Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Zaman, James Spader’a bile acımadı!

“Bir filmde oynamaya karar verirken iki şeye dikkat ederim. Senaryo iyi midir ve faturalarımın ödenmesi ne kadar acildir?”

Aykırı, ters, eksantrik, karizmatik, çarpıcı ve başarılı... James Spader tarif etmek istesek, bu altı kelime bize oldukça yardımcı olurdu. Hayatı birbirinden farklı roller ve ödüllerle dolu bu adam, kariyerine bir ‘sarı şeker’, bir erkek güzeli olarak başlayıp, nasıl yanakları sıkılası ve tavsiyeleri dinlenesi bir adama dönüştü? Bu dönüşüm iyi mi oldu, kötü mü oldu? Kariyerinde iz bırakmış işleri ile bu konuyu gözden geçirmeye ne dersiniz?

1981 - Endless Love

James Spader, öğretmen bir anne-babanın çocuğu olarak (Todd ve Jean Spader) Boston’da 7 Şubat 1960’da dünyaya geldi. Peter Sellers’ın da akademik kadrosunda bulunduğu Phillips Academy’yi 11’inci sınıfta bıraktı. Oyuncu olmadan önce bahçeleri gübreledi, et kamyonlarında şoförlük yaptı, barmenlik deneyimi yaşadı, eşya taşıdı ve yoga eğitmenliği yaptı. O dönemlerde de etrafındaki kadınlar ona bayılıyordu. Etkileyici bir genç adamdı ve enerjisi yüksekti. Bu süreçte oyunculuk konusunda kendini geliştirmeye devam ediyordu. Etrafındakiler onun çok başarılı bir oyuncu olabileceğini ve dahice bir yeteneği olduğunu düşünüyorlardı. Team-Mates (1978) isimli ilk filmindeki Jimmy karakteri, bu uzun yolun sadece başlangıcıydı. Asıl patlamayı Brooke Shields ve Martin Hewitt ile başrollerini paylaştığı 1981 yapımı Endless Love ile yapacaktı. Bu iç karartan ve kimilerine göre ergen hikayesi, kimilerine göre de büyük bir aşk hikayesi olan filmde, Brooke Shields’in ağabeyi Keith Butterfield rolündeydi.

1986 - Pretty in Pink

James Spader, bu filmde şımarık, asi ve güvenilmez bir karakteri oynuyordu. Okulun popüler ve fırlama çocuğuydu. Arabasını havalı sürüşü, gözlüklerini şeytani bir tavırla indirişi ve özgüveni ile filme damgasını vurdu. Pretty in Pink, 80’leri anlamak ve o dönemin modasını görmek için izleyebileceğiniz en iyi filmlerden biridir. The Smiths grubunun Please, Please, Please, Let Me Get What I Want ve New Order’ın Thieves Like Us şarkıları da filmin soundtrack’iyle unutulmayan şarkılar arasına girdi.

Pretty In Pink gözünüze ya da kulağınıza kesin tanıdık geldi. İnternetin ilk yaygınlaştığı zamanlarda en yaygın ‘hatun’ nicklerinden biriydi.

Çoğumuzun Two And A Half Men’den tanıdığı Jon Cryer, bu filmde John Lennon’un Love şarkısını seslendirir. Açıkçası, James Spader’ın canlandırdığı Steff, uzak kalmayı kesinlikle reddedeceğiniz ama yaklaştıkça da canınızı acıtacak bir karakterdir; James Spader’in üzerine yavaş yavaş oturan ‘arızalı adam’ kimliğinin bebek adımlarıdır.

1987 - Less Than Zero

Robert Downey Jr.’a pabucu ters giydirecek bir adam tanıyor musunuz? Less Than Zero filminde James Spader bunu yaptı. Filmin sloganı “Güzel bir hayata benziyordu,” şeklinde çevrildi. Zengin insanların mutlu olup olmadığına, Beverly Hills’de yaşananların ne kadar katlanılabilir olduğuna dair bir takım mesajlar barındıran film, döneminin en sansasyonel ve sarsıcı yapımlarından biri olarak adlandırılmakta. Uyuşturucu, yasak ilişkiler, çarpıklık ve yitik bir kuşağa dair her şeyi bu filmde bulabilirsiniz. James Spader, bu filmde Rip adında bir karakteri canlandırmaktadır. Robert Downey Jr.’ın canlandırdığı Julian karakterini erkek fahişeliğe zorlayan uyuşturucu satıcısı rolünde, güvenilmez ve arızalı adam imajını bir kez daha pekiştirir. Filmin halihazırda iki yıldızı vardır, onlar da Robert ve James’tir zaten.

1987 - Wall Street

1987 yılına damga vuran Wall Street filmi ile James Spader yeniden karşımızdaydı. Belki başrolde değildi ama canlandırdığı hırslı, gözü doymaz ve sinir bozucu avukat karakteri ile filmin içinde kendine sağlam bir yer edinmişti. Roger Barnes sizin avukatınız olunca iyi, karşınızda olunca ise adeta şeytan doldurmuşçasına sinir bozucu bir adamdı. Filmin başrollerinde Charlie Sheen, Michael Douglas ve Martin Sheen gibi isimler vardı. James Spader’in oyunculuk kariyeri açısından güçlü bir filmdi çünkü daha yüksek bütçeli ve kadrolu filmlerde akılda kalıcı roller almaya başlamıştı. Yönetmenlerin gözü öyle alıştığından mı bilinmez ama her filmde nasılsa biraz daha sinir bozucu ama aynı anda çekici olmayı da başarıyordu.

1989 -"> Sex, Lies, and Videotape

Röntgenci, yalnız ve garip. James Spader; Sex, Lies, and Videotape filminde canlandırdığı Graham Dalton ile 1989 yılında Cannes Film Festivali’nde en iyi erkek aktör ödülünü kazandı. Bir alçalıp, bir yükselen temposu, olaylara farklı bakış açısı ve kadın-erkek ilişkilerini derinlemesine irdelemesi ile, film bağımsız filmler içinde ayrı bir yere sahiptir. James Spader bu filmde, takıntılı ve gerçek manada sorunlu bir adamdır. Yalancılardan hoşlanmaz, iktidarsızlık problemi vardır, kadınlarla ilişkisi sorunludur. Mutsuzdur ve James Spader bu adamın ruh halini bize eşsiz şekilde yansıtmaktadır. Andie MacDowell ve Peter Gallagher filmin diğer yıldızları. Düşük bütçesine rağmen büyük bir gişe yapan bu film, James Spader’ın ne kadar usta bir aktör olduğunu bize bir kez daha kanıtlar. Büyük bir dramın içerisinde yaşayan Graham Dalton karakterinin, istediği zaman ne kadar güçlü olabileceğini ama bunun farkında bile olmayışını görürüz mimiklerinde, halinde ve tavrında. Denilebilir ki, James Spader’in oyunculuğu ile gerçekten tanışmak istiyorsanız, bu filmi mutlaka izlemelisiniz.

1989 - Sex, Lies, and Videotape

Yetenekli, zengin ve karısının ölümü ile baş edemeyen genç bir adam; çekici, kendine güvenli ve yaşça kendisinden büyük bir garson kadınla barda tanışırsa ne olur? Aralarındaki sosyal farklılıklara rağmen o aşk sonsuza sürer mi? Aşk ne kadar affedebilir? James Spader, bu filmde tutkulu ve gerçekten aşık bir adamı oynar. O kadar güzel görünmektedir ki, Susan Sarandon’un canlandırdığı Nora’nın Max’e aşık olmamak için deli olması gerekir diye düşünürsünüz. Filmde bol bol öpüşürler, sevişirler. Nora’nın Marilyn Monroe takıntısı da dikkatinizi çeken bir diğer ayrıntıdır.

1990 - White Palace

James Spader , karakterlere ruh katan bir adam olarak aklınıza kazınmayı kesinlikle hak etmekte olduğunu bu filmle bir kez daha kanıtlar. Uzmanlık alanı; sadece sinir bozucu, züppe ya da sinsi adamlarla sınırlı değildir. Tutkulu, aşık ve yaralı bir adamı oynarken sizi gözleriyle her şeye ikna edebilir. Kendisinin iri ve renkli gözlerine ‘aşk’ çok yakışmaktadır.

1996 - Crash

Arabaların içinde deliler gibi seks yapan James Spader, bizi şok edici şekilde sanki rol yapmadığına inandırır. James Ballard adlı bu acayip adam için her şey ölümden döndüğü araba kazasının ardından başlamıştır. İnsanoğlunun karanlık ve pek de bilinmeyen yönlerine, içselliğine doğru bir yolculuk yapan film, dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de aşırı tepkiye ve birbirinden ‘renkli’ yorumlara yol açmıştır. Belirtmeden geçemeyeceğim, Spader bu filmde seksiliğinin ve karizmasının doruklarındadır. Bütün ‘arızalığına’ rağmen... Film bir sürü güzel kadın da barındırır. Crash’i izlerken Holly Hunter, Deborah Kara Unger ve Rosanna Arquette’in en uçuk hallerini görürsünüz.

2002 - Secretary

Sene 2002. Yine bağımsız bir film, yine yasaklar, yine tabular, bolca seks ve fantezi. Aşka dair çok konuşulmayanların bolca konuşulduğu Sekreter’de, Spader bir kez daha ‘normal’ bir rolde değil. Sado-mazo bir ilişki, kelepçeler, havalı sözler ve aklınızı başınızdan alabilecek tavırlar...

Film, ‘Bir avukat ve sekterinin acayip aşk hayatı’ cümlesiyle dilden dile anlatılır. Ancak kimilerine göre kült, kimilerine göre de berbattır. Romantik komedi olduğunu iddia edenler de vardır, “Bağımsız film bu,” diyenler de. Takdir izleyenlerin güzel gözlerine kalmış olsa da, Maggie Gylenhaal ve James Spader, bu rahatsız denilebilecek aşkın tarafları olarak son derece anlaşılabilir bir çifti şahane şekilde canlandırmaktadırlar. Ve Sayın Spader, bu filmde çok seksi ve erkeksi görünmektedir. Yaşının ilerlemesi ile üzerine çöken o ‘yıllanmış’ hal, kadınların göz zevkini süsler.

2003/2004 - The Practice

Alan Shore, The Practice’ın son sezonuna hareket ve reyting getiren bir karakter oldu. James Spader’in yeri geldiğinde daha önce canlandırdığı her karaktere göz kırpan bu rolü, dizinin ekranlara efsanevi şekilde veda etmesini sağladı. Bu rolüyle bir Emmy ödülünü de alıp götürdü zaten. Bu arada fark edeceksinizdir ki, o sarışın ve ‘parlak’ diyebileceğiniz güzel adam, yılların ilerlemesiyle birlikte yavaş yavaş karizmatik ve olgun bir görüntüye kavuşmaya başlamıştı bile.

2003/2004 - The Practice

The Practice’ın mahkeme sahnelerinde James Spader’in Alan Shore karakteriyle tarih yazdığı televizyon eleştirmenlerince söylendi, yazıldı. Ustalık gerektiren mimikleri, çocukluk arkadaşının davasında sorduğu sorular ve aldığı cevaplar derken, bu tarz dramaları seven izleyiciyi kendine inandırmayı başardı.

2004/2008 - Boston Legal

The Practice bitse bile, Alan Shore karakterinin macerası bitmemişti. Boston Legal, spin off olarak ekranlara gelmeye başladı. Dizi, beş sezon boyunca izleyenlerini mest etti diyebiliriz. James Spader’i avukat olarak çok sevip sevmediğimizi bilmiyorum ama Boston Legal’da William Shatner ile beraber muhteşem bir kimya oluşturduklarını söyleyebilirim. Hatta şimdilerde Suits ve Good Wife izleyen hukuk draması seven izleyicilere, Boston Legal ve The Practice izlemeleri tavsiyesinde bulunabilirim.

2004/2008 - Boston Legal

Boston Legal’ın bir ekran fenomeni olmasının çeşitli sebepleri vardı. Komedisi, draması, hukuk terimleri ve oyunculukları tam dozundaydı ve sizi yormuyordu. Dizinin kurgusu, müzik kullanımları ve diyalogları da beş sezon boyunca ustaca düzenlendi. Spader’ın performansının da her bölüm harika olduğunu düşünürsek, bu adamın yıllar içerisinde gerçekten şarap gibi demlendiğini ve ustalığına ustalık kattığını söyleyebiliriz. Cinselliği ön plana çıkarmasına ise artık şaşırmıyoruz; Bay Spader’ın yürüyen bir testosteron bombası olduğunu söyleyebiliriz. Yıllar geçtikçe yaşlansa ve göbeği çıkıp, saçları dökülse dahi...

2011/2012 - The Office

Boston Legal’ın bitişinden sonra 2011 yılına kadar iş yapmadı. Bu arada bir Broadway eserinde (Race) yer aldı, dinlendi ve kendini dinledi. 2011 yılında The Office dizisi ile ekrana döndü. Onu ekranda görenler gözlerine inanamadı; James Spader artık o eski genç ve taze hallerinden fazlasıyla uzaktaydı. Onun yerine orta yaşlı, göbekli, ancak karizması hâlâ yerli yerinde duran ve muhteşem oyunculuğundan zerre kaybetmemiş bir adam gelmişti.

James Spader; ikna edici, karizmatik, arızalı ve irite edici karakterinden bir komedi dizisinde bile sıyrılmadı. The Office’in sekizinci sezonuna hareket katan bir karakter olarak seyirciyi cezbetti. Robert California, CEO’nuz olsun ister miydiniz bunu bilmiyorum ama kendisiyle tanışmaya ben can atardım.

2012 - Lincoln

2012 senesinde Lincoln filminde W.N. Bilbo karakterini canlandırdı. Performansı filmi izleyen herkes tarafından çok beğenildi.

2013 - The Blacklist

Ve sene 2013. NBC, The Blacklist dizisini duyurduğu andan itibaren konusu ve tanıtımı ile dikkat çekmişti. James Spader’ın karakterini ustalıkla taşıyacağı belliydi ama seyirci izlemeden elbette karar veremezdi. Dizi yayınlanan üç bölümünden sonra tam sezon onayını aldı ve kimi eleştirmenlerin yerden yere vurmasına rağmen kendi hayran kitlesini oluşturdu. Raymond 'Red' Reddington, bütün bu eleştirilerin üzerinde size kendisini izletecek ve takip ettirecek bir karakter. Yanlış anlamayın; asla dizinin kötü olduğunu ve yalnızca Spader için izleneceğini söylemiyorum.The Blacklist, ustaca seçilmiş müzikleri ve her bölümün kendi içerisinde taşıdığı heyecan dolu hikayeler için de izlenir. FBI’ı (eksiklerini ve beceriksizliklerini ön planda tutularak) , dünyanın düzenini değiştirebilecek suçluları ve her ne kadar tehlikeli olsa da bilge bir adamın önderliğinde akan bir hikayeyi anlatıyor dizi. Hakkının ne olduğunu belirlemek, size kalmış.

2013 - The Blacklist

Şunu da belirtmek gerekir; James Spader’ı son imaji ile gören herkes (özellikle gençlik yıllarından beri takip edenler) büyük bir şok yaşıyor. Bunu şöyle de ifade edebiliriz, kendisi belki de pek beklediğimiz gibi yaşlanmadı ve o eski günlerinden geriye fazla bir şey kalmadı. Fakat karizmasını ve etkileyiciliğini yitirdiğini söyleyecek olursak haksızlık etmiş oluruz. The Blacklist’te başrolleri paylaştığı rol arkadaşı Megan Boone (Elizabeth Keen) kendisinin enerjisine ve temposuna yetişememekte desem, ne dediğimi çok daha iyi anlarsınız sanıyorum.

Özel hayatına gelecek olursak, kendisi çok da kötü bir eş sayılmaz. 1987’den 2005’e kadar ilk karısı Victoria ile evli kalmış ve ondan iki oğlu olmuştur. Boşandıktan sonra ise fotoğrafta görebileceğiniz oyuncu Leslie Stefanson ile evlenmiş ve ondan da bir oğlu olmuştur.

Gençlik umudu, güzelliği ve geleceğin yükünü taşır. Yaşlılık ise tecrübeyi, istekleri ve sonuçları. James Spader toy bir erkek çocuğundan, elini sıkıp tavsiye isteyeceğiniz bir adama dönüştü yıllar içerisinde. Oyunculuğu ise tartışmasız şekilde devleşti ve her bir karakterde kendini başka bir adam olarak buldu. Bundan sonra içinde yer alacağı her işte, tartışmasız şekilde onu severek ve hayranlık duyarak izleyeceğiz. Göbek ve saçlar konusu ise tamamen sizin zevkinize bağlı...

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21
Nida Fındık
29/12/2013 17:00
YORUMLAR




DİĞER HABERLER