Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Ömer ve Defne'si

Defne ve Ömer’e dair her hafta çok şey yazıyoruz çiziyoruz. Ama ben klavyeyi elime alıp, diğer bütün çok sevdiğim karakterlerden özür dileyerek, şimdi yalnızca onların olduğu bir evreni hayal edeceğim. “Aşk değiştirir, aşk bekletir, aşk iyileştirir” dediler. Bekleme evresine, sıkışıp kaldık sabrediyoruz. Çünkü birini tanımadan aşık olabilirsin belki ama ancak bir ilişkiyle iyileşirsin. İlişki için de karşındaki insana duyduğun sevgiden de öte, onu tanıman gerekir. Son bölümden sonra bir ortalık karıştı sanki, elimden geldiğince kendi fikirlerimi toparlayıp, paylaşmak istedim. Ne demişler, "mutluluklar paylaştıkça çoğalır, acılar paylaştıkça azalır" Keyifli okumalar:)

Not: İçimde ne kaldıysa dökeceğim^^ Ara ara ara sitem ededebilirim, çok şeyapmayın olur mu?

Sevdan Bir Ateş ile başlamazsam hatırı kalır, bir şarkı bir aşk hikayesine ancak bu kadar yakışır diye düşünüyorum ben naçizane.

Senin alev gözlerin

Eritse şu ruhumu

Buz olur kesilirim

Yanarken içim

Sesin bir uçurum

Çağırırsa beni

Kuş olur uçarım

Yanarken içim

Sevdan bir ateş oldu bende

Gönlüm bir deli coştu sende

Saçların rüzgarından

Savururken gönlümü

Sürgün olur göçerim

Bu diyarlardan

Kime dokunur ellerim

Kimi görür gözlerim

Ölüm çıkar karşıma

Yine sen derim

Sevdan bir ateş oldu bende

Gönlüm bir deli coştu sende

Biraz kızıl biraz kıvırcık, masumluğun en tatlı hali Defne ile başlayacağım. Kiralık Aşk’ın baş kadın karakteri olan Defociiğim, karakterini bir türlü oturtamadı diyolaaa. Ben öyle demeyeceğim. Çünkü gençlik başında duman, ilk aşkı ilk heyecan, yakalandıkça kaçan ateş böceği olarak görüyorum ben kendisini, en başından beri.

Geçmişi;  kendisini en çok sevmesi gereken iki insanın anne ve babasının terketmesiyle özetlenebilen Defne, ailesini geçindirebilmek için, hayallerinden vazgeçmiş. Anneannesi, abisi ve küçük kız kardeşinden oluşan çekirdek ailesinde, evin direk kısmını üstlenmiş yani. Üstelik bu kendisinin muhteşem bir fedakarlığı, bir kere sitem etmemiş. “Benim hayatım işte bu” demiş, geleceğinden de ümidi kesmiş. 18 yaşındaki kıza bu yükü yükleyen abisi, bir de tefecilerden aldığı borçla Defne’nin hayatını mahvetme eşiğine gelmiş ve Defne asla girmeyeceği bir oyuna abisini kurtarmak için girmiş.

Karşısında onu öptüğü anı tekrar dönüp hatırladığı, über yakışıklı, fazla kaslı, her kızın durup baktığı, büst gibi, heykel gibi bir esmerlerin şahı var. Namıdeğer Ömer İplikçi^^ Defne her ne kadar “acaba siz beni hatırladınız mı?” diye peşinden koşsa da, Ömer’i görmenin heyecanıyla atlamıştı. 1.Bölümde Ömer’in evinden çıktıktan sonra, Ömer Şükrü’ye “Tanıştınız mı Defne Hanımla?” diye sormuştu. Ve Defne demedi ki “aa adımı Manu’dan hatırladı” Bunu diyemediği için de yana yakıla “Nasıl hatırlamaz kızıamm yeaa” diye Nihan’ın kafasını bir dönem şişirdi^^

Ne diyordum, karşısında dünyanın en güzel gülen adamı vardı Defne’nin. “Bebek gibi” benzetmesiyle çok geçmeden farketti zaten bunu Defne. Ömer’i gördüğünde, beyninin suyu akıyordu, bunu kendi de dile getiriyordu ama Defne parçaları asla birleştiremiyordu. Hiç aşık olmamıştı daha önce, nerden bilsindi. O kadar ne yapacağını bilemiyordu ki, bir yürek yemişlik Ömer İplikçi’ye bağırmalar falan, inanılamayacak kadar saçmalamalar, uyumadan bebekliğini hayal etmeler, yerli ya da yersiz kıskançlıklar..

Ömer İplikçi ve diğerleri diyorum, çünkü bence yer yüzünde eşi benzeri yok. Kiralık Aşk’ın tutarlı tek karakteri, ki ne karakter, yaz çiz evrene mesaj yolla, sana gelirse koy kavanoza sakla. Hakkında destanlar yazılası, dürüstlüğün karizma olarak şekil almış hali Ömer, bulunduğu yere sıfırdan gelmiş. Gelirken de sadece kendisine güvenmiş. (34.Bölüm’deki adamı çok fazla kaale almıyoruz, kafamız karışmasın^^)

Karşısında; bir restaurantta yanındaki kızdan kurtulmak için öptüğü, öptükten sonra unutamadığı beyaz tenli kırk kilo bir kızıl afet. Çin Seddi’nden hallice duvarların var, türlü türlü prensiplerin var dercesine Ömer’in sakin hayatına, aşırı telaşlı halleriyle gelip günden güne yayılan, fazlasıyla dokunaklı ve anlamlı bakan, su gibi saf bir kız. Koskoca Ömer İplikçi, ilk günden kayan şirazesini toplayabilmek için az saçmalamadı, çok saçmaladı. Defne’yi  en yakın arkadaşından kıskandı, acısını yine Defne’den çıkardı. Patron oluşunu, sahiplenme tuşu olarak kullandı. Kendisine itiraf edemedikçe aşkını, kendini Defne’yi izlerken buluşları ve kaçışları hep bu yüzden oldu.

Ömer İplikçi; Defne’yi  kucağına alıp taşıyor ayağı burkulduğunda. Defne suya  düşen babetlerine üzüldüğü için, kendi markasının babetlerinden hediye ediyor Ömer. Hangi çalışanım bana sarılacakmış, şaşarım diye gezen adamın boynuna atlıyor Defne. Adam sonrasında kızın şaçıyla oynuyor, çenesine dokunuyor, zaten işteki ikinci gününden beri, yüzyüze konuşmalarında psikolojide mahrem alan dediğimiz bölgenin içinden içinden konuşuyor kızla. Bir de üstüne yeri geldiğinde özür diliyor.

Suratsız dedikleri adam, Defne’nin yanında ne kadan güzel gülümsüyor. Sert çıkışları olduğu için,bir şiddet bir celal evine gelip, kahve içmeye bardak bırakmayan kıza “gitme kal” diyor, evinde, yatağında yatırıyor. Sabahında kahvaltı hazırlıyor. Çayına şeker atıp çayını karıştırıyor yahu. Ama Defne Ömer'in kendisinden hoşlandığını anlamıyor. Nerden anlasın? Defne Ömer’i tanımıyor ki. İnceliğinden, kibarlığından, iyiliğinden, beyefendiliğinden yapıyor zannediyor. Hatta adamı delirtip delirtmediğini bile düşünüyor ama Ömer’in kendisinden hoşlanıyor olabileceği aklına gelmiyor.

Defne Ömer’in yanında en telaşlı, en aşkın ilk hallerini yaşarken, Ömer de Defne’nin bu sinyallerini uzun süre alamıyor. Hatta Sinan’la Defne’nin arasında bir şey var zannettiği için, Defne’ye o kadar acımasızca davranıyor ki, Defne’yi yaraladığını bile farketmiyor. “Ben iş yerinde duygusal ilişkilere karşıyım” atağıyla, olası Sinan&Defne yakınlaşmasını önlemeye çalışan Ömer’i, “bana haddimi bildirdi” şeklinde yorumluyor Defne. Bu kız beni neden kıskandı Yasemin’den falan diye sormuyor kendine Ömer mesela. Kız bana otel odasında, “harika gözüküyorsunuz” dedi diye bile düşünmüyor, o kadar kilitli Sinan mevzusuna.

Aslında her şey Ömer’in Gurur ve Önyargı’yı kendisine Yasemin'in değil, Defne’nin aldığını öğrenmesiyle başlıyor. Neriman’ın verdiği gazla, Defne’nin yanına giden Ömer ilan-ı aşk yapacak zannediyoruz ama o ilan-ı aşk bekliyor. “Ben her şeyi yanlış mı anlıyorum Defne?” Ömer’imin İplikçi’min beyninin de kaslaştığı ilk an bu. Kız senin ne anladığını bilmiyor, yanlış doğru ne bilsin, ne anlasın? İş yerinde duygusal ilişkilere karşı olup, 48 saat sonra asistanına ondan hoşlanacağını söyleyeceğine kim inanabilir? Aralarındaki iletişimsizliğin ilk anı. Lanetli olan bu an, hep kovaladı onları. Defne haliyle anlamıyor Ömer’i ve utanıp, basıyor istifayı.

Neyseki biraz zaman sonra, Feryal’i kıskanan Defne’nin de kendisinden hoşlandığını anlıyor Ömer ve klasikleşmiş öpüşememe anlarından biriyle bunu Defne’ye de gösteriyor. Defne’nin bence o gün beyni yandı. Bir araya gelebilme anı; çalınan kapılar, çıkan davetsiz misafirler derken epey bir  süre erteleniyor ama Defne sinir anında “Ömer Bey” yerine, “Ömer” diyerek aslında kafasında olanları gösteriyor. Çünkü, sinir anında insanların hep gerçek duygularını gösterdiklerini düşünürüm. İlk yüreğini açan da Defne oluyor aslında. “Yalnızlığımı unutturdunuz” diyerek. Sonraki hamle daha açık bir şekilde Ömer’den geliyor. “Biz uzun süre birbirimizi anlayamadık ama artık eminim, mucizelere inanmak istiyorum, korkma ben varım”

Akabinde bir ilişki başlıyor ki ben buna başladığı sanılıyor demek istiyorum çünkü adımları haliyle tutuk ilerliyorlar birbirlerine. Defne’nin ilk aşkı Ömer, nasıl davranacağını, ne konuşacağını bilmiyor. Adam duygularını anlatmasını isterken, Defne “uzun zaman konuşamayınca, ne konuşcağımı unuttum” şeklinde absürt bir tepki veriyor mesela. Yavrum tamam araya olaylar girdi ama duygular senin duyguların, nasıl unuttun? Bir de Defne’nin şaşkınlığını düşünelim şimdi. Yüzü güzel, gönlü güzel adamın yanında iki lafı bir araya getirememeleri biraz da bu yüzden.. “Neden ben?” diye soruşları bu yüzden. Kendisini Ömer’in yanına yakıştıramıyor. “Hayranlığın bence aşkla çok ilgisi var, birisinin duruşuna, yaptığı işe hayran olmak..” Defne Ömer’e öyle hayran ki, Neriman’ın “Ömer kimmm seeen kimmm” laflarını atmış bilinç altına, niye seçilmiş kişi olduğunu anlamaya çalışıyor. Ömer aslında ilişkilerinin akıbetini o gün net bir şekilde koyuyor, dağ evinde Defne’nin oturduğu masaya. “Güven duygusu, insanlara güvenmek, seni tanıyıncaya kadar unuttuğum bir şeydi” diye dile getiriyor düşüncelerini.

Ömer, Defne’de annesinde bulduğu duyguları yakalayabiliyor, Defne’nin inanılmaz doğallığı fazlasıyla etkiliyor Ömer’i. Çünkü Defne Ömer’in yanında laflarını hiç seçmedi, “Niye gideyim?” cümlesinden yarım saat sonra dağ evinde Ömer’i terkettiği ana kadar aslında. “Neden gideyim?” dememiş olsaydı, daha az koyacaktı o sahne yeminle. O günden beri Defne söz verse, bir irkiliyorum. Bu benim de travmam olduysa demekki. Ama biz biliyoruz ki, Defne mecbur hissettiği için gitti, Neriman’ın telefonuyla rüyadan uyandığı için gitti. Ama Ömer bunu bilmiyor. Bunu bilmediği gibi, “benim aşkım bana fazla geldi” gibi dünyalar saçması bir açıklaması var zannetti Ömer Defne'nin uzunca bir süre.

Albertine Kayıp.. “Adam aslında kızı sevmediğini, giderse daha da mutlu olacağını düşünüyor ama öyle olmuyor. Geç de olsa anlıyor, meğer kız tahmin ettiğinden çok daha fazla yer kaplıyormuş hayatında” Ömer doğum gününde, bu kitabı okuyordu evinde. Ben daha o zamandan beri Ömer’in hikayesine benzetirim, bu psikoloji romanını. Çünkü Defne istifa ettikten ve Ömer ona ihbar süresini bahane ettikten sonra, Koray’a ne demişti Ömer?. “15 gün sonra iyi olacağım” İşte en büyük yanılgıya o zaman düşmüştü koskoca Ömer İplikçi! Ve tam da düşündüğüm gibi oldu, Ömer onca kızgınlığı ve hayal kırıklığıyla, Defne’ye “Sen değil Defne, siz” dese de, o zamandan sonra tanımaya başladı Defne’yi. Kırk kilo kızıl afet, Ömer İplikçi’yi anlaşılmaz hareketleriyle darmaduman etse bile, içinde kalbine sığmayan aşkı farkediyordu Ömer. Defne, Ömer’i İz’e kaptırıyorum telaşesinde saçmalamalara doyamazken, adama bi bitti bi çıldırıyorum diye, sevmeyi öğrenirken, Ömer fazlaca bağlanıyordu Defne’sine. Birbirleriyle yüzeysel konuşsalar bile, sadece tasarım çalışsalar bile, öyle güzel baktılar ve öyle güzel sustular ki, aşkları yavaş yavaş sevdaya dönüşmeye başladı.

33.Bölümde  Defne’yi yine kaybettiğini sanıp, kaybetmediğini farkettiğinde hayatının belkide en büyük mutluluğunu yaşayan Ömer’in, yansıması Defne’yi 19.Bölümde, Ömer İz’le Marsilya’ya gidecek sandığında görmüştük biz. Defne, içinde olduğu oyun yüzünden eli kolu bağlı olmasına rağmen, Ömer’siz yaşayamayacağını o gün anladı. Fakat ertesi gün Ömer’in yaptığı telefon konuşmasını yanlış anlayarak yine bir çuval inciri berbat edip, adama “Marsilya’ya git” dedi. İletişimeme büyük sorun. Çok geçmeden hatasını anladı da toparladı. Ama Ömer için bu işin son raddeye geldiği noktaydı. Defne’nin kendisini düşünüpte, anaç karakteriyle sebze suyu içirmesiyle bir gaza gelen Ömer’imiz İplikçi’miz, Defne’ye evlenme teklifi etti. O zaman da idrak edememiştim,  hala idrak edemiyorum. Hala şunu söylüyorum evde boş zamanlarımda, “Neden evlilik teklifi anlatsana biraz” Kız diyor, sana diyor, “bu aşk bana fazla geldi” diyor, mantıken ağırdan almanız lazım. Ertesi gün Defne, Ömer’in karşısında en mantıklı cümlesini kuruyor; “Biz sevgili olmayı bile beceremedik ki” Hakikaten kardeşim, bakamıyorum çok yükseldi Ömer İplikçi, biraz aşağı inmesi lazım diye düşünüyorum ben bu sıralarda. Ömer'ciğim, kız ona taktığın yüzüğün annenden yadigar olduğunu bile bilmiyor. Belki çok yoğunsunuz ama arada boş zamanlarınızda birbirinizi mi tanısanız biraz? Belki Ömer, bi evlenelim de artık herşeyden emin olayım diye düşünmüştü kendi içinde bilinmez ama yine de kabul edemiyorum.

En başında ne dedim; aşk ve ilişki birbirleriyle karıştırılmamalı. Biz olduk bile diye gerim gerim geriliyorsunuz ama aranızda kocaman bir engel var. Hayır Kiralık Aşk meselesi değil. Engel sizsiniz. Neden mi? Birbirinizi dinlemediniz, dinlediğinizi anlamadınız, anladığınızı da yanlış anladınız. Hadi Ömer amcasına çekti diyelim, Defne sen durgun zekalı mısın? Tramba’dan para alıp, Ömer’e evet diye koşup, ortaya çıkmayacağına inanmak, hangi köyün mucizesi? Nitekim Ömer bunu öğrendi ve üstelik düşmanından, Tramba’dan.. Ardından sakinliğine çekilen Ömer İplikçi, olanları kafasında yerleştirmek istediğini Defne’ye söyledi. Adam olanın bitenin yüzde birini biliyor, onu da yerleştiremiyor haliyle. Yine de Defne’ye çok büyük bir şans veriyor, “anlat” diyor, “ikna et beni” diyor. Ama bizim esas kızımız Defne’miz biraz alık olduğu için, “Neye” diye soruyor. Yahu adamı sevdiğine, artniyetsiz olduğuna falan. Heh sen misin neye diye soran, kalırsın bankta öylece, bir başına. Şimdi böyle konuşuyorum ama o akşam Defne’ye üzülmüştüm. Ama benim gözümde, Ömer sonuna kadar haklıydı. “Güvenmiyorum” biraz yürek yemişlikti evet, zaten seni dağ evinde terkeden, bu kadar gelgitleri olan bir kıza güvenmek hata olurdu. E madem bunun farkındaydın, sakin ol şampiyon sebze suyu mu çarptı, evlenmek ne demek?

Ve bence de Defne’nin büyümeye ihtiyacı vardı. Herşeyden önce, Ömer’in asistanı olan Defne kendi üzerindeki eziklik psikolojisini asla atamayacaktı. Yanlış yerden başlamıştı ilişkileri, doğru yeri bulmak, birbirlerini daha fazla tanımak zorundalardı. Ayrılıkla sınanan bu aşk, özlemle harmanlanmak zorundaydı. Ömer’in gözündeki tutarsız Defne’nin değişmesi ve Ömer’in gerçekten Defne’ye inanması gerekiyordu. Ömer’in de değişmesi, önyargısını törpülemesi, egosundan sıyrılması, birbirlerine karşı oldukları gibi olabilmeye ihtiyaçları vardı. Aşkın iyileştirici gücünü yaşamaları gerekiyordu artık.

Defne’nin yaptığı hırsı, sesinin gereğinden fazla çıkmasını, volumelerinin yüksekliğini ben hep çocukluğuna verdim. Defne’de inanılmaz bir sevgi potansiyeli vardı ve bunu kullanmayı asla bilmiyordu. Ömer’e karşı hislerini dile getiremeyen Defne, Ömer yokken bülbül gibi şakıyordu ama Ömer ne kadar sevildiğini haliyle görememeye başlamıştı. “Sen buna sevmek mi diyorsun” diyor, Defne’nin davranışlarında akıl alır hiçbir şey bulamıyordu Ömer. Cenderede sıkışmış kalmış, ne yapsa olduramayacağını düşünüp artık dayanamaz hale gelmişti Defne. Sürekli Ömer’le kavga etmeye çalışıyor, üstelik karşılık alamayınca git gide saçmalıyordu. Bir söz vermişti “her şeyi halledip geleceğim” demişti Ömer’e, ama haliyle buna inanmak istese de inanamıyordu Ömer. Nasıl inansındı? Defne’nin hareketlerinin Ömer’in beyninde iki kelimelik bir özeti vardı: “Defne işte” Çünkü Ömer için, ne söylediği değil ne yaptığı önemliydi. Defne’nin karşısında 29.Bölümde “Defol” demesine rağmen,  yine de sakinliğini bozmamış, “derdin neyse bulucam ben” diyen bir Ömer vardı. Şahane seven, sevince baş tacı eden bir adam. Bana kalırsa Defne’nin yaptığı onca şeye rağmen Defne’den vazgeçmeyerek, ona doğru şekilde sevmenin ne olduğunu öğretiyordu bu adam.

Biberli çikolatadan sıcak çikolataya geçen Ömer, Defne’den en son ayrılığında, rüyasında gördüğü eskrim sahnesinde, bence kendini yenmişti. Ömer zaman içinde yavaş yavaş o kadar çok değişime uğramıştı ki. “Herşey sana benzesin” dediği kadına duyduğu aşkla, buzları çözülmeye zaten başlamıştı. Ne kadar eski Ömer olmak için, kendini işine vermeye çalışsa da o devir çoktan kapanmıştı. Aşka bir kere düşen, bir daha eski haline dönemez. Defne ise en sonunda kendi içinde, kendisiyle verdiği savaşı sonlandırmış ve o da kendine teslim olmuştu. Kalbiyle mantığının sürekli çelişmesi sonucu ortaya çıkan dengesiz hali boşverip, Ömer’in kollarında aşka, huzura, sevildiğini hissetmeye olan açlığıyla, ilk kez konuşmamak üzere, Ömer’in sessiz sakin dünyasına misafir olmaya gelmişti. Gözleri yaşlı bir şekilde üstelik. Ama Ömer, öyle allak bullak olmuştu ki artık, Defne’nin sakladığı şeyi ona söylemeden, Defne’ye yaklaşmayacağının sinyallerini veriyordu. Ama bence Ömer yine yanılıyordu. Çünkü bu bir Ömer İplikçi ezberiydi. Oysa o gece, o banktaki kadının kendisini gerçekten istediğini, gerçekten sevdiğini ve bunun hevesten öte olduğunu görmeyi istiyordu. Ömer’in ikna edilmeye gerçekten ihtiyacı vardı. Çünkü kalbini gördüğü kadınla, baktığında gördükleri her zaman çelişiyordu.

Hayat ne şekilde oynar oyununu ya da Meriç Acemi ne şekilde yazardı bilinmez ama, aynı evde yaşamaca oyunu mükemmel ötesi bir fırsattı onlar için. (Değerlendiremiyolaaağğ) Ömer ile Defne’nin birlikte kahvaltı yapmaları hiç mümkün olmamıştı mesela. Defne’nin geç, Ömer’in sabahın köründe uyanan bünyeleri yüzünden, Ömer daha asistanıyken dile getirdiği bu gelecek planını yaşayamamıştı. Fedakarlık Defne’den geldi. İyi ki de öyle oldu. Ömer’in buna ihtiyacı vardı. Aynı şekilde uyandığında kendisini gülümseyen gözlerle izleyen Defne’yi görmeye de ihtiyacı vardı. Ömer İplikçi’nin uyanış anlarını bin kere gördük de hangisi bu kadar tatlıydı?

Aynı evde yaşamak ciddi bir sorumluluktu. Defne için farklı bir kültürdü adeta Ömer’in evi. Çünkü Defne kahve içmeye, klasik müzik dinlemeye çok fazla alışık değildi. Ömer’in asistanıyken bir çalışan olarak, sevgilisiyken misafir olarak karışamadığı bazı şeylere, şimdi güzel dokunuşlarda bulunuyordu Defne. Seven kadın dokunuşlarıydı bunlar. Yalnız Ömer İso’nun tabiriyle “temkinli” seviyordu artık Defne’sini. Çünkü en çok Ömer için zordu tekrar teslim olmak. Karşısındaki kadın, kendisinden “inandığı herşeyi alaşağı edecek” bir şey saklıyor ve anlatmamakta diretiyor. O adamın aklından neler geçer? Bence çok şey. “Bırak sırrın peşini bana inan” diyince Defne, nasıl gönül rahatlığıyla “tamam” diyebilir paramparça olmuş bir adam? Diyemez ama hiç kimse Ömer kadar da kendi kafasının içinde yaşayamaz. Dışarıdan baktığımda ben Ömer’de sadece tasarımcı kafası görüyorum sanırım, haftalar sonra kanaat getirdim buna. Ömer oturduğu yerde, saklanan sırrın kendine itiraf edilmesini bekliyor fakat Defne’den bu yönde adım yok. Öyleyse aydınlanma yaşayıp vahiy yoluyla öğrenmeyi bekliyor sanırım, yoksa okuduğu hiç bir kitap onu sonuca çıkaramaz. İşte Ömer’in farkında olmadığı şey şu, “İnsanlar konuşa konuşa anlaşır” felsefesini yanlış anlamış olması. Zira Ömer, konuşmak eylemini; yemek yemek kadar temel ihtiyaçmışcasına, hayatını devam ettirmek için, gerek duyduğu kadar kullanıyor. Kelimelere değil, eylemlere bakışı da tam da bu yüzden. Ama işte insanın bazen niyeti, eyleminden daha önemli olabilir, Ömer bu konuda derin bir yanılgıda. Ve Defne’nin en büyük sorunu da kelimelerle, çünkü kendini asla ifade edemiyor. Hani “oyunu en çok Defne söylesin, yok yok en çok Defne söylemesin, şimdi söyleyemez kendini yanlış anlatır” şeklindeki çelişik duygularımız da tam bu yüzden.

Ömer, karşısındaki insanı çıldırtacak kadar sabırlı ve sakin. Birileri şu adamın “sakin” dediği her anı birleştirse de sa-sa-sakin-saaakin dedikçe çıldırsam!!! Aslında Ömer hep içine atıp, akabinde camı pencereyi kıranlardan. Yani zararı kendine olanlardan, bence güven problemi değil, öfke problemi var acilen sakinliği bırakması lazım. Öfke probleminin sebebi de aslında egosu. Derin konulara dalıyorum ama haddim olmayarak Ömer’in kişiliğinde, bir beyin fırtınası sonucu analiz yaptım. Ömer’in aşması gereken şey, egosu. İşte içindeki öfkenin mimarı da egosu. Ego, Ömer’de herşeyi kontrol altında tutması gerektiği duygusunu tetikliyor. Belki zamanında dedesini kontrol altında tutamayarak, annesiyle babasının arasına girmesinin sonucu almıştır bu kararı, bilinmez. Lakin dağ evinde terkedildikten sonra da, Defne’nin karşısında “Ömer değil, Ömer Bey" derken, egosu konuşuyordu Ömer’in. O zamanlar, Ömer Bey'leri anlıyordum ama tanıdıkça şöyle düşündüm; “Really?” Yani gerçekten derdin şuan bu mu? Ömer, asistanı tarafından bu kadar kendisiyle alay edilmesi durumunu kaldıramamıştı. Koskoca Ömer İplikçi'ye, Asistanı Defne nasıl bunu yapardı? Ömer, İz ona dövmesini sorduğunda “sanane” diyip imalı gülüş attığında da, İz’e “ben eski Ömer değilim ama” dediğinde de hep egosuyla konuşuyordu aslında. Hobi olarak egosuyla yine konuşsun ama Defne’yle yani sevdiği kadınla öyle konuşmasın diye düşünenler, toplaşın^^

Ego nedir nerede yenir? Ömer egoist midir enter, googleda aradım bir şey bulamadım. Şimdi şunu kabul edelim ki, kendine güvenle ego arasında çok ince bir çizgi vardır.Ömer kendine güveniyor mu? Her zaman, evet. Ömer egoist mi? Vallahi başıma bir şey gelmeyecekse, buna da evet. Bazı egoların içi boştur bazılarının ki doludur, Ömer’inki nasıl? Sanırım azı karar, çoğu zarar’dan hallice, sınırın az üstünde. Öyle ki zaten gururuyla da çakışıyor bu egosu. Ömer başkası yapsa asla affedemeyeceği bir çok şeyi Defne yaptığında affetti. Affederken gururundan taviz verdi. Ömer'in gururundan verdiği taviz, kendisinden verdiği tavizdi aslında. Çünkü Ömer'i Ömer İplikçi yapan şey, fazla gururlu, önyargılı, kibirli ve keskin tarafları olmasıydı. Yalnız herşeyden taviz veren Ömer, Defne çizimleri Tramba'ya satıp kendisinden sakladığında, kendi içinde verdiği savaşta tekrar Ömer İplikçi olmak istedi, olmuş gibi yaptı ama aslında olamadı, olmamalıydı da. Gururuna ya da egosuna siz ne denersiniz artık, yenildi Defne'nin karşısında. "Güvenmiyorum" diyerek sırt çevirdiği aşk, çoktan hayatı oluvermişti aslında. "Düşünürsem eğer, kendime koyduğum sınırları aşmaktan korkuyorum" itirafında da bunu açıkça belli ediyordu.

Defne tasarımcı olduktan sonra, Ömer'in karşısında işi ego savaşına döndürdü bir süre. Çünkü, sevdiği, vazgeçemediği adamın kendisine güvenmemesine çok fazla kırılmıştı. Ama bunu da açıkça Ömer'e söyleyemiyordu başlarda çünkü; "Biz ne zaman birbirimize duymak istediklerimizi söyledik ki?" den bir türlü çıkamıyorlardı. Defne; çocuktu, kabuğunu kıramıyordu, cürret edemiyordu sanki. Ömer'in karşısında da, kendisiyle rakip olmaya çalışan ve Ömer İplikçi'nin kim olduğunu unutan bir junior tasarımcı Defne vardı. Ömer, Defne'nin kendisine güvenen, kendisinin farkında olan bir kadın olmasını içten içe hep istemişti aslında ama tam olarak görmek istediğinin, çirkefleşmeye yüz tutmuş bir Defne olduğunu zannetmiyorum. Nitekim bu gelgitler de egosundan taviz vermeyen Ömer'le, "Ömer egoistse ben de egoist olcam banane" diyen Defne'nin, ellerinin ortak bir tasarımda buluşmasıyla sonlanmıştı. Aşk galip gemişti. Defne yavaş yavaş büyümeye başlamıştı, Ömer de ilk kez bir başka dokunuşun karışmasına izin vermişti çizimlerine.

Gelelim aşk ile ilişki arasındaki sıkışıp kalınmışlığa.. Her ne kadar bir küçücük Gallo bahanesi ile başlasa da aynı çatı altında olmak, az önce de söyledim. Aynı evde yaşamaca oyunu mükemmel ötesi bir fırsattı onlar için. Çünkü birbirlerine dair ne biliyorlardı? Ömer anne ve babasını ne zaman kaybetmişti, neden kaybetmişti, dedesiyle arasındaki mesele neydi, Ömer tasarım çizmezken nasıl vakit geçirirdi, yengesine neden bu kadar bağlıydı, Sude'ye karşı neden bu kadar mesafeliydi, ANKA KUŞU NE AYAKTI? Ve daha neler neler... Bir adamın en sevdiği şarabı, en sevdiği yemeği, en sevdiği filmi, en sevdiği müziği, kaçta kalktığını, kalkınca ne yaptığını bilmek bir ilişki için yeterli mi? Enter. Defne'nin annesinin babasının neden gittiğini, ailesinin durumunu çok önceden anlatmıştı Defne Ömer'e. Ömer merak edip sormadan üstelik. Ama mesela Defne en çok ne yemeyi sever, en sevdiği film nedir, en sevdiği kitap nedir, en sevdiği müzik nedir vs vs tarzı konulara bile bir türlü girememişlerdi. Sakın yanlış anlamayınız, oturup "haydi sor sor" şeklinde bir diyalog beklemiyorum elbette ama bazı şeylerin yeri nedense hiç gelmedi.

Şimdi de gelelim en sevemediğim, en benimseyemediğim, en hoşlanamadığım kısma. "Ay bugün bu meseleyi bir sevesim geliyor, bugün sevmek istiyorum ama yine olmuyor, başaramıyorum" Koriş style okunması tercihimdir^^ Defne neden Ömer'in sevdiği hoşlandığı her şeyi sevip hoşlanmak istiyor? Ömer de böyle bir çabaya girsin diyenler olmuş sosyal medyada. Hayır arkadaşlar, Ömer böyle bir şey yapmaz çünkü Ömer bunun ne kadar gereksiz bir eylem olduğunun bilincinde. Tamam Defne'nin yaptığı şey çok sevimli bir eylem ama gereksiz. Çünkü izle, sevmesen de olur. Dinle hoşlanmasan da olur. Veya dinleme Defociğim, senin de bir hayatın var, bırak Ömer de buna saygı duysun. Bırak biraz da Ömer senin sevdiğin şeyleri, yüreğinin sıcaklığını, içinin kıpır kıpırlığını keşfetsin. Ne demişti sana "herşey sana benzesin, bu ev, ben, herşey" Zaten Ömer, Defne'nin kendisine benzemesini istemez çünkü adam yanında kendisinden başka ciddi biri daha istemiyor. Nasıl olacak öyle klasik müzik eşliğinde kahkaha mı atacaksınız? Elit kültürü öldürdüm şuan, yok yok onu Koray kadını boğazlıyolar diyerek öldürmüştü zaten^^

Bir yanda Fransız usulü soğan çorbası, bir yanda Uşak usulü kıymalı tarhana çorbası.. Bir yanda kahve ile bir yanda çay ile yapılan kahvaltılar.. Şöyle güzel bir gerçek var ki, soğan çorbasını duyunca irrite olan Defne, kıymalı tarhana çorbasını duyduğunda ağzı sulanan Ömer.. Kahve ile kahvaltı yapmayan Defne ile, çayla da kahvaltı yapan Ömer.. Defne her ne kadar farketmese de zaten Ömer'in içinde, derinde Defne ile olacak yaşamdan çok mutlu olacak bir Ömer var. Evindeki çiçeğine sahip çıkan, onu sulamak isteyen Ömer, Defne'nin mahallesinde gülümseyerek çekirdek çitleyen Ömer.. Kalabalık, kasvetli, dedikodu dolu resepsiyonlardan, Neriman'ın davetlerinden sıkılan Ömer ile, Nihanlar kendi evine misafirliğe geldiğinde gülümseyen Ömer'in aynı adam olması gibi, sıcak ve samimi aile ortamı özlemi duyması da belki bu yüzden. Kapısını kapattığında, içeride de gerçek olan bir şey arayışları bu yüzden. Defne'nin de dediği gibi. Gerçek Ömer'i kimse tanımıyor, kendisi bile.

Nazım Hikmet'in bir şiiri var, Ömer İplikçi'nin üzerinde çok güzel duracağını düşündüğüm;

"Gözlerine bakarken

güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,

bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde

kayboluyorum...

yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,

durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:

sırrını her gün bir parça veren

fakat hiç bir zaman

büsbütün teslim olmayacak olan..."

İşte bütün mesele bu. Ömer ve teslim olamayışları, teslim olmaktan artık kormaları. Birine güvenip yine yalnız bırakılmaktan, aldatılmaktan, tekrar üzülmekten kendini korumaları. Aslında kimse görmüyor ama Ömer Defne'nin kendisinden bir şey sakladığını bildiği halde hala ona ne kadar da güzel bakmaya devam ediyor. Her şey değişiyor, Defne kabuğunu kırmaya başlıyor ve Ömer'in bakışlar ilk günkü gibi stabil. Yani aslında Ömer, medeniyetin en güzel buluşu olarak düşündüğü sivri topukların aşığıyken, o sivri topuklarla yürümeyi beceremeyip, seke seke adım attıkça yüreğini hoplatan Defne'sinden, kendisine ne yaparsa yapsın vazgeçmez. Zaten Defne de kafasına göktaşı düşmesine razıydı ama yeter ki Ömer hep hayatında olsundu.

Defne ve Ömer belki birbirlerini bizim içimize sinecek kadar çok tanımıyorlar ama çok önemli bir ayrıntı var çok şey yaşadılar!! Çok şey atlattılar birbirlerine deva oldular, bazen bilerek bazen bilmeyerek birbirlerinin yaralarını sardılar, en önemlisi geleceklerine umut oldular. Bazen sert çıkışlarla, bazen yumuşak dokunuşlarla da olsa, hiç ayrılmadılar, kendileri buluşamasa da gözleri buluştu, ikisi de nereye bakacağını hep çok iyi bildiler. Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili. Yani Defne ve Ömer bence hala sevgili^^

YORUMLAR




DİĞER HABERLER