Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Üç...iki...bir!
Bu hafta güzel bir bölüm ile 2020'ye veda ettik Menajerimi Ara'da. Yıllar sonra bir diziyi bayılarak izliyorum o da rezil oldu diye dertlendiğim bir dönem vardı -ki 9-14 arasına tekabül ediyor- ama o Fetret Devri gibi dönemden çıktık ve bayağı iyi bölümler izliyoruz birkaç haftadır. Ha, daha iyisi olamaz mıydı? TABİİ Kİ. Ama bu da fena değil. Ekşi Sözlük'te çok beğendiğim bir yazı vardı geçen hafta, Revzayek yazmıştı; bir kısmını buraya taşımak istiyorum: 
 
"Baba-kız ilişkisinden baya taht savaşları, çatışmaları yaratılabilirdi. Bakıldığında bunun için çok sağlam bir zemin var. Evliliğini bile gizliden gizliye ona sağlayacağı finansal avantajlar için devam ettiren, kurtlar sofrasının bir numaralı kurdu Kıraç gibi bir adam var önünde. Yelpaze geniş yani. Dicle de kimliği tam olarak oturmamış genç bir kız. Karakteri dallanıp budaklandırmaya çok müsait. (...) Dicle’nin hem ruhen hem bedenen nasıl etkilendiğini görecektik. İçinde olduğu bu acımasız sektörün onu nasıl değiştirdiğine şahit olacaktık. Oradan oraya savrulan bir kızdan ziyade ağırlığını koyabilen, çabuk güvenmemeyi öğrenen bir kız haline gelecekti. Ajanstaki yerini sağlamlaştıracaktı. Öyle şimdiki gibi ota boka kovulmayacaktı yani. 

En önemlisi babasına “dişli bir rakip” olacak kadar güçlendiğini görecektik. 
Tabi bazen de yalpalayacaktı, zaman zaman hırsına yenik düşüp hatalar yapacaktı. Acımasız bir sektörde ayakta kalmak için acımasız olmak gerekir. Sürekli çatışma halinde olmak onu yoracaktı. O noktada da Barış devreye girecekti, bazen dönüştüğü bu şey yüzünden Dicle’ye kızacaktı bazen de ona telkinlerde bulunacaktı."
 
Bunu okurken bile heyecanlanıyor insan, bu kadar şahane oyuncuların can vermesiyle izlemesi ne kadar zevkli olurdu, bir düşünsenize! Yüzeysel, günü kurtarmalık trükler yerine derinlikli hikayelerle, karakter gelişimleriyle aklımızı başımızdan alsanız, biz dünden hazırız. Ama çok eleştirmeyeceğim, zira bu bölümü başlarda temposunu bayık bulsam da hayli beğendim. Yılbaşı partisinin hem kesintisiz çekilmiş havası veren çekimlerini hem de atmosferini sevdim, alkollü içkileri de es geçilmemiş gerçek bir parti havası vardı. Arkada hediyeleri karıştıran Gülin, sürekli dans eden partinin neşesi Emrah, türlü flörtler... Gerçi, keşke azıcık paraya kıyıp ayrı bir mekan tutsaydınız demedim de değil. Perideciğim biraz daha açardı kesenin ağzını, ne olacak yani?
 
Öncelikle, bölümün sürpriz atı Feris ve Serkan birlikteliğinden bahsedelim. İki bölümdür kikir kikir kenarda köşede flörtleşen bu ikiliyi, 2020'nin son gongları çalarken ateşli bir sevişme içinde bulduk. Gülin'in dediği gibi; yandı buralar, yandı! Şimdi, Serkan güven veren bir adam değil, hesapsız kitapsız tek bir adım attığına inanmıyorum. Mayda'nın babası "Ay evet niye böyle oldu ortalık karıştı birden?" deyince hiç böyle şeyleri duymamış gibi masum bir tavır takınması güldürdü. Ama bir yandan da Feris'in Bora Akkaş'ı ikna ettiği sıradaki bakışları gerçekten etkilenmiş gibiydi. Şimdi EGO'yu da satın aldığına göre (bu milyonların ardı arkası da kesilmiyor! Macera dolu Amerika, Amerika...), belki bu temel dinamitleme işine son vererek artık kendisi gibi davranmaya başlar. Kıvrık Kol Nejat'ı da Amerika'ya yolcu ettiğimize göre (o da beş yıla milyoner olarak geri döner kesin), alan açıldı. Feris ve Serkan'ın ilişkisi uzun soluklu olur mu? Ben senaryonun burada orjinalden bir miktar daha uzaklaşacağına inanıyorum. Bakalım.
 
Çınar ve Kıraç'ı iş peşinde koşarken izledik ve bu pek hoşuma gitti. Sektör eleştirileri yine ajansın demirbaş yapımcısı Celal Bey üzerinden verildi. Uyarlama bir dizide uyarlama dizilere laf geçirmek insanı bir düşündürmüyor değil. Bizim uyarlamamız güzel, diğerleri tırt mı diyorsunuz acabaaa? Gerçekten de o kadar çok uyarlama iş var ki ekranlarda... Uzun dizi sürelerine ve Kore uyarlamalarına da hafiften bir salladıktan sonra, Queen's Gambit uyarlaması Şeş Beş'e Çınar'ın verdiği tepki ile sektörün içinden bakışı gördük. Herhalde bölümdeki en eğlenceli yerlerden biriydi. Ayrıca Çınar'ın avantgarde ressamların hepsini tanıyan yengesi ahaha Fatih Artman'ın mimiklerine bayılıyorum. Tatlım sen kurtulamayacaksın, tak yüzüğü gitsin artık.
 
Dicle'nin ilk işinde başarılı olmasını takdir ettim, ama bence bu kadar tevazulu olanı çok ezerler bu sektörde tatlım. Sen sen ol, o kadar yumuşak davranma derim :) Şaka bir yana, asistanlıktan junior'lığa yükselmeye başlayan Dicle'nin böylece bir kuple daha otonom olarak şu anki sıkıntılarından kurtulmasını ve akabinde daha başka sıkıntılar yaşamasını izleyebiliriz. Feris'in kendisini umursamadığını, asistana pasladığını düşünen Emir'in ajansa gelip Dicle'ye söylediklerini ilk başta anlamlandıramamıştım, ama sonradan profesyonel olarak endişeli olduğunu anladık. Eh senin için yangınlarda yanıyorum demek ayrı, iş görüşmesine gitmek ayrı tabii. 
 
Beren'in bu bölüm yaptıklarına anlam veremeyen bir ben değilimdir heralde. Beren resmen ortada sıçan oyunundaki gibi, ne gerekirse onu oraya yamıyorlar gibi bir durumda. Ya insan anne-babasının şirketi batıyor, satılıyor diye sevinir mi? Oradan oraya laf taşıyor sürekli; kızım senin çekimin, senaryon, bir şeyin yok mu? Mayda ise bu bölüm sempatimi kazandı, çünkü sanki kadın sırf uyuzluk olsun diye konuşuyormuş gibi onunla dalga geçen menajer tayfasına biraz kızdım. Okul müdürü konuşurken şımarıklık yapan liseliler gibiydiler ama ajansın satıldığını duyunca bakalım ne yapacaklar. Fragmandan gördüğümüz kadarıyla Serkan işleri sıkı tutacak gibi görünüyor. Derdi Kıraç'la olduğuna göre EGO'yu serbest düşüşe bırakmayacağı kesin. Zaten 10 milyon gömmüş, nereye bırakıyor? 
 
  
Ajansın toplu halde sosyalleştiği sergi sahneleri de tamamen herkesin flörtleşmesine yaradı, ama elit bir ortam olarak da renk kattı. Şimdi burada sanat haz için midir radikal mi olmalıdır tartışmasına girmeyeceğim elbette ama ben de Barış gibi çağdaş sanatla pek hoşlaştığımı söyleyemem, karşılıklı olarak uzak dururuz birbirimizden. Lakin sergideki resimler de o saçmalık seviyesindekilerden değildi, güzel eserler gördüm ben. Ozan Ömer Erdoğan diye birini internette bulamadım, demek ki feyk ressam yaratılmış. (Not: @blmszr'den yardım geldi, varmış öyle biri: Ömer Ozan. Instagram'da @omerozanworks. Teşekkür.) Mavi takımı içinde harika görünen Ferisciğim yine Serkan'ın yakın markajındaydı. Geliyordu gelmekte olan!
 
Sergi ertesinde ise Dicle ve Barış'ın şakalaşıp eğlenerek sokakta yürümelerini pek sevdim. Bu ikisi en baştan arkadaş oldular, birbirleriyle konuştular, güldüler, bir sürü olaylar atlattılar. Sonra aralarında bir kıvılcım oluştu. Tam da bu yüzden ilişkileri çok gerçek ve sağlam bir temelin üzerinde kurulu. I love slow-burn romances, söylemiş miydim daha önce? Acaip bir şekilde Barış'a ve ona aşık olan Dicle'ye bilenen bir grup izleyici var, öyle bir konuşuyorlar ki ya hiçbir şey yaşamamışlar ya da yalan atıyorlar. Zira insan deneyim kazandıkça her şeyin o kadar siyah beyaz olmadığını, öyle keskin kurallarla konuşmamak gerektiğini öğreniyor. Dicle ve Barış, 20li yaşlarının başındaki iki insanın olması gerektiği kadar şaşkın ve çocuksu davranıyor, onlardan 30'ların ortalarında erişecekleri olgunlukta davranmalarını niye bekleyelim ki? Arkadaşlar, insanlar hata yapar. Hepimiz yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Hata yaparak öğrenilir bazı şeyler. Önemli olan şu; hatayı yapan bu hatasından ders aldı mı? Hatayı tekrarladı mı? Telafi etmeye çalıştı mı? Barış'ın Dicle'ye karşı tek bir hatası vardı, ondan da anında pişman oldu, dersini aldı, hatayı tekrarlamadı ve telafi etmeye çalıştı. Bu insana bir şans daha verilir. Diclecim de kalbinin sesini dinledi ve neyse ki o sanki bir kadın iş ve aşkı aynı anda yürütemezmiş gibi saçmaladığı kafadan çıktı. Genç yaşında o da etrafındaki insanların etkisi altında kalmıştı, kalınır. Küçük bir hata yaptı sonra doğru yolu buldu. Aralarındaki farkları da seviyorum, iki insanın birbirinden farklı zevkleri olabilir, olmalıdır da. Eskiden danıştığım bir psikolog bana bir keresinde "Birine bizden farklı olan, bizde olmayan özellikleri için aşık oluruz" demişti. Diğer türlü monoton olur biraz, haklı.
 
Son sahnede ise, daha önce iki kez feyk atarak Dicle kızımızı karşılanmamış beklentiler denizinde bırakan Barış, tam da geri sayıma denk getirerek bu defa hedefi tutturdu. Sonrası kıvılcımlar, havai fişekler... Birbirinden habersiz olarak ikisi de birbirini dize getirmeye çalışıyordu, aynı anda pes ettiler. Bu detayı ve Dicle'nin yine kendine has, duru açık sözlülüğü ile "Aramızdaki inatlaşmayı bitirmek istiyorum" demesini sevdim. Aralarındaki ilişkinin ayarında, naif bir ilk öpücük oldu ve dizinin izleyicilerini de sosyal medyada gördüğüm kadarıyla tatmin etti. Hayli gerçekçi bu iki karakterin, masum ve tutkulu bir şekilde gelişen aşkını izlemek benim çok hoşuma gidiyor. Üç bölümdür boza, senaryo ve tiyatro sahneleriyle hepimizi aşık olmaya özendiriyorlar. Bundan sonra da gerçek yanlarını ve onları güzel yapan karakter özelliklerini kaybetmeden, birbirlerine destek olarak, birbirlerini anlayarak ve eğlenerek gelişecekleri günleri izlemeyi hevesle bekliyorum.
 
Yeni yıla girerken öpücüklere boğulmanız dileğiyle, baaay.
 
MERVE DENİZ
 
 

 
 
 
 

 

YORUMLAR




DİĞER HABERLER