Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Parça Pinçik Hayatlar

Bu sene ne izlediysem sizlere ömür...Grey’s Anatomy’nin kötü bir Türk uyarlaması, Hayat Yolunda bitiverdi… Şeref Meselesi var diyeceğim ama o çocukcağız da hiç olmuyor Anadolu’dan İstanbul’a gelme delikanlı rolünde. Daha Türkçe konuşamıyor neticede. Güllerin Savaşı desen, dizide herkes had safhada sinir bozucu. Yeter, sıkıldım bitmeyen trajedilerden!

Sonra ne oldu, bir arkadaşım “Paramparça’ya baksana,” dedi. Tam benlikmiş. Bakayım dedim bir pazar gecesi. İlk iki bölüm şak diye izlendi, ardından üçüncü, derken dördüncü bölüm. Sonrasında buradayım işte.

İlk kez Erkan Petekkaya’nın oynadığı bir dizi izliyorum ve evet pişman değilim. Kimi zaman ekrana sığmayacak mı diye korkuyorum; malum boy pos. Kimi zaman o kıyafetleri anlamlı hale getirmeye çalışıyorum (sosyete böyle giyiniyor kanımca). Babacan bir adam. Çok vicdanlı. Ne iş yaptığını dördüncü bölüm itibariyle hala anlayamadım. Restaurant/cafe tarzı bir şeysi var ama sanırım o ek iş. Zira yaşanan hayat o kıçıkırık cafeden geliyor olamaz. Cihan Bey’in yüzük seçimi, Bu Tarz Benim’e girecek cinsten. Yine dördüncü bölüme kadar gözlerim fal taşı gibi açılarak bakıyordum taktığı yüzüklere, derken Cihan’ın babası çıkageldi. O noktada anladım. Takılar babadan oğula misali. Epey egzantrik.  

Tam bir işadamı.

Cihan gibi bir adamın Dilara gibi bir kadınla nasıl evlenmiş olduğunu düşündüm ilk iki bölüm. Sonra dedim ki “Bu senarist epey başarılı.” Erkekler hep Dilara gibi kadınlarla evlenmiyor mu zaten? Beyaz giyinip, üzerine hiçbir şey dökmeyen, saçları her daim öyle şahane gözüken, hep tribünlere oynayan… Bu Dilara var ya, bu Dilara tam bir psikopat. Mesela bir sahne var gözümün önünden gitmiyor: Cihan “Boşanalım,” diyor, Dilara boş boş ufka bakıyor. Adam yine aynı şeyi söylüyor. Kadın “Hayır!” diyor. Ya inanılmaz değil mi? Var mı böylesi? Küçükken “kızım olursa adını Dilara koyacağım,” derdim. Manyaklıkmış! Bence Dilara işte tam da böyle bir karaktere ait isim. Dünya dönmüş, ortada karışan çocuklar var, hayatları bir günde değişmiş, kadın vakfa davete gidiyor. Saçının tek teli dağılmamış, terlememiş, salına salına, über fıstıkanzi gözükerek… Bir de bir normalize edişi var hikayeyi… Gidip kızını alacakmış, “Peki bugüne kadar kızımız sandığımız kız ne olacak?” sorusuna da aynı normallikle “O da bizimle kalacak,” diyebiliyor mesela.

Başı bile güzel ağrıyor bu kadının!

Derken bir Hazal var! İlk bölümde baktım Hazal’a. Senarist öyle mükemmel işlemiş ki karakteri. “Bu kızcağızın bu evde ne işi var?” diyorsun. Hazal’ın saçları ipek gibi, yetmezmiş gibi sarı, fizik mükemmel denecek cinsten. Sanırsın ergenlik çağında değil. Suratta bir sivilce, bir akne namevcut ! Çok akıllı sanırım, Keriman halasına çekmiş. Bir kere o hala karakteri –Aman Allahım- o karakter!! Kimdir o kadın? Hazal’ın cicişi… Hayatımda bundan daha kötü bir karakter sanırım az gördüm. Modern bir Aliye Rona… Küçüklüğüme gittim valla. En son bıraktığımda gerçekte yeğeni olmayan kızı, aslında dedesi olan Rusya’dan bir anda ortaya çıkmış adama parayla vermeye çalışıyordu. O saçlar, o tokalar, o hırkalar?! Bu Keriman cicoşunun bir ekmek yemesi var ki; dillere destan. Saatlerce yazarım, sayfalar yetmez.. Essay yazılır karakter üzerine.

2015 tipi Aliye Rona.

Neyse Hazal’a dönelim biz. Birçok gençte travma yaratacak bu karışma hadisesini, kızımız hopçiki tadında yaşıyor. Vay anam vay… Şöyle ki; babası ilk buluştuklarında cebine çaktırmadan 500 TL koymuş. Bizim kız eve gelip parayı farkedince “Bu ne, 500 TL’ye fit mi olacağız?” gibisinden bir lakırdı ediveriyor. Şok, şok, şok! O noktada “Acaba bu çocuklar karışmadı mı, zira bu velet aynı cicoş halası” dedim.

Hazal’ın derste öğretmenine çıkışı ise dillere destan başka bir sahne. İşte tam o sahnede, televizyona dalıp, o Hazal’ın saçını başını yolasım geldi ama kendi çocuğumu düşündüm. Büyük konuşmamak gerek hayatta.

Başka şaheser bir sahnede Hazal hızını alamayıp tüm sınıfı toplayıp, babasının cafesine götürür. 525 liralık ne yedikleriyse tam bir muamma?! Kuzu kestirdiler sanıyorum. Burada da verilmek istenen mesaj, zengin babanın ‘over priced’ cafesi. Neyse neticede Hazal, tam bir Dilara kızı. Hırslı, gözü pek, hedefe kilitli!

Cansu; diğer yandan, tam bir melek. Beş kuruşsuz ama şerefli Gülseren’in gerçek kızı. Fakat ne ilginçtir ki; dizideki karakterlerin en akıllısı ve en klası. Hatta 14 yaşında bir kız için fazlasıyla zeki. Hastane arşivlerinden doğum belgelerini araklayıp kaçacak kadar akıllı. Bir de şahane at biniyor. Keşke at binerken kafadan aşağısını da görebilsek.

En şahane karakteri en sona sakladım.

Ornella Muti’nin köylü versiyonu!

Yıllarca çocuğunu  bir başına büyütüp 14 yaşına getirmiş, ama bir gün durup sormamış kendi kendine; “Bu manyak kız kime benziyor?” diye. Alnının teriyle parasını kazanıyor, gıkını çıkarmadan köşesinde oturuyor. Gelen eziyor, geçen eziyor. Sesini hiç çıkarmıyor. Öyle ki patronu iş için arkadaşının evine perde astırmaya yolluyor, adam buna sarkıyor, bizimki dönüp de “Kardeş sen ne biçim işverensin, beni işe yolluyorsun, tecavüzden zor kurtuldum,” demiyor. Varsa yoksa ekmeği. Sonra bir gün onun da dünyası değişiyor. Dünyası değişiyor ama o çiçekli elbiseleri değişmiyor. Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz Allah aşkına?! O elbiseler ne? Saçlar hep yapılı dağınık, farlara hiç girmiyorum. Bizim millet ne zaman öğrenecek şu dizilerdeki makyaj/saç/kılık kombinasyonunu acaip merak ediyorum.

Neyse biz devam edelim; kendini gururlu ve fakir yaşamaya adamış olan Gülseren’in “Çocuğumu size vermem! Çocuğumu size vermem!” diye haykırışı hiç gözümün önünden gitmiyor. Çok içlendim o sahnede. Bir de Hazal’a “Senin annen benim! Senin annen benim!” diye çemkirişi. Hazal tabii o sahnede muhtemelen elinden alınan ipad, iphone ve bilimum marka kılık kıyafet ve ayakkabının gidiyor oluşuna konsantre. Kadıncağızı dinlemiyor hiç. Zaten Gülseren’i hayatta kimse dinlememiş ki. Kadını şu hayatta ilk kez Cihan dinledi anladığım. Cihan, Gülseren’e vuruldu. Ama gerçek hayatta bu olmuyor be baba. Ama durun ya oluyor... Andropoz diye bir şey vardı değil mi? Erkekler fıstık karılarını bırakıp, hiç olmayacak tiplere koşuyorlardı değil mi?

Sizi bilemem ama ben şimdi pazartesi akşamlarını iple çeker oldum, Hadise’nin kılık kıyafetleri dışında bir şey çıktı izleyecek sonunda.

Şükür kavuşturana.

YORUMLAR




DİĞER HABERLER