Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
"Walter, bir sorunumuz var!"

’’Nietzsche, Schopenhauer… Ve Doktor Ramiz bütün bunları behemehal okumuş olduğuma inandığı için hepsinden bana üstü kapalı misaller veriyor, sonra kitaplardan aldığı bu misalleri günlük hayata, kendi hayatına, benim hayatıma, memleket meselelerine tatbik ediyor ve oradan tabiatiyle Alman musikisine geçiyorduk. Doktor Ramiz’e göre - sonradan Almanya’da okuyanların çoğunda bu hali gördüm - Beethoven’i hemen hemen bizim sokağın arkasında oturan bir adam gibi behemahal tanımaklığım lazım geliyordu. Wagner’e gelince o mutlaka ikimizin de akrabasıydı. Çok defa 9. Senfoninin korosu ile ya Tannhauser’in marşiyle biten konuşmalardan sonra doktorun kendi ferdi hatıraları başlardı. O da bitince doktor birdenbire ayağa kalkar, tıpkı mutlak boşluğun karşısına dünyayı yaratmak iradesiyle dikilen bir tanrı gibi karşıma geçer, yokluktan herşeyi çekecek büyük ve sihirli kelimeyi tekrar ederdi: ‘İrade…’ derdi. ‘Anladınız ya! İrade… Herşey bu kelimededir.’ ‘’ (Saatleri Ayarlama Enstitüsü- Ahmet Hamdi Tanpınar)  

Tarih nasıl da tekerrürden ibaret ya da belki de hiç kımıldamıyor ya da Beethoven’in modası geçse de Wagner’inki hiç geçmiyor- özellikle de uzayla ilgili fantezilerimizde. Yaratık: Covenant’ın başında robot prototipini yaratan deli--dahi doktor robot David’e (ismini meşhur heykelden aldığı ima ediliyor) sıkıcı bir hoca/baba kipinde, sanat olmazsa hiçbir şey olmayacağını ifade ettikten sonra Piero della Francesca ile başlayan sohbet elbette Wagner’le noktalanıyor. Bu filmin ‘bir daha çal Sam!’ı üstadın Rheingold operasından Tanrıların Valhalla’ya Girişi parçası; ama bilim adamının şık ve sanat eseri dolu, muhteşem manzaralı evinde bir orkestra olmadığı için David parçayı piyanoda çıkarmak zorunda. Doktor piyanonun Wagner’i yansıtmakta ne kadar yetersiz kaldığını belirtiyor, David efendisinin isteği üzerine tuşların başından kalkıp ona dizaynır kahvedanlıktan dizaynır bir fincana kahve koyuyor ve - ancak robotların ya da robotsu rollerdeki Michael Fassbender’in - becerebileceği kadar meş’um bir bakışla bakıyor. Acaba neler olacak?

Derken, Alien filmlerinin meşhur dekoru Amerikan ticaret/ kolonileştirme gemisindeyiz. (David, ileriki bir sahnede ‘Koloni gemisi demek ki? Ne kadar enteresan!’ diye dalgasını geçecek bu durumla- anlaşılan o ki, robotlar gelecekte her görevi yerine getirmekle mükellef olacakları gibi sarkastik dandy rolü de onlara düşecek.) Gemide bildiğiniz ekip var. Kovboy kılıklı ‘yaparız abi!’ciler, kuralcı kızlar, sevgililer, sevgilisini kaybetmiş güçlü genç kadın, imanını kaybetmiş rahipten devşirme kumandan vs. vs. Bütün ekibin irade ve görev arasında ikiye bölündüğünü söylemek yanlış olmaz. (Ya da ‘insiyatif alanlar’la ‘emir kulları’.) Gelgelelim, robot programında içerilen sarkazm yazılımını başarıyla muhafaza ederek ‘her ekibe bir sentetik eleman da lazım’ diye espri yapabilen, David’in birkaç kuşak ilerki akrabası olan robot Walter, mürettebatın Aşağıdakiler, Yukarıdakiler dengesini başarıyla sağlamakta; İngiliz filmlerindeki kusursuz uşaklar kadar kararlı, kül yutmaz, çeliksi ve insanların yanında ve onların saçmalıkları karşısında müsamahalı, dost. Film, her zamanki gibi, ‘bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete’ kipinde açılıyor ve artık ilk Alien’in meşum ürpertisini çoktan kaybetmiş olarak uzayın derinliklerine doğru yol alıyor.

Alien’in malum sömürgeci fantezilerinin (yeni gezegende göl kıyısında bir kulübe yapmak vb. noktasına kadar eli arttırmışlar), canavarlarının kaç filmdir ve her filmde jölemsi bir viskozitenin altına inemeyen, dolayısıyla gerçekten iğrenç olamayan beden sıvılarının yeknesaklığının, Giger’i iyice aleladeleştiren tasarımlarının doğrusu artık heyecan verici bir yanı yok. (Sadece filmin başında, uzayın koyu karanlığına karşı geminin altın rengi güneşleme levhaları açılırken bir ürperti hissedebilirsiniz. Bir de, iflah olmaz bir Wagner dinleyicisi iseniz, filmin son sahnesinde, belki.)

Anlaşılan, insanoğlu ya da en azından bu filmleri tasarlayan insanoğulları, robot deyince kendilerinden daha mükemmel, anladığımız kadarıyla ölümsüz, tasarımı jilet gibi bir ürün düşünüyorlar. 1) Robot faydalı olmalı. ‘Hey seni ben yarattım!’ dendiğinde insanın hizmetkarı ya da onun yaratığı olduğunu unutmamalı. Bir kaç kuşak farkla aynı seriden olan Walter ve David, her şeyden önce bu meselenin zıt kahramanları. David ne kadar başına buyruk ve fevriyse, Walter da o kadar makul ve aklıbaşında. Walter’ın David’e belirttiği gibi: ‘Senden bu yana birkaç güncelleme yapıldı!’ Ama, ne var ki, gelgelelim: 2) Robotun isyan edebilecek olması, isyan etme ihtimali de insana heyecan verici gelmekten geri durmuyor. Leonard Cohen’in uzgörülü kitabının adıyla bir çeşit Kölelerin Enerjisi* durumu ve onun insan nezdindeki cazibesi var burada. Anlaşılan, robotun en azından insanın bazı özelliklerini, bunlar arasında ‘öngörülmezliğini’ taklit edebilme yeteneğine sahip olması onu yaratıcısına daha yakın, daha çok onun etinden canından kanından bir şey kılıyor…

Bu klasik efendi-köle heyecanı, bu S/M fantezisi uyarınca, robotun gizli üstünlüğünde/ efendiliğinde bir aşırılık olması gerekiyorsa, o da tam Doktor Ramiz’in parodileştirdiği o Nietzscheci irade işte; robotun yaratıcı olabilme ihtimali- ama yaratıcılığın her an yıkıcılığa da dönüşebilecek olması düşüncesinin verdiği ürperti. Neki, Alien’in bu S/M denklemini kurcalarken ne bir Jean Genet olduğunu, ne de Alien: Covenant’ın da bir Hizmetçiler piyesi olduğunu söylememiz gerek. Berikinde sınıfsal olan, Alien kafasında teknoloji marifetiyle spektaküler bir temaşaya dönüşünce, olaylar uygarlığa karşı deli doktor (ve onun zıvanadan çıkan uşağı) hikayesi oluyor. Endüstri devrimiyle akraba olan sinemada o kadar çok deli doktor ve onun zıvanadan çıkan yaratığı filmi seyrettik ki, insanlığın sonu gerçekten de snob, müzik programında mutlaka Wagner bulunan robotlar eliyle gelecekse bile bunda artık bir heyecan yok. Bir türün - insanın - ölüm isteğinin ihtişamı falan da söz konusu değil burada; süpermarkete gider gibi koloniye giden ortalama tüketim toplumu trolleriyle, onların bir gün okumayı ve dinlemeyi planladıkları kitaplarla müzikleri hızlıca hatmetmiş kötü kalpli uşak, ‘evdeki vahşi’ dikotomisi var burada sadece.

 

The Energy of Slaves, Leonard Cohen, The Viking Press, 1973.

 

FATİH ÖZGÜVEN

 

 

KÜNYE:

Alien: Covenant / Yaratık: Covenant

Yönetmen: Ridley Scott

Oyuncular: Michael Fassbender, Katherine Waterston, James Franco, Noomi Rapace, Guy Pierce

YORUMLAR




DİĞER HABERLER