1968 efsanevi bir yıl çünkü dünyanın her yanında otoriteye karşı isyan eden ruhların kendiliğinden birleşip ayağa kalktığı bir zamandan bahsediyoruz. Tozlanmış, eskimiş, katılaşmış görüşleri alaşağı eden bir neslin hikâyesi elbette ilgiyle okunuyor, seyrediliyor, sanat eserleri hayranlıkla izleniyor, müzikleri bugün hala dünyaya yön veriyor. Ve herkes bundan bir parça kopartmak istiyor.
TRT'nin dün akşam ilk bölümü yayınlanan yeni dizisi Sevda Kuşun Kanadında da 1968-72 arasındaki dönemi “milli şuura” sahip gençlik gözünden anlatmayı amaçlıyor.
TRT yeni dizisini Tepebaşı binasında bir kokteyl ve ardından 40 dakikalık derleme bir bölümle tanıttı. Sizlere önce karşılamayı, ardından biraz diziyi ve sonra da açılış konuşmalarını anlatmak istiyorum çünkü böyle bir geceye sanırım her zaman tanık olamam.
Kokteylin ardından az sonra TRT Halk Müziği ve TRT Türk Sanat Müziği topluluklarının ve solistleri o yılların şarkılarını seslendireceğini anons ettiler. Playlisti söylüyorum; Yalan Dünya, “Mihriban, Ben Gamlı Hazan (ki bunu Melahat Pars 1954-59 yılları arasında bestelemiş biraz daha eski yani) ve Güzel Aşık Cevrimizi Çekemezsin Demedim mi? ilahisi. Belli ki TRT bu şarkıların dönemin ruhunu yansıttığını düşünmüş.
Ben doğduğu andan itibaren yatağının iki yanında hoparlörlerde Jimi Hendrix, Pink Floyd, Crosby Stills Nash& Young, Rolling Stones çalarak büyütülen o batı özentisi tabir edilen tiplerden olduğumdan belli ki buraları yakalayamamışım. Hadi diyelim bizimkiler dış mihrak, Erkin Koray, Barış Manço da mı yoktu? Olmadı Zeki Müren’den gitseydiniz bari.
Bize yalnızca 40 dakikalık bir derleme gösterdikleri için oradan çıkardığım notları sizlerle paylaşayım, dizinin konusu kısaca şöyle: Arif (Murat Ünalmış), İmam Hatip mezunu ve Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırmak üzere olan bir öğrencidir. Babası Türkçe yerine Arapça ezan okunması için bir gösteriye katıldığı sırada askerler tarafından göğsünden vurularak öldürülmüştür. Şimdi karanlık iş adamı/kontgerilla/ABD sever/gizli işlerin insanı olan Zafer Erbay (Yavuz Bingöl) ise geçmişte Arif’in hoca babasını vuran komutanın ta kendisidir! Zafer Erbay’ın kızı Tümay (Deniz Baysal) ise solcudur- bunu parkası, sinirli tavırları ve olur olmaz yerde herkese diklenmesinden hemen anlarız. Hâlbuki Arif, kindar olmasını bir tarafa bırakacak olursak ne kadar olgun, ne kadar efendidir. Kader ağlarını örecek ve farklı görüşlerden bu iki genç kendilerini imkânsız bir aşkın içinde bulacaklardır.
Dizide bol çatışma var. Öyle ki, bu dönem genç insanlar birbirine girmekten başka hiçbir şey yapmamış. Ben öyle anladım. Fikir Kulüpleri falan hikâyeymiş. Devrimci gençlerin tüm yaptıkları kafalarına kar maskesini geçirdikleri gibi yürüyüp kavga etmekmiş. Herkes birbirini ha babam tepelemiş. Komer’in arabasının yakılmasına atıfta bulundukları sahnede ise, henüz camiden çıkan sünnet çocukları minibüste gitmek üzere beklerken, devrimci gençler bir anda oradan geçen diplomatın arabasına dalıyor, Molotof kokteyllerini ateşliyor, arabayı ters çevirip yakıyor. Öyle vicdansızlarmış yani. Komünistler sünnet çocuklarını orada ağlatıp korkuturlarken bizim Arif hemen yetişiyor ve onları kınıyor. Arif zaten her yere yetişiyor. Okulda devrimci Tümay ve kankası Işık (MügeBoz) Turancı gençlerden dayak yiyecekken araya giriyor ve onları kurtarıyor. Arif’in politik eğilimini öğrenmek isteyen Tümay, “Devrimci misin Turancı mısın?” diye sorduğunda. Arif, “Ne devrimciyim, ne de Turancıyım tek görüşüm var, o da İslam!” diye cevap veriyor ve işte o anda salonda büyük bir alkış kopuyor!
Arif kadar temiz bir başka çocuk daha var, adının Deniz olduğunu söylemiyorlar ama biz tabii parkasından, konuşmasından anlıyoruz. Devrimci arkadaşları ülkü ocağından çıkıp tek başına yürüyen bir genci takip öldüresiye dövdüğünde işte hemen Deniz yetişiyor ve onu arkadaşlarının elinden alıyor.
İnançlı gençler büyük zulüm görmüşler, İmam Hatip diplomaları kayıt sırasında kabul edilmemiş, üniversiteye girememeleri için bir sürü zorlukla karşılaşmışlar. Ülkücü gençlerle de yolları ayrıymış aslında ama ne zaman ki komünistler üniversiteyi işgal etmeye kalkmış, işte o zaman Turancılarla MTTB işbirliği yapmak zorunda kalmış. Yapmasalar durum çok daha kötü olurmuş çünkü.
Biraz da diziyi izlemeden önce yapılan konuşmalara değineyim, onlar da dizinin bakışını anlamak açısından faydalı. TRT Genel Müdürü İbrahim Eren, 2000’li yılların başına kadar egemen kültürün haklı ve haksızı aramaya çalıştığını hâlbuki hiçbir siyasi görüşün milletten ve vatan sevgisinden büyük olmadığını belirtti. Çatışmaların ve kavgaların yıllardır bu topraklarda olduğunu, değişmeyen tek şeyin sevgi, aşk ve birlikte olmak olduğunu ifade eden Eren, sözlerini önemli olanın siyasi görüşlerin milli ve yerli olması olduğunu ifade ederek sonlandırdı.
Dizinin Genel Yayın Yönetmeni Mesut Uçakan ise, “öyle bir aşka tutulduk ki,” diyerek dramatik bir giriş yaptı ve İmam Gazali’ye değindi. “Cehennem azabı zannediyor musunuz ki büyük azaptır, en büyük acı Allah’ın cemalini görememektir,” dedi. O sırada salonda öyle bir coşku yaşandı ki size anlatamam sevgili okurlar! Aşkın kendilerini sanata ve siyasete yönelttiğini anlatan Uçakan şimdiki gençlerin içi boş hallerini görünce oturup ağlayası geldiğini söyledi. “O gençlik her şeyi davası için yaptı. Vatan aşkıyla kavrulanlar vardı. Mottomuz özgürlük savaşıdır. Dizimiz, asıl özgürlüğün Allah’a teslim olmaktan geçtiğini anlatmak istiyor,” diyerek duygularını ifade eden Uçakan, Yücel Çakmaklı’nın eserleri ve 90’lardaki Yalnız Değilsiniz gibi dizinin bir arada olma heyecanı yaşatacağını umduğunu belirtti.
Ardından sunucu “1968 kuşağı diye destanlaştırılan (bundan çok rahatsızlar) dönemin biz dizilerde hep tek taraflı bir bakışla anlatıldığını gördük. O dönemi, Necip Fazıl’ın Zaman bendedir ve mekan bana emanettir! dizelerinde, Sezai Karakoç’un diriliş ruhunda, bilhassa Mevlana’da Yunus Emre’de, anarşiye kaymadan anlatmak istedik. Bugün devleti bile bu çok değerli insanlarımız yönetiyor. Yeni bir medeniyet kurma hayalini adım adım gerçekleştiriyor,” sözleriyle bizleri diziyi izlemeye davet etti.
TRT, bültenlerinde ve gösterimden önce yapılan konuşmalarda zamanın ruhunu iyi anlamaya çalıştıklarını, kahramanların ideolojik kavgalarından daha çok insani yönlerini anlatmaya çalıştıklarını üstüne basa basa belirtiyor. Yalnız bence pek ANLAMAMIŞSINIZ.
68 protestoları, yaşlı ve katı olana karşı genç ve sabırsızın kendisini ortaya koymasıydı. Franco İspanyası, Brezilya gibi ülkelerde başından itibaren hükümeti hedef aldı. Varşova ve Prag’da SSCB’ye, ABD’de Vietnam savaşına karşıydı. Tüm dünyadaki protestocuların ortak noktası ise, otoritenin tüm formlarına (ebeveynler, polis, üniversite ve hükümet) karşı gelen naif ve idealist yaklaşımlarıydı. Üniversitelerde, sokaklarda konuşan insanlar, yeni fikirler, yaşam tarzları, tüm gelenek, otorite ve sistemin kenara itildiği bir zaman hayal edin. Yani dizide gösterildiği gibi taşlardan, Molotof kokteyllerinden ibaret değil.
Otorite ile uzlaşanların, özgürlükçü hareketleri anlamalarına ne yazık ki imkân yok, değerlendirmeleri de ancak bu kadar oluyor. 40 dakikalık derlemede ben ne aşk ne özgürlük ne de umut gördüm. Öte yandan epey bir kızgınlık, gücenme, bilenme var.
Sonunda annemlerin-babamların okul arkadaşları idam edildiler, bir kısmı uzun yıllar hapiste yattı, insanlık dışı muameleler gördüler, ülkelerinden uzak yaşamak zorunda kaldılar. De Gaulle iktidarda kalsa da, Nixon kazansa, Laos bombalansa, Prag’a tanklar girse, Meksika’da yüzlerce insan öldürülse de, 80’lerde politik sahneleri muhafazakar liderler domine etse de, bu ütopik idealizmle alay etmek geçer akçe olsa da, dizide bir grup vandal olarak yansıtılan gençler kendilerini bir hiç uğruna harcamadılar. Uğruna kendilerini feda ettikleri tüm konular bugün tüm canlılığıyla ayakta. Yaktıkları ateş küllenmiş gibi görünse de, alevlenmesi bir kıvılcıma bakar.
Son olarak, ekip bu dizi için 1,5 yıl hazırlanmış, 150 dönümlük bir araziyi plato haline getirmiş, hiçbir masraftan kaçınmamışlar. Dizinin süresi ise 2 saat 15 dakika. Sevda Kuşun Kanadında her Cuma 20:00’da TRT1 ekranlarında. İyi seyirler.