Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nde düzenlenen panelden notları SERKAN TEZCAN derledi.
Moderatör
Zeynep Ünal
Konuşmacılar
Ahmet Rıfat Şungar, Damla Sönmez, Nesrin Cevadzade
Moderatör: Oyunculuğa başlangıcınız nasıl oldu? Şansın etkisi oldu diyebilir misiniz?
Nesrin Cevadzade: Bir aşamada ta ibiki şans çok etkili ama sonuçta kendi şansınızı da siz yaratıyorsunuz. Orta okul ve lisede tiyatroyla başladım oyunculuğa ve lisedeyken tanıştığım Cüneyt Yalaz’ın oyunculuk kariyerimde önemli etkisi oldu.
Damla Sönmez: Ne zaman oyuncu olacağım dediğimi bilmiyorum, aileme tiyatro okuyacağım dediiğimde beni pek ciddiye almamışlardı, “Onunla üniversitede ilgilenirsin,” diyerek beni geçiştiriyorlardı (gülüyor).
Ahmet Rıfat Şungar: Bunun bir tesadüf olduğuna inandırmaya çalıştım kendimi. Ayça Bingöl ve Ali Altuğ'un benim hayatımda önemli bir yeri var. Çok utanıyordum. Beni seçemezler ki , beni kim seçecek ki gibi bir utanç ve kibirle hareket ediyordum. Aslında futbolcu olmak istiyordum. Her sene konservatuar sınavına çalıştım ama “Çalışma ne yapacaksın?” diyenler çok oldu ve hep bir şeyler eksik kaldı, uzun bir süre sınavı geçemedim. Birilerinin beni gazlamasına ihtiyacım vardı.
Moderatör: Konservatuarın utangaçlığınıza nasıl bir etkisi oldu? Kendinizi izlerken utandığınız oluyor mu?
Ahmet Rıfat Şungar: İlk sınavımda hocam Yıldız Kenter'di. Birbirinizi izleyin ve ne yaptığınızı görün derdi. İlk sınıflara 45’ten yüksek not alamazsınız, kalacaksınız derlerdi hep. Arkadaşım “Sınavın en yüksek notunu almışsın,” dediğinde ona kızıp utangaçlıkla okuldan kaçtığımı hatırlıyorum. Konservatuarda öğrendiğim bir takım etik değlerle utangaçlığımı avantaja çevirmeyi öğrendim.
Nesrin Cevadzade: Utangaç yerine tereddütlü demeyi tercih ediyorum ben. İşimle ilgili çok tereddütlüyüm, her zaman olmamış yerleri görüyorum ve kendimi seyretmekten de nefret ediyorum.
Damla Sönmez: Kendimi izlerken maç izler gibi seyrediyorum. Kendime kızıyorum, biraz agresifim. İyi ki tiyatroda kendimi izleyemiyorum diye düşünüyorum. Korku-sevgi denklemi gibi bir şey sanırım bu. Bir senaryo elinize gelir, çok seversiniz, sonra özellikle tiyatroda onun provasına girip çok kötü günler geçirebilirsiniz. Yapamayacağınızı düşünebilirsiniz. Kendi hatalarınızı gördüğünüz sürece de aslında utangaçlığınız hiç bitmiyor.
Moderatör: Kiminle çalışmak istersin sorusuna Nuri Bilge Ceylan cevabını alıyoruz genelde, sizse kariyerinize onunla başladınız, nasıl bir deneyimdi? Bu oyunculuğunuzu nasıl etkiledi?
Ahmet Rıfat Şungar: Nuri Bilge Ceylan'ın setine ilk girdiğimde kabus gibiydi, iç bir filmini izlememiştim, ( “İzleme, boşver çok da önemli değil,” demişti bana) kendimi bir yönetmene bırakmıştım ve sanırım en doğru yönetmene bıraktım. Üç Maymun'dan sonra bir diziye başladığımda “Sen ne yapıyorsun?” diyenler oldu ama onların söylediklerinin saçmalık olduğunu düşündüm. Üç Maymun’dan sonra dört-beş yönetmenle çalıştım ve her birinde daha önceki çalışmalarıma göre öteye geçtiğimi hissettim. Şehir tiyatrolarına neler yapıldığını merak edip gittim ve bir takım egolar altında ezilip çıktım.
Bizim işimiz dış gözle. Kendimizi iyi hissettiğimizde mükemmel oynadığımız anlamına gelmiyor, Üç Maymun’da Oscar'ı kazanırım zannedip oynadığım bir sahnenin filmde yer almadığını görmüştüm (gülüyor).
Moderatör: Oyunculuğu televizyonda da deneyimlemiş kişiler olarak Türkiye'de oyunculuk ve bağımsız sinema hakkında ne düşünüyorsunuz?
Nesrin Cevadzade: Türkiye'de bağımsız sinemanın yeri ortada ve çok az risk alıyoruz. Kendini tekrara düşmeye yatkın bir sektörün içindeyiz. Ana akım filmlerden bahsetmiyorum, onlar da ayrı sıkıcı bence. Kutluğ Ataman'ın filminde (Kuzu) en iyi kadın oyuncu ödülünü aldım ve yine de bir yönetmenin bana bir yıl önceden rol teklif edip git kendi bedenini hazırla diyeceğini düşünemiyorum. Geleceğime heyecanla bakamıyorum, ben kendi kendimi nasıl heyecanlandırabilirim diye düşünüyorum hep. Ödüller yarınıma dair bana çok bir şey söylemiyor maalesef.
Oyunculuk metoduna dair banal diyebileceğim bile bir cevabım yok. Sinemada bir şekilde bedeninizi çalıştırmak için yönetmen size süre tanıyor ama maalesef televizyonda pek böyle olmuyor, açıkçası yönetmenin çok da umurunda olmuyor sizin bedeninizi çalıştırabilmeniz, çünkü az zamanda çok şey yapmak zorundasınız.Kutluğ bana “Yanlış oynamak ya da doğru oynamak gibi bir şey yok,” demişti ve oyunculuğu daha farklı algılamaya başladım o günden sonra. Kuzu filmindeki bir sahneyle ilgili kendimde öyle bir beklentim vardı ki, Kutluğ bunun farkındaymış ve kendimi şartlandırmamam konusunda beni uyarmıştı.
Damla Sönmez: Oyunculuk bana, hayata dair de yeni şeyler öğreten bir alan oldu diyebilirim. Ben biraz steril büyüdüm ve sanırım bununla alakalı bu durum biraz. Bu yüzden seviyorum bu mesleği, bilmediğim şeyler keşfediyorum. Ödülden sonra bir dönemim panik içinde geçti; çünkü kariyer planlaması yapabileceğimiz bir sektörde değiliz. Deniz Seviyesi’ni çekerken de biraz sıkıntılıydım. Televizyonda çok uzun süre çalıştığım için kamerayı takip etme gibi takıntılarım vardı, o sizi kaçırmasın ki çalışma aksamasın diye düşünüyordum. Dizilerde süreler öyle uzadı ki, yaptığınız işi bir an önce yetiştirmek için çok fazla zamanınız olmuyor.