Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Jon Stewart: Dağılan evi toplayan adam

Jon Stewart geçtiğimiz hafta Emmy’lere doymayan programıThe Daily Show’dan yakın zamanda ayrılacağını açıkladı. Yıllar içinde program nasıl bir seyir izledi, Amerikan toplumunda nasıl bir boşluğu doldurdu, Türkiye’de ise böyle bir türün ve televizyon personasının yokluğu ne tür marazlara yol açıyor gelin bakalım.

The Daily Show’u nasıl anlatmalı? Türkiye’de her haberde, her son dakikada kırılan parçalarımızı, dağılan aklımızı, bozulan algımızı düzelten ve yatışıtıran bir programın  eksikliğini anlatmaya başlayarak belki. Hani gündemi, her dakika birbirinden şok edici ve trajik olayla değişen Türkiye’de ucundan kıyısından haberleri takip ediyoruz. Her seferinde vahşetin, travmanın, adaletsizliğin büyüklüğü karşısında nutkumuz tutuluyor.  Sosyal medyadan “Böyle şey mi olur!” diyoruz, “Bunlar nasıl insanlar!” diyoruz. Haberin şokunu atlattıktan sonra sıra eleştirel medya okumalarına geliyor. Atılan başlıklara, manşete çekilen kelimelere, cümlelere inanamıyoruz. Aklı başında dediğimiz insanların yazdıklarına şaşırıyoruz. Sonra tabii ki farklı bakış açılarını, bilmediğimiz insanların görüşlerini de öğrenme fırsatımız oluyor. Fırsat mı, yük mü belli değil. Öyle farklı denizlere açılan ve epey de rağbet gören yorumlar oluyor ki “Acaba bende mi bir sorun var” diyoruz, kendimizi gittikçe yalnız hissediyoruz, “Dert etmemiz gereken şey bu mu?” diye soruyoruz. Ruh halimiz sanki bütün çekmecelerimiz açılmış, tüm çamaşırlarımız dört bir yana fırlatılmış gibi. Kafamız bulanıklaşıyor, tepkiler birbirine karışıyor. Irkçı, ayrımcı, cinsiyetçi yorumlar arasında kendimize yol açmaya, bir kar fırtınasının ortasına düşmüşcesine önümüzü görmeye çalışıyoruz. Sansasyon ve komplo teorisine bulanmış haberin hangi medya grubu tarafından yazıldığını beynimizde filtreledikten sonra olayın nerede, ne zaman ve nasıl gerçekleştiğini samanlıkta iğne arar gibi arıyoruz. Sonra akşam oluyor, ekranın dörde bölündüğü erkeklerle dolu tartışma programları canımızı sıkıyor, boğuyor, sakız gibi uzuyor, bitmek bilmiyor. Yeni hiçbir sözün edilmediği programlar, yaratıcılıktan nasibini almamış sorular, konuklar ve formatlar, inanın ömrümüzü yiyor. Neyi tartıştığımızı, doğrunun ve yanlışın ne olduğunu unutuyoruz. Dibine kadar siyasetin içine batıyoruz ama politik hayvanlığın yanından bile geçmiyoruz. Ardından, program türü ve kanalı hiç fark etmez, en az 120 dakikalık dizi, yarışma ve benzeri programlarda vakit geçiriyoruz. Hatta işte onları burada, Ekrenalla’da yorumluyoruz, televizyonda sarf edilen hiçbir sözün günün politik atmosferinden ayrı durmayacağını bilerek. Bu arada biz dizi izlemiyoruz, izlerken vakit geçiriyoruz. Portakal soyuyoruz, Twitter’da “takılıyoruz”, çamaşırları katlıyoruz.  Sonra yeni güne aynı harala güreleyle başlıyoruz. Bir önceki günde olanları unutarak. Kendi tarihimizle bağımızı yitiriyoruz, aktif yurttaşlık ihtimaline veda ediyoruz.

The Daily Show nasıl bir programdı, neden önemliydi ve tüm bu anlattıklarınla ne alakası var diye sorarsınız... Jon Stewart Amerika’nın delilik anlarında, şahinler çıldırmışken, Ferguson yanarken, İkiz Kuleler devrilirken, Irak Savaşı başlarken, George W. Bush her şeye rağmen tekrar seçilirken, Barack Obama yeni bir umut olarak doğmuşken hırsızın dağıttığı evi bir çırpıda toparlayan adamdı. Pazartesiden perşembeye, her akşam. 15 sene boyunca. Jon Stewart ne yapar? Gün boyunca o kanal, bu politikacı, şu medya ünlüsü tarafından çarpıtılmış olaylar dizisini kronolojik sıraya koyar, “Hayır sen yanlış hatırlıyorsun o öyle değil, böyle” der. Olayları tarihsel ve ekonomik bağlamına oturtur ve bunları olağanüstü yaratıcı, komik, eğlenceli, kıvrak ve vurucu bir dille yapar. Cumhuriyetçilerle, Fox News’le, CNN’in ünlü muhabirleri ve yaptıkları ölümcül hatalarla, Amerika’nın dünyaya ektiği “demokrasi tohumlarıyla” bir güzel dalgasını geçer. Amerika’nın iç ve dış politika tercihlerine karşı en büyük çuvaldızı kendi ülkesine batırır. Promptera bağlı kalmaz, doğaçlama ve zamanlama yeteneği en üst düzeydedir. “Bu ülkede siyahsan beyin cerrahı olsan bile ayrımcılığa uğrarsın,” der, ülkenin siyahlar ve beyazlar için tamamen farklı olduğunu, sistematik ırkçılığın hala yaşanmakta olduğunu her defasında dile getirir. Fox News’in ünlü sunucusu Bill O’Reilly’yi konuk ettiği programında Amerika’da beyazların imtiyazlı olduğunu yılların muhafazakarına itiraf ettirir. Bir yandan da Amerikalı olmaktan gurur duyar. 11 Eylül yaşandıktan sonraki ilk programında on dakika boyunca konuşmakta zorlanır. Evinin penceresinden artık İkiz Kuleler’in değil, Özgürlük Heykeli’nin göründüğünü boğazı düğümlenerek söyler. İfade özgürlüğünün, sansüre takılmadan komedi yapabilmenin, diline ket vurmadan siyasetçilerle dalga geçebilmenin toprağıdır Amerika. Başka türlü Jon Stewart olamazdı, başka türlü The Daily Show yapılamazdı çünkü. Öyle bir nokta ki; Amerikan Başkanı’nın programda çeşitli politikaları yüzünden defalarca yerin dibine geçirilmesine rağmen The Daily Show’a yine de konuk olması gibi bir durumdan bahsediyoruz. Bu topraklardan epey uzak bir medeniyet çizgisiden.  

Jon Stewart 1999‘dan beri dünyanın seyrini değiştiren olaylar karşısında Amerikan toplumunun şaşkınlıktan deliliğe evrilen ruh halini gerçekleri dile getirerek evcilleştirdi, onları apolitikleşmeden yutulabilir küçük lokmalar haline getirdi. Tarafsızlık yalanına hiç sarılmadan, herkese kafa tutarak, hicivden vazgeçmeden. Samimi bir öfkeyle aktardığı haberler, Angelina Jolie’den Malala Yousafzai’ye konuklarına duyduğu derin saygı, müthiş yazılmış metinler ve kullanılan görseller ve sizi delilik buhranından aklın sakinleştirici yoluna çağıran bir ses.

Türkiye’yi düşününce sormadan edemiyorum; televizyon ne zaman içimiz bunalarak sürekli kanal değiştirdiğimiz, başından sonuna bir programı bile izleyemediğimiz bir yer oldu? Nasıl oldu da; ya sinirden saç baş yolduğumuz, ya uzunluğundan uyuyakaldığımız ya da başkalarının yerine utanmaktan izleyemediğimiz ekranlara dönüştük? Jon Stewart Comedy Central’da 15 sene boyunca unutulmayacak bir televizyon dersi verdi. Televizyon biraz da evi toparlama, yaraları sarma, bir araya gelme, yanlış anlamaları düzeltme, sinirimizi bozanlara nanik yapma, siyasi ve sosyal her yönden yalnızlık hissinden kurtulma, yatıştırma, sağaltma, hafifleme yeriydi. Türkiye televizyonları nasıl oldu da bunu unuttu? Herhalde zamanla.   

The Daily Show Jon Stewart’la yoluna bu senenin sonlarına kadar devam edecek. O zamana kadar tadını çıkaralım.

Editörün notu: Jon Stewart geçen yıl herkesi şaşırtan bir kararla sinema sektörüne daldı. Senaryosunu yazıp yönetmenliğini bizzat üstlendiği ve İran asıllı Kanadalı gazeteci Maziar Bahari’nin İran’da 118 gün boyunca işkence çektiği gözaltı günlerini anlatan filml Rosewater, !f İstanbul Festivali’nin bu yılki programı çerçevesinde bugün, 16 Şubat 2015, 21:30’da İstanbul Cinemaximum Fitaş’da gösterilecek. Gösterime filmin oyuncularından Haluk Bilginer de katılacak ve izleyicilerin sorularını cevaplayacak.

YORUMLAR




DİĞER HABERLER