tipler. Bu nedenle ikisinin de ayrı ayrı fikirleri ve projeleri var. Günsür bir web dizisi çekiyor. 

 

 

İKİMİZ DE MÜZİK YAPIYORUZ

Çağan Irmak'la daha önce çalıştınız mı?

 

K.B: Bu filme kadar hiç tanışmamıştık. İzlediğim ilk filmi Babam ve Oğlum'du. Yıllar önce Teksas'ta izlemiş ve çok etkilenmiştim. Filme beni annem götürmüştü. Teksas'tayız ve bağımsız bir sinemada bir Türk filmi izlemişiz, "Vay be bunu bir Türk yönetmen çekmiş," diye keyiflenmiştim. O günden sonra Çağan Irmak önemli ve değerli bir yere oturdu kafamda.

 

Müzikle ilginizin bu rolü kabul etmenizde etkisi oldu mu?

M.G: Müzikle ilgili bir şey olması benim için artı bir unsurdu. Kerem'in de bas gitar çaldığını öğrenince ilginç bir enerji oldu. Grubu kurduk yani.

K.B: Türk sinemasında bugüne kadar böyle bir film örneği yok. Gerçek hayatta bas çalarım. Çağan benim bas gitar çaldığımı bilmiyordu bu rolü teklif ettiğinde. O da çok şaşırdı.

Film 70'lerde geçiyor. O döneme dair neler düşünüyorsunuz?

 

M.G: 60'ların sonu ve 70'ler dünya için çok önemli bir dönem. Her şekliyle, her sanat dalıyla... Bir devrim dönemi. Cinsel devrim, çiçek çocuklar. Yeni bir dünya... Her şey çok daha masum ve naif. İyi niyet çok daha fazla. Kişisel olarak 70'lerin müziklerini de çok severim. Müzik 70'lerdeydi bence. Kıyafetler de öyle. Hep bir Robert Plant olmak istemişimdir. Böyle bir şans verdi bu film bize. Bir okulda çekimimiz vardı. Okulun içindeki herkes 70'lere göre giyinmişti. Bir anda zamanda yolculuk gibi oldu, o ana gittiğimi hissettim. "Masumiyetimizi ne kadar kaybetmişiz," diye düşündüm. Zamanda yolculuktu bu film.

K.B: Geçenlerde Unkapanı'ndan geçtim. Orada film için daha önce çekim yapmıştık. O eski plakçılar falan... O zamanı yaşamış olgun adamlar gibi, "Nerede o eski Unkapanı?" diye geçti içimden (gülüyor).

M.G: Bir karakteri canlandırırken empati kuruyoruz. Gerçekten orada yaşıyormuş gibi oluyorsun. Bir kostüm giymiş de kıyafet balosuna gitmiş biri gibi değil. Profesyonel şizofrenleriz biz. İsa'nın Havarileri'ni çekerken de bu hissi yaşadım. "Vay be, demek İsa bildiğin bir hippiymiş," dedim. Muhteşem Yüzyıl aralarında en zorlularındandı. Saray kafası, şehzade kafası çok farklı. O zamanlar ölüm, sadakat, şeref fikirleri farklıymış

Bu rol teklif edildiğinde epey bir hayran kitleniz oluşmuştu sanırım...

 

K.B: Ama Çağan, dizi nedeniyle popüler olmuş Kerem'e bu rolü teklif etmediğini, oyuncu Kerem'e teklif ettiğini söyledi. Ki bu yönetmenin ağzından çıkınca beni rahatlattı. Hepimiz biliyoruz dizi popülaritesi çok acayip... Bu film yoluyla arka koltukta oturmak cazip geldi.

Kariyerleriniz sadece oyunculukla mı sınırlı kalacak?

 

K.B: Sadece oynamakla kalmayacağım, ablamla prodüksiyon işleri yapacağım. Bu işi çok seviyorum. Senaryoyu yazmak, hikayeyi yaratmak, ekip oluşturmak, çekmek vs... Sadece oyunculuk değil, bütünü zevkli.

M.G: Eşimle birlikte iki senedir bir web dizisi yazıyoruz ve çekiyoruz. Yakında başlayacak ve bu projeye konsantre olmuş vaziyetteyim. Ve işin her tarafında varım. Yazım, prodüksiyon, yönetmenlik, oyunculuk... Bir sürü ülkenin dahil olduğu global bir şey. Bir taraftan da bir prodüksiyon şirketi kuruyoruz. Web'de çok daha özgürsün, hiçbir televizyon kanalına bağımlı değilsin.

 

 

 

 7.5 YIL BOYUNCA REDDEDİLDİM

Şarkıcı dizilerinin revaçta olduğu bir dönemde, Avrupai havanızla estiniz geçtiniz...

 

Mehmet Günsür: Kamera karşısına ilk geçtiğimde yedi yaşımdaydım. Sonra 12 yaşımdaGeçmiş Bahar Mimozaları diye bir dizide rol aldım. Müşfik Kenter, Rutkay Aziz, Filiz Akın, Nurseli İdiz gibi büyük oyuncularla oynama şansını yakaladım. Bir yandan okul, bir yandan dizi zordu aslında. Annem gelip beni setten almak zorunda kalmıştı. Bu işi çocukluğumdan beri sevdim ama "Meslek olarak yapacağım," diye düşünmüyordum.

Büyük aşkınız müzik miydi?

M.G: Ergenlik çağında oyunculuk işi geri planda kaldı, müzik başladı. Bir grup kurduk. İngilizce şarkılar yazdık, besteledik, konserler verdik. 1996 yılında son konserimizi verdik. O yıl Ferzan Özpetek'in Hamam filminden teklif aldım. O dönem restoran işletiyordum, başka bir sürü şey yapıyordum ama Ferzan'ın filminde rol aldıktan sonra "Oyuncu olmalıyım," dedim. Restoranı bıraktım.

 

Sizin oyunculukla ilgili dönüm noktanız ne?

 

K.B: Benim durumum farklıydı çünkü ben tatmadan karar vermek zorunda kaldım. Mehmet oyunculuk adına bir şeyler tatmış, tecrübe etmiş ve öyle karar vermiş. Ben sürekli reddedildiğim için tadacak fırsatım yoktu ama oyunculuk yapmak istiyordum. İnsan kariyeri adına bir karar verince sürekli sorgulamaya başlıyor. Hele işler olmayınca, sürekli kafanda "Acaba?"lar oluyor. Benim için çok zorlu bir süreçti. Los Angeles'ta yedi buçuk yıl boyunca reddedildim.

Mehmet Bey siz yedi buçuk yıl boyunca reddedilseniz, inatla devam etmek ister misiniz?

 

M.G: Ben de, Ferzan'ın filmiyle başladıktan sonra o kalitenin altına düşmemek için sürekli projeleri reddederken buldum kendimi. O dönem Türkiye'de şarkıcı dizilerinin revaçta olduğu bir dönemdi. Üç yıl boyunca önüne geleni reddeden biri oldum. O dönem sıkıntılıydı benim için. Sorgulamaya başladım, "Bu işi seçtim ama doğru mu yaptım, niye restoranı bıraktım?" diye. Sonra yavaş yavaş bir şekilde yoluna girdi her şey. İtalya'ya gittim, uzun dönem orada tiyatro yaptım.

 

 

ROMA'DA KEYİFLİ, KÜÇÜK, BASİT BİR HAYATIM VAR

Muhteşem Yüzyıl döneminde eşiniz ve çocuklarınızla ilişkiyi nasıl oturttunuz?

 

M.G: Diziye girdiğim ilk dört ay ailem İtalya'daydı. O yüzden her hafta sonu gidiyordum. Sonra onlar da buraya geldiler ve iki sene burada yaşadık. O yüzden çok rahattı. Çocuklar için de bu iki yıl güzel geçti. Okullar, yeni ev, yeni arkadaşlar. Şimdi İtalya'ya döndükleri için de mutlular. Orada da arkadaşları var.

Nerede yaşıyorsunuz İtalya'da, nasıl bir ortam?

 

M.G: Roma'da bir apartman dairesinde yaşıyoruz. Mütevazı bir hayatımız var, fazla dikkat çekici değil. Zaten ben de hayatı en basit anlamıyla yaşamayı seviyorum. Tatlı bir mahalledeyiz, herkesi tanıyoruz. Apartmanın altında bir mahalle barımız var. Kahve içmeye gittiğimde beni ismimle tanıyan insanlar servis yapıyor. Keyifli, küçük, basit bir hayatım var.

Başka bir ülkede yaşayıp, burada çalışmak cazip mi?

 

M.G: Cazip tabii. Buradaki 'ünlülük' durumundan uzaklaşıyorsun. Ben insanları seyretmeyi çok seviyorum, seyredilmeyi değil. Burada onları seyredemez oluyorsun. O yüzden Roma'da öyle bir tatmin yaşıyorum. Oturuyorum bir masaya ve yoldan geçenleri seyrediyorum.

Siz Mehmet Bey'in anlattıklarına kafa salladığınıza göre bu 'ünlülük' halinden mağdursunuz...

 

K.B: Rahatsız değilim bu durumdan ama habersiz fotoğraf olayına takılıyorum. Üstelik Mehmet Günsür kadar meşhur da değilim (gülüyor).

Çocuk sahibi olmak ne kattı size?

 

M.G: Üç çocuğum var ve onlarla ilgilenmek tüm stresimi alıyor. İki kızım var. Aşık gözlerle bakan iki küçük insan yavrusu.

K.B: Mehmet'in facetime konuşmalarına tanık olan herkes baba olmak ister. Mehmet sayesinde "baba olmalıyım" hissi geldi bana.

Peki evlilik nasıl gidiyor? Aşk devam ediyor mu?

M.G: Ediyor. Bulduğun insanla ilgili bu. Beraber yaşlanmak istediğin insanı bulunca bir şekilde öyle devam ediyor. Hayatımın sonuna kadar onunla olmak için çıktım yola ve şu ana kadar öyle devam ediyor. Tabii ki hayatta her şey olabilir. İnsanlar bir yerden sonra düzgün şekilde ayrılabilirler. Aynı saygı ve sevgi devam edebilir. Belki sadece o kıvılcım kalmıyordur ama sevgi sürer. Bizde öyle bir şey yok. Bu konuda da çok şanslı olduğumu hissediyorum.

Eşinizin hayran kitlenizden rahatsız olduğu oluyor mu?

 

M.G: Durduk yerde değil elbette ama onun da bulunduğu ortamlarda onu karşı enteresan enerjileri hissediyor bir kadın olarak.

 

 

 

OYUNCULUK TEKLİFİ GELMEZSE MARANGOZ OLURUZ!

 

Bir filmde oynayan iki yakışıklı adamsınız. "Kim daha yakışıklı acaba?" diye düşündüğünüz oldu mu?

 

M.G: İlk başlarda "Ben mi daha yakışıklıyım acaba? "Saçlarım acaba daha mı iyi?" dedim (gülüyor). Yok ya öyle adamlar değiliz.

K.B: Sadece yakışıklı olmanın yeterli olduğunu düşünmüyorum. Daha pek çok meziyetle onu tamamlamak lazım.

M.G: Biz aynı takımdaki yakışıklılarız (gülüyor). Piyasada çok kolay ayakların yerden kesilmesi. Biz şanslıyız, ailelerimizden aldığımız eğitimin de etkisi olabilir, hiç öyle ayaklarımız havalanmadı.

K.B: Hiçbir rol görüşmesine "Yakışıklıyım, nasılsa bu rolü alırım," diye girmedim. Adı üstünde oyunculuk, yakışıklı olmak değil.

Endişeleriniz var mı, bir gün beni de kenara atarlar mı diye?

 

K.B: Korkmuyorum sanırım. Meslekte oldum mu? Olmadım. Yedi buçuk senedir "Hayır!" cevabına alışmış biriyim. Bu meslekte bu cevaba alışmak çok önemli. İşsiz mi kaldım, şu an oturduğumuz restoranda çalışır garsonluk yaparım, yapmadığım şey değil nasılsa.

M.G: Bir sürü meslek var. Bir de benim bir marangozluk hayalim var. Çok yaratıcı bir meslek. Bir atölyeye giriyorsun, akşama on kişilik bir yemek masasıyla çıkıyorsun.

K.B: Başka bir ülkeye gider yeni bir hayat kurarım.

 

 

KÜLTÜR ŞOKU YAŞAMADIM, PİYASA BENİ ŞAŞIRTTI

 

İkiniz de yurtdışında bu sektöre dair bir şeyler yaptınız... Türkiye şaşırttı mı sizi? 

 

K.B: Türkiye ile ilgili bir kültür şoku yaşamadım ama piyasanın nasıl işlediğine dair şoke oldum. Zaten doğduğum ülkeme özlemim vardı. Böyle bir özlemle buraya gelince kollarım açık geldim, kabullendim. 

M.G: Birtakım şeylerin Avrupa'da nasıl işlediğini görünce, "Neden burada da böyle olmasın?" diye düşünüyor insan. Orada ekip 10 saat çalışıyor, işi bitiyor. Burada 15 saat bitiyor, iş bitmiyor. Ama sonra anlıyorsun, koşullara alışıyorsun. Burada insanlar tüm koşullara rağmen güler yüzle çalışıyor. İtalya'da en iyi yönetmenin, Tornatore'nin filminde bile söylenir adam! Burada 15 saat sonra bile güler yüzle kablo taşıyan ışıkçıları görünce başka bir pencere daha açılıyor.

K.B: Bu koşullara rağmen böyle bir iş çıkıyorsa, Los Angeles'taki koşullar burada olsa dünya birincisi oluruz. Çok başarılı bir koşucu var elimizde ama bileklerini kesiyoruz. Bizim piyasa öyle. Tam potansiyelini gösteremiyor insanlar. Yine de çok iyi işler çıkıyor. Amerika'daki arkadaşlarıma "Buradaki oyuncuların potansiyelini görseniz korkarsınız," diyorum.

YORUMLAR



DİĞER RÖPORTAJLAR