Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Sense8: Wachowski'lerden Paçozkilere

Hayatta hiçbir iyi huyum olmadığı için başladığım şeyi bitirmek gibi tatlı bir alışkanlığa da sahip değilim. Genel olarak pek çok işi ya da hobimi ikinci aşamasına geçer geçmez sıkılıp bırakırım. Mesela kürek yapmaya başladım ilk dersin sonunda nefret ettim, ikinciye kusma hissimi bastırarak gittim, üçüncüden sonra bir daha yapmamaya yemin edip, verdiğim paranın yanmasına acımadan bıraktım. Yakışıklı kürek hocamın aramalarına da bir daha dönmedim.

Hemen hemen her işim böyledir. Başlar ve yarım kalır.

Kitap ve diziler hariç...

Bir kitaba ya da diziye başladığımda çok kötü olduğunu anlamam en fazla bir kaç sayfa ya da iki bölümde belli olur. Berbatsa anında bırakıp bir daha ardına bile bakmam. Çok az kötü kitaba kitabın ortasına kadar şans veririm. (Mesela Emrah Serbes’in Deliduman’ı bunlardan biriydi. Herkesin övgülere boğduğu bu saçmalıkta ha şimdi bir şey olacak, ha herhalde şimdi başlayacak derken ortasına geldim. Ve kitabın kaderi salonun karşı duvarına çarparak sona ermek oldu.)

Dizilerde de artık nereye varacağını az çok anladığım için ilk bölümün ikinci yarısına kadar şans veriyorum. Sarmazsa tarihin çöplüğüne geri gönderiyorum.

Fakat son zamanlarda bir diziyi, bir türlü iyi mi kötü mü anlayamadığım için sekiz bölüm izledim ve sonrasında dizinin varlığını bile unuttuğumu fark ettim.

Herkesin övgülere boğduğu Sense8’ten bahsediyorum. Deliduman’la aynı kaderi paylaştı ama tabii ki burada pahalı kent kızı bilgisayarım Apple’ı kaldırıp duvara çarpmadım.

SANKİ DOĞDUK BİR ANADAN

Sense8 büyük artıyla başladı.

Bir kere Netflix dizisinden bahsediyoruz. Netflix bence televizyonun icadından sonra televizyon dünyasının en büyük buluşu. House of Cards’tan, Orange is the New Black’e (ilk sezonu sadece) Netflix hiç şaşırtmadı beni. İkinci sebep ise Wachowski kardeşlerin yapımcılığında gerçekleşecek olmasıydı. Tabii Matrix kardeşler bir yandan da yönetecek oldukları için devasa bir prodüksiyon bütçesiyle de çekilecekti. Bir yandan da Wachowski kardeşlerden Lana’nın cinsiyet değişim operasyonunun ardından ‘cinsiyetler üstü’ bir ‘cinsiyet belası’ televizyon şovuna bakışını da merak etmiyor değildim.

Ama gelin görün Wachowski kardeşler Paçozki kardeşler çıktı işin sonunda.

Hiç bir şey birbirini tutmuyor Sense8’te. Bir kere en başından ben şunu anlamadım: Bu dünyanın her yerine dağılmış, sanki doğduk bir anadan kardeşlerin hepsinin ortak özelliği ne? Yani bir tür süper kahraman bunlar anladığım kadarıyla ama hangi güce sahipler? Birbirlerine ihtiyaç duydukları anda yanlarında belirebilme özelliğine mi sahipler, ya da boyut değiştirip dünyayı bir uçtan bir uca hızlıca geçebilmeyi mi beceriyorlar? Bu eğer bir süper kahraman özelliğiyse bir tek ortak bir jakuzide orji yapmaya yarıyor belli ki.  

GAY DRAMASI YOKTUR

Fakat sekiz bölümün ardından bunun bir süper kahraman özelliği olmadığını anlıyoruz. Üç bölüm sonra sıkıldım ben bunların her an birbirlerinin sürekli yanında olmasından. Ve belki de ilk sezon olduğu için dizinin ilk bölümündeki esas merak unsuru bir anda yok edildi. Tüm bu tuhaf kardeşleri doğuran garip ana Daryl Hannah’nın hikayesi sekizinci bölüme kadar çözülememişti. Kötü adamlara ne oldu mesela? Hani herkesin onlardan kurtulması gerekiyordu? Ne oldu da kayboldular bir anda?

Lana Wachowsky (solda) ve Andy Wachowski.

Tüm bunları dizinin genel draması içinde kabul edebilirdim ama çok daha sası bir tat sanırım bu diziden soğumamı sağladı. O da dizinin içine sindirilmeye çalışılan ve aslında benim ilk izleme sebeplerimden biri olan Lara Wachowski’nin bakış açısının çok sinir bozucu olması. Dünyanın her yerinden L’ler, G’ler ve T’ler birleşecek, hep beraber San Fransisco parklarında frizbi oynayacak ve sonsuza kadar birbirlerini yalamaya devam edeceklerden öteye geçemiyor bu fikir.

Ama bu, galiba benim genel olarak LGBT temalı dizilere ya da filmlere bakış açım. Yani işin içinde sırf eşcinsellik var diye neden bunu seveyim hissi bir türlü yakamı bırakmıyor. Aynı şey Looking dizisi için de geçerliydi; sadece bir bölüm tahammül edebildim. Aynı şey Weekend filmi için geçerliydi herkes bayıldı ben nefret ettim (Karakterleri eşcinsel değil de heteroseksüel yaptığınız anda hiçbir anlam ifade etmiyor bu film mesela). Yeni gay serisi Cucumber, Banana, Tofu da aynı hissi veriyor bana. LGBT dizilerine de LGBT milletvekillerine baktığım gibi bakıyorum. Sırf LGBT orjinli diye beni ilgilendirmiyor. İyi olup olmamasıyla değerlendirmek istiyorum.  Sadece işin içinde beni ilgilendiren bir şey var diye ve bu zamana kadar hiç var olmadı, hep önüne geçildi diye her karşıma çıkanı sevemiyorum bir türlü.

Will & Grace ekibi.

Üstelik şunu da fark ettim ki eşcinsel temasını dramda değil de komedide seviyorum çünkü gerçekten çok sayko olabiliyor. Will&Grace şahaneydi mesela. Bu kültüre ait olan tüm sarkazmı, karakter sığlığını, kadın erkek ilişkilerini harika ve çok içten bir yerden işleyebiliyordu. İşte mesela Will ve Grace sanki doğduk bir anadan temasının karşılığıydı. Dünyanın neresine gitseniz Will gibi, Grace gibi, Karen gibi bir mahlukatla karşılaşma şansınız vardır. Tam olarak aynısı olmasa bile aynı hamurdan yoğrulmuşunu, aynı anadan doğmuşunu bulabilirsiniz. Tam bir komedi sayılmasa da Queer as Folk da bence iyiydi, çağının en önemli dizilerinden biriydi. L Word’ü izlemedim çünkü çok kadın var işin içinde, sosyolojik bir araştırma için buna katlanamayacağım. Çünkü eşcinsel komediler bu işin renginden ve gullümünden besleniyor. Ve gullüm bizim için çok evrensel bir durum. İki lubunya, üç travesti bir araya geldiğinde konunun eninde sonunda bağlanacağı nokta burası oluyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi gay’le karşılaşırsanız karşılaşın heteroseksüel kadınlarla ilgili bir espriye gülebilirsiniz. Ya da kimin eşcinselliğini daha çok çaktırıp çaktırmadığıyla ilgili bir analize yarılabilirsiniz.

Ama dramalarda böyle olmuyor. Çünkü sanırım her ulusun, her milletin derdi başka. Bir kısım eşcinselin IŞİD tarafından çatılardan atılarak öldürüldüğü bir dünyada, diğer bir kısmın en büyük derdinin eşit evlilik ve sigorta hakkı olması bizi ortak soruna bağlayamıyor.

Ortak derde ağlayamıyoruz ama ortak espriye gülebiliyoruz.

Bu da sanırım Sense8’in işlememesinin temel sebeplerinden biri. Dünyanın her yerinden tuhaf dertlere sahip, orjici kardeşler burada karşılık bulamıyor Lana Paçovskiciğim maalesef.

O yüzden eşcinseller vardır ama eşcinsel draması yoktur.

Bizi tek bir anadan doğarak birleştirecek tek şey de gullümümüz ve tuhaf espri anlayışımızdır sadece.

YORUMLAR




DİĞER HABERLER