Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Ufak Tefek Cinayetler: Hırslar ve Hazlar

Bu sezonun en beklenmedik çıkış yapan işi olarak gösterilen Ufak Tefek Cinayetler, Kiralık Aşk izleyicileri için çok sürpriz bir başarı değil. Meriç Acemi parlak görünen yüzeyleri tırmalamayı, ambalajlarını sıyırmayı, modern dünyanın yalnızlaşan bireylerine ve hırslarına tutunmayı sever. Ufak Tefek Cinayetler’in izleyicilere birçok yabancı dizinin karması gibi gelen senaryosu ve ana karakterleri bana daha çok Stepford Kadınları’nı hatırlatıyor. Ira Levin’in 1972’de yazdığı ve Connecticut’ın kurgu banliyösü Stepford’da geçen romanından 1975’de ve 2004’te iki kez sinemaya uyarlanan hikaye, hijyenik mekanlarda, kendi kapalı çevrelerinde yaşayan, hane içi görevlerini yerine getirirken bir yandan da mükemmel görünmeyi başaran kadınların eşleriyle kusursuz ilişkilerini konu alır. Kariyer sahibi kadınların bu dünyada yeri olmadığı iddiası ile birçok araştırmaya da konu olmuştur. Filmler, özünde kara mizaha, yer yer bilim kurguya hatta korku türüne de yakındır.

Stepford Kadınları (2004, Frank Oz)

Filmlerin, 1975’deki versiyonu eleştirmenler tarafından daha değerli bulunur. Sebebi de 1950 sonrası büyük Amerikan rüyası propagandasıyla kadınların hane içi görevlerine geri gönderilmeye çalışılmasına getirdiği eleştiridir. Amerikan kadınları İkinci Dünya Savaşı sırasında mecburen çalışma hayatına girmiş ama savaş sonrası erkekler işlerine dönünce ortada kalmışlardır. Özellikle kent dışında suburb (banliyö) denilen bölgeler oluşturulmuş ve burada kolay konut edinme imkanları sağlanarak kadınlar ev hayatına teşvik edilmiştir. Aynı yıllarda, Soğuk Savaş döneminde Amerika’da baby boom (bebek patlaması) da yaşanır. 60’ların sonlarından itibaren ise itirazlar yükselmiş ve kadınlar kamusal alanda ve kentte haklarını talep etmeye başlamışlardır.


Stepford Kadınları (1975, Bryan Forbes)

Stepford Kadınları (2004, Frank Oz)

Ufak Tefek Cinayetler’in Sarmaşık mahallesi Stepford türü bir banliyöyü anımsatmaktadır fakat Stepford orta-üst sınıf aileler için tasarlanmışken, Sarmaşık daha çok üst sınıf hayatın geçtiği bir bölgedir. Tam da bu nedenle kadınların hane içi sorumluluklarının kapsama alanı da şaibelidir. Pelin ve Merve’nin daimi yardımcıları onların yerine bu görevleri üstlenmiştir. Uzun süredir Sarmaşık’ta yaşayan kadınlardan sadece Arzu hane içi görevlerinin bilinciyle hareket etmiştir. Arzu, Pelin ve Merve’nin aksine ev işlerini yaptıracak başka kadınlar bulduktan, annelik görevlerini eksiksiz yerine getirdikten sonra güzel ve mükemmel görünmekten arta kalan zamanlarında, başkalarının hayatlarına karışmaktan öte işi kalmayan çaresizliğin biraz uzağındadır. Rahat kıyafet seçimleri bu kimliği destekler. Arzu’nun özellikle iş hayatına girmesiyle zamanla doktor Oya’nın saflarına katılan ilk karakter olacağı neredeyse kesindir. Merve içlerinde en büyük kimlik sorunu yaşayan karakterdir. Ne iş hayatında ne de Sarmaşık dışında bir kamusal alanda hak iddiası yoktur. Hane içi sorumlulukları ise yok denecek kadar azdır. Eviyle Raşel, kızıyla eşi Serhan ilgilenmektedir. Merve tek çareyi kendini tüm Sarmaşık hanelerinin hakimi ilan etmekte bulmuştur. Merve’nin cheesecake yapımının sahte törenselliği, uydurduğu bu kimliğin kutsanma seremonisi gibidir.  Başkalarının hayatlarının nasıl olması gerektiğine dair planlarının cheesecake yapımıyla senkronizasyonu, Amerika’daki Cumhuriyetçi kadınların 1950’den sonra Amerikan Pastası (American Pie) üzerinden kurdukları ve onun dışında her türlüsünü reddettikleri muhafazakâr ve domestik kadın kimliğine muhteşem bir göndermedir. Pelin ise deyim yerindeyse amaçsızdır ama Arzu kadar tanımlı olmasa da Pelin’in hane içi kimliği, Merve kadar tanımsız değildir. Eşi Taylan ve Oya ile ilgili şüpheleri azaldıkça, ailesine tutunma ihtimali ve Arzu’nun ardından Oya’nın saflarına katılma şansı da yüksektir.

Aslıhan Gürbüz (Merve, Ufak Tefek Cinayetler, 2017)

Nicole Kidman (Joanna, Stepford Kadınları, 2004)

Merve, Pelin ve Arzu’nun belli ki birinin sevgilisi ve ya eşi olmaktan öte her hangi bir amaç için yetiştirilmemiş genç kızlar olarak geldikleri durum şaşırtıcı da değildir aslında. Evliliklerinin suni kusursuzluğunu sürdürme ısrarı da başka bir şey yapmayı bilmemelerinden gelir. Arzu’nun üçü arasında en gerçek gibi görünen hane düzeni sarsıldığında bocalaması ve hayatın gerçekleriyle yüzleşmesi onun Oya’nın saflarına katılmasını sağlayacak bir diğer etkendir.

Erkek karakterler ise deri koltuklu “lounge”larında kadınların nasıl olmaları gerektiği konusunda ahkam kesmeye devam ederler. Hiçbiri bir şey üretmeyen sadece işleten adamlar olarak kendi varoluşsal sorunları içinde debelenir dururlar. Mehmet, başka kadınlarda, Taylan, başka kadınların hayalinde, Serhan, Oya’da çözüm arar. Oya ve Serhan arasındaki yakınlaşmanın ne kadarı Oya’nın esas planının bir parçasına dönmüştür onu bilmiyoruz. Oya tam olarak neyin intikamı için geri dönmüştür sorusunun cevabını da henüz bilmiyoruz. Oya karakteri başına gelenler olmasa ve çocuk doğuramayacak hale gelmese kariyer yapmayı seçer miydi sorusu ise Merve’nin Oya’ya hediye ettiği aile figürlü resim gibi beynimizin bir köşesinde asılı kalacak. Genç, başarılı ve kendi ayakları üzerinde durabilen kariyer sahibi bir kadının “anne” olamaması üzerinden kuracağı bir intikam planı ne kadar doğru bir mesaj içeriyor o da ayrı bir konu. Yerli televizyon dizilerinde kadınların hikayelerinin kolay bir seçenek olarak sadece annelik üzerinden ihraç edildiğini düşünürsek Meriç Acemi gibi yaratıcı bir senaristin başka bir planı olduğunu umuyorum.

Stepford Kadınları, Lounge (2004)

Ufak Tefek Cinayetler, Kulüp (2017)

Bence tüm hikaye aklı nasıl kullandığımız ve sınırlarını nasıl zorladığımız tartışmasında daha can alıcı bir çekiciliğe kavuşuyor. Klasik liberalizm kendinden önceki ekonomik modelleri aklı araçsal kullanmamakla suçladı. Toplumsal yarar için kontrol edilmesi gereken kişisel hazlara ve faydacılığa hizmet etmeyen akla getirilen kısıtlamaları insanın varoluşuna hakaret saydı. Rasyonel kişisel çıkar ve kamu yararı arasındaki gerginliği kaldırdı.(1) Bir yere kadar da haklıydı. Serbest kalan ve sınırları zorlayan insan aklının ürettiği teknoloji belki bundan sonra tarihin akışını değiştirecek. Daha iyi bir dünya yaratmasına vesile olacak. Peki ya akıl tamamen kontrol dışına çıkarsa, tamamen kişisel hazlara ve hırslara hizmet etmeye başlarsa ne olur? Apokaliptik filmlerin çoğu kontrolden çıkmış bir tek aklın sonucunu ve sonrasını anlatmaz mı? Uzak geleceğe gerek yok, bugünün kıyametlerini hırsları ve hazları için ya da parlak, kusursuz ve pürüzsüz bir gelecek için ufak tefek(!) cinayetler işlemenin sakıncası olmadığına inananlar yaratmıyor mu? Tam da kontrolden çıkmış hazlar ve hırslar arka bahçemizi isimsiz mezarlıklara çevirmedi mi?

1950’lerde erkeklerin çalışması ve iyi bakılması haliyle de kapitalizmin çarklarının işlemesi için eve dönmesi gereken kadının yerini bugün doymak bilmeyen insan hazları aldı. Sistemin devamı için Sarmaşık’ın onun yokluğunda çökeceğine inandırdığı Merve’lere ihtiyacı var; onun kontrolden çıkmış aklına,  doymak bilmeyen hazlarına ve hırslarına da. İşte Oya’nın sadece anneliği elinden alınmış bir kadın olarak değil, diğer insanların kişisel hazları ve hırsları uğruna üstüne basıp geçtikleri, yaşarken öldürdükleri biri olarak geri dönmüş olmasını umuyorum.

Oya, Anthony Giddens’in Modernliğin Sonuçlarında önerdiği yöntemlerin biriyle savaşıyor yani radikal katılımla. Önce Arzu’nun sonra Sarmaşık yönetimdeki tarafların ve daha sonra da Pelin’in saflarına katılacağı yeni bir düzen kuruyor. Üzerimize basıp geçenleri, hırs ve hazlarıyla gözü kararmışları durdurmak için yeniden örgütlenmekten başka ne çaremiz var ki? O nedenle de araştırmaya konu cinayetin tek faili olduğunu düşünmüyorum.

Belki maktul de tek değildir… İzleyip göreceğiz

Yolunuz açık, reytinginiz bol olsun…

 

URBAN FRINGE

 

(1) Rasyonel kişisel çıkar, kamu yararı ve araçsal akıl arasındaki ilişki için:

Erdoğan, Mustafa “Klasik Liberalizmde Birey, Topluluk, Toplum"

 

 

 

YORUMLAR




DİĞER HABERLER