Lynne Ramsay, Kevin Hakkında Konuşmalıyız’la (We Need to Talk About Kevin) yakın bir arkadaşımın bir esin anında dediği gibi, ‘tutturması zor olan şeyi, otantikliği tutturmuş’tu. Kevin…, Ramsay’in önceki filmlerinden de farklı bir şeydi. (1) İtiraf etmeli ki, son filmi de Kevin…’den farklı birşey. bir Öyle bir zirveden gene aynı irtifada bir zirveye atlamak zor olmalı.
Lynne Ramsay’in Hiçbir Zaman Burada Değildin’in (You were Never Really Here) yeri Kevin…’ in yanı değilse de, iki filmin önemli bir ortak yönü var; ikisi de kötü geçen/geçmiş bir çocukluğun ağır, önemli memnuniyetsizliklerinden bahsediyorlar. Kevin, memnuniyetsizliklerini bize yansıtarak ve aslında onların tadını çıkardığını ve memnuniyetsizliklerinden şeytanca bir memnuniyet duyduğunu iddia ederek bir oyun kuruyordu. Kaçırılan küçük kızları bularak hayatını kazanan eski Irak savaşçısı, acımasız silah adamı Joe’nun çocukluk travmaları ise neredeyse işinin olmazsa olmazları; filmde bir diğer kayıp küçük kızın izinde gördüğümüz Joe’nun geçmiş hayatı, annesinin ve kendisinin gördüğü baba ve koca şiddeti, Joe’nun gündelik yaşamına karabataklar gibi dalıp çıkan geçmişte kurtardığı kızlar ya da onların hayaletleri filmin şimdi’sini durmadan bölmekte, hatta sonlara doğru bir noktada bu şimdi ile geçmiş yer değiştirmekteler. Gelgelelim, Joe’nun parçalanmış psike’si Kevin’in yekpare ve karanlık psike’si gibi bir şey değil. Onunkisi daha klasik, azaplar içindeki katil ya da seri katil ya da şiddetle sarmaş dolaş kent gezgini, Taxi Driver ‘ruh’u… Bu bakımdan film bir ölçüde daha tanıdık.
Ama bu filmin, ilginç bir tarafı da var; ‘yarayı ancak yarayı açan iyileştirir’ deyişi eski bir deyiş midir, bir ahir zaman bilgeliği midir yoksa hatta sadece bir internet bilgeliği mi tam emin olamıyorum, ama bu filmi seyrederken bu cümleyi düşünmemek zor. Joe’nun seçtiği iş aslında onu kendi kendinin kırık çocukluğuyla yüz yüze getirmekten başka bir işe yaramıyor, hatta onun bu işi sadece bu nedenle seçtiğini bile düşünebiliriz. Filmin oyunu da bu sonuçta; Kevin…’in katman katman sürpizleri gibi olmasa da, bu filmde de kurtarıcı rolündeki iri yarı, eril ve kıllı - hatta hafif korkunç - kahramanımıza kendini görmesi için ayna tutan kişi, kurtardığı, gözden kaybettiği ve sonra tekrar karşılaştığı teenager kızdan başkası değil. Böylece hikaye Joe’nun aksiyonu olmaktan çıkıyor, bazı karikatürlerdeki geriye kıvrılıp tutana dönen silah gibi Joe’ya dönüyor. Bu silah patlıyor da, ama ölen sadece Joe’nun zihnindeki bir şey. Bir tür yeniden doğuş olan bir ölüm. Joe, aslında şiddet dolu babasını ve dertli çocukluğunu öldürüyor. Nitekim, ‘dışarıda çok güzel bir gün var,’ diyecek yavaş yavaş Joe’nun kurtardığından Joe’nun kurtarıcısına dönüşmüş olan ‘öbür kahramanımız’. Gerçek? Sanrı? Her halükarda azapta bir ruh için bir çeşit selamet.
Filmin bu sürprizi, aslında, mitolojiden edebiyata, dinden sinemaya bir çok yerde karşımıza çıkan iri yarı, silahlı, her an psikopata bağlayabilecek erkek kahramanların selamete çıkardıkları damsel in distress’lerden (zor durumdaki matmazel, diyelim) öğrenecekleri şeyler olduğuna işaret ediyor, alaylı bir biçimde. Erkekler kendi şiddetlerini, iktidarı altında ezildikleri baba figürlerini, iri kalıpları içinde gizledikleri yara bereleri açığa çıkaramadıkça daha çok dertli ve şiddet dolu oluyorlar. En ‘iyi niyetlileri’ bile… Ünlü Aziz George prensesi kurtarmak için canavarı alt ettiğinde prensesten korsesini atmasını istemiş kendisine. Kız korseyi atınca da, kahramanımız bunu canavarın boynuna geçirmiş, canavar uslu uslu ‘kız gibi peşinden gitmiş onun’ (diyor wikipedia) 60’lardaki kadın hareketinin sütyenleri fora etmesinde bir bilgelik olsa gerek. Kadın iç çamaşırları tarih boyunca olsa olsa erkeklerin eğlencesi oluyor demek ki.
Lynne Ramsay’in filmindeki ergen kızı oynayan oyuncunun (Ekaterina Samsonov) Uma Thurman’la Jodie Foster arası bir yüz olması bu tarz şakalardan hoşlanabileceğini düşündüğümüz yönetmenin bir buluşu olarak yorumlanabilir pekala. Düşünüyoruz; Taxi Driver’daki Jodie Foster karakteri De Niro’nun canlandırdığı taksi şöförüne bir ayna tutmuş, ona çocuk, hatta belki dişi yanını gösterebilmiş miydi? (2) Scorsese- De Niro dünyasında pek de öyle bir şey olmayacaktı elbette. Ama Lynne Ramsay’in filminde karakterini ağır bir yük taşırcasına canlandıran Joaquin Phoenix’in sanrı ile selamet arasında gidip gelen dünyasında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlıyoruz. Araf sona ermiş oluyor. Sonuçta - her anlamda- filmin zaferi de bu işte.
FATİH ÖZGÜVEN
(1) Kevin Hakkında Konuşmalıyız için 2012’de Radikal’de yayımlanan yazı.
(2) Çizgi romansı dünyası içindeki Leon’dan bahsetmiyorum bile.
Künye:
You Were Never Really Here (2017)
Yönetmen: Lynne Ramsay
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Alessandro Nivola, Ekaterina Samsonov, Judith Anna Roberts
Ödüller: Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Senaryo ödülleri