Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Ailelerin yaraladığı çocuklar: Allen v. Farrow

Michael Jackson’ın ölümünün ardından, yıllar boyunca konuşulmuş ama bir türlü ispatlanamamış çocuk tacizi iddialarını sorgulayan üstelik bunu iki kurbanı en ince detayına kadar konuşturarak yapan Finding Neverland belgeseli büyük sansasyon koparmıştı. Juicy şeylere  aşırı meraklı olduğum için Finding Neverland’i de büyük bir zevkle izlemiş ve hakkında bir yazıyı da burası için yazmıştım (Yeri gelmişken burada yakınlara kaybettiğimiz gazeteci-televizyoncu Sevim Gözay’ı da anmak isterim. Uzun yıllar Akşam Gazetesi’nde birlikte çalıştığımız ama hiç karşılaşmadığımız Gözay’la Finding Neverland yazımın ardından onun medyascope.tv'de ki programına konuk olmuştum. Bu ilk ve son tanışmamız oldu. Bizi Michael Jackson’ın birleştireceğini nereden bilebilirdim). 

Finding Neverland’in ardından şimdi de bir başka ünlü tacizi dökümanteri ekranlarda. Üstelik bu seferki belgeselin bir sırrı araştırmak ya da doğrulamak gibi bir kaygısı da yok. Neredeyse herkesin hemfikir olduğu bir vakanın izinden ilerliyor ayrıca olayın tüm kahramanları hala hayatta. 

HBO imzalı dört bölümlük Allen v. Farrow’un işi bu anlamda kolay görünse de finalinin ardından insanda dev bir olmamışlık duygusu bırakıyor. Çünkü asla gözetmediği tarafsızlık ilkesi bir süre sonra insanı düşünmeye itiyor. 

Yani özetle şöyle söyleyeyim ben Allen v. Farrow’u izlemeden önce Woody Allen’ın iğrenç bir tacizci sapık olduğuna emindim, belgeselin ardından da eminim ama eskisi kadar net bir şekilde emin değilim. Üstelik Allen v. Farrow belgeseli tamamen, en ufak noktasına kadar Woody Allen’ı suçlamak üzerine kurulu. Amacı bu olan belgeselin finalinin ardından suçlu bulanı bile bir düşündürtüyorsa burada bir sorun var bence. 

Gelin hep beraber bakalım. 

Allen v. Farrow 1992 yılından beri devam eden ve çeşitli yerlere evrilmiş neredeyse bir yıldızlar savaşına dönmüş davayı bir kere daha açıyor. Zaten en başından bu iddiayla başladığımızda heyecanım yepyeni ve artık asla tartışılamaz kanıtlarla geldikleri ve Woody Allen’ın ipini bu sefer kesin çekecekleri yönündeydi. Maalesef daha ilk bölümden bu isteğim yere çakıldı. Burada şu parantezi açmak gerekiyor ki Woody Allen’a kızı Dylan Farrow’u taciz ettiği iddiası sebebiyle hiçbir zaman ceza davası açılmadı. Olaylar çeşitli eyaletlerde araştırıldı, ya takipsizlik kararı verildi ya da Allen suçsuz bulundu. 

Allen v. Farrow’da ise sanki son bir kere daha kamuoyu önünde küçük düşürelim ve bir şans ya bu sefer tutturursak gibi bir hava var. Yeni hiçbir şey söylemiyor, yeni hiçbir kanıt getirmiyor. Tam tersine yeni bir perspektif katmanın ötesinde mevcut bilgiyi de bulandırıyor. O kadar ama o kadar taraflı ki hiç istemesem de Woody Allen bakışını da merak etmedim değil.  

Allen v. Farrow’da olaylar ağırlıklı olarak Allen’ın 13 sene birlikte yaşadığı Mia Farrow’un, sonradan nüfusuna geçirdiği ve taciz ettiği söylenen kızı Dylan Farrow’un ve Mia Farrow’la biyolojik oğulları Ronan Farrow’ın röportajlarına dayanıyor. 

Belgeselde yeni olarak gösterilebilecek tek şey The Farrow’ların daha önce arşivinden videoların ve fotoğrafların kullanılması bir kaç aile dostunun da röportajlarıyla destek vermesi.

Finding Neverland örneğinden gidersek eğer oradaki videolar, fotoğraflar ve röportajlar bir polisiyenin izini sürememize hizmet ediyordu. Michael Jackson’da bir ‘Neverland’de olan artık Neverland’de kalmayacak’ tadı vardı. Mağdurlar predatörün ardından konuşuyor, Neverland’in hayvanat bahçesiyle lunapark karışımı odalarında olanlar apaçık ortaya dökülüyor ve sizi gerçekle yüzleştirip inanılmaz bir hikayenin içine itiyordu.

Allen v. Farrow’daki görüntüler ise insanı bir kere daha travmayla yüzleştirmekten öteye geçemiyor, ailenin kamerasına yansıyan küçük kızın haline şahit olmaktan ileriye gidemiyoruz. Ama ister Farrow’ın söylediği gibi bir taciz mağduru, ister Allen’ın söylediği gibi annesinin beyin yıkamasına maruz kalmış olsun sonuçta izlediğimiz her şeyden bihaber, medya bombardımanın ortasında kalmış 7 yaşında bir kız. 

Bunun dışında Allen v.  Farrow pek çok soruyu da cevapsız bırakıyor. İlk dava açıldığında Dylan Farrow’la konuşan ekip neden kızın hayal kurduğunu iddia etti? Yanıtı yok. Çiftin bir başka evlatlık çocuğu ve ilerleyen yıllarda evlatlık çocuk travması üstüne çalışan bir psikolog olan Moses Farrow seneler sonra blogunda yazdığı upuzun bir makalede esas predatörün Mia Farrow olduğunu neden iddia etti? ‘Tüh keşke yapmasaydı’dan başka yanıt yok. Bu ve bunlar gibi belgeselin doğal akışı içinde açılan pek çok soru penceresi asla yanıtlanmadan tekrar Woody Allen’ın ne kadar ahlaksız olduğunu anlatmaya devam ediliyor. Ve böylece inandırıcılık iyice yitiyor.

Allen v. Farrow’u izledikten sonra bu anormal hikayede sadece iki karakter için yeni bir bakış açısısı geliştirebildim. 

Bunlardan biri Mia Farrow. Ve onun obur annelik arzusu. İlk eşiyle evlat edindiği çocukların üstüne, kendi doğurdukları daha sonra Allen’la birlikteliği sırasında durmaksızın evlat edinmeye ve üremeye devam etme histerisi bence ilgilenilmesi gereken bambaşka bir vaka. 

Beyaz kadın durmaksızın dünyanın az gelişmiş ülkelerinden kese kağıdıyla meyve alır gibi çocuk evlat ediniyor. Farrow belgeselde bunu ‘büyük bir aile olmaya duyduğu özlem ve sevgiyle’ açıklıyor. Bir noktada bu sürekli sayısı artan ailenin bir dur noktası olmaz mı? Bu nasıl bir annelik aşkı ve şehveti? Aile dediğimiz şey ne kadar varlıklı, çocuklara ne kadar imkan sağlıyor olursa olsun işlevini bir noktada yitirdiğini belgeselde yeterince açık olarak gördükten sonra bile, yaşadıkları bu travmatik olaydan sonra bile Farrow durdurulamaz bir şekilde evlat edinmeye devam ediyor. İnsan Farrow’un beynindeki annelik tuşunu bir şekilde kapatma ihtiyacı duyuyor ister istemez. Üstelik evlatlık çocuk seirsinden iki tanesi intihar ediyor, çocukların kimisi gibi Farrow’un da sosyopat olduğu iddiası var. Tabii ki bu unsurlar da asla araştırılmıyor, niye çünkü Woody Allen suçlu. Dewamke. 

Belgeselin ardından hakkında yeniden düşünmek istediğim bir diğer insan da Soon-Yi. Bence bu aile dramındaki en büyük trajediye sahip olanlardan biri de o.

Soon-Yi, Mia Farrow’un ilk eşiyle birlikte başlattığı evlat edinme furyasından bu aileye katılanlardan. Farrow artık ‘büyük bir çocuk almak istediği’ için onu seçiyor. 

Soon-Yi’nin biyolojik ailesi ise onu ‘Sen şimdi burada bekle, biz birazdan geliyoruz’ diye parka bırakıyor sonra da gidiş o gidiş… Ve Soon-Yi bu olay olduğunda bunu anlayacak yaşta, onu vahşi bir hayvan gibi sağa sola koşuştururken buluyorlar. Ve kadere bakar mısınız bu akıl almaz olayın ardından koskoca dünyada önce Mia Farrow’un evlatlık klanına katılıyor, sonrasında Woody Allen’la aralarında kalıyor, henüz liseye giderken Allen’la birlikte olmaya başlıyor ve ardından evleniyorlar. Mia Farrow belgeselde bir yerde Soon-Yi için ‘Hep çok sessizdi, kimseyle sosyalleşmek istemezdi’ diyor. Hımm, bir düşünelim acaba neden böyle?

Finding Neverland’in ardından Michael Jackson’ın senelerce gözümüzün önünde çocukları taciz ettiği ve bütün dünya onun dehasına tapmaya devam ederken bunu bile isteye görmezden geldiğini düşünmüştüm. Ve Türkiye’de yaşayan ben ne alakaysa kendimi suçlu hissetmiştim Michael Jackson sevdiğim için. Allen v. Farrow’da ise kaldığım yerdeyim ama bu kadar suçlamaya rağmen nedense Mia Farrow cephesinde de bir takım numaralar döndüğünü düşünüyorum. 

Hayatım boyunca Woody Allen hayranı olmadığım için sanırım bu suçluluktan yırtıyorum biraz. Annie Hall’u izlemeden uyuyamayan,  Radio Days’e aşık biri olmadım hiç bir zaman. Açıkçası Woody Allen’ın itibarının elinden alınmış olmasına da içten içe seviniyor bile olabilirim. Bana ne yok olsun gitsin zaten? İzlemeden de durabilirim bence.

Ama açıkçası yine bir ünlü ve çocuk tacizi hikayesinde daha aile olmanın dehşeti beni epey sarstı. Büyük ve kalabalık sofra arzuları, çocuklarını parka terk edenler, dünyadan çocuk toplayanlar, intihar edenler, tacize uğrayanlar, mahkemelerde dosya gibi oradan oraya sürüklenenler… 

Hepsinde aileler bir şekilde çocukları yaralamaya devam ediyor. İster sevgisiyle, ister tutkusuyla. İşin tatsız tarafı da bu kurum sürekli yüceltilmeye devam ediyor ve asla tartışmaya açılmıyor. Varlıkları da yoklukları da bir dert. 

Sanırım tatsız ve umutsuz olan da bu. 

Canınız sıkılsın ve biraz travmatize olayım istiyorsanız Allen v. Farrow’a bakabilirsiniz. En azından belgesel nasıl yapılmaz diye merak ediyorsanız onun için bile izleyebilirsiniz. Ben izledim, memnun ayrılmadım ve bir süre daha gerçekten aile arasında kalmış çocuk gerçeğiyle yüzleşmek istemiyorum. 

 

YİĞİT KARAAHMET



YORUMLAR




DİĞER HABERLER