Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Michael ‘Bi İçim Su’ Jordan

Michael B. Jordan’ın gençlik yılları pizza sipariş vermekte zorlanarak geçmiş. Her seferinde kendi adına sipariş vermeye kalktığında karşı taraftaki ses “Dalga mı geçiyorsun?” diye telefonu yüzüne kapatmış. Profesyonel kariyerinde orta ismi Bakari’nin baş harfini kullanması biraz da mecburiyetten.

Jordan ünlendikçe B harfine hayranları başka anlamlar da yüklemeye başladı. Birkaç sene öncesine kadar birkaç dizide yan karakterlerden tanınan genç oyuncu şimdi her gittiği yerde kadınların ilgisine uğruyor. Hayranları ona Michael “BAE” Jordan diyor. “bae,” birkaç sene önce İnternet dilinde yayılan uyduruk bir sevgi sözcüğü, ‘before anyone else’in kısaltması.

Michael BAE Jordan sadece çok iyi bir oyuncu değil, az sayıda kusursuz erkek figürlerinden biri. Sadece vücudunun dönüştüğü ve Creed filminde cömertçe sergilediği şeklinden bahsetmiyorum. Doğuştan güzel olanlardan. O gamzeler, o dişler, o gülüş…

Dikkatli izleyiciler Jordan’ı daha küçücük bir çocukken The Wire’ın ilk sezonundan hatırlayacak. Ölümü dizinin en üzücü sahnelerinden biriydi kuşkusuz. Sadece genç bir insanın Baltimore’daki uyuşturucu savaşlarına kurban gitmesinden dolayı değil; dizinin bir anlamdaki ilk vicdan çapalarından biriydi o. Kalbimiz parçalandı.

The Wire’da.

Friday Night Lights’da büyümüş, yine ailesinin ona boca ettiği problemlerle kendi idealleri arasında sıkışmış kalmış, sürekli acı çeken bir futbolcuyu oynuyordu. Üniversitelere kabul aldığında uyuşturucu bağımlısı annesinin yanına gidip mektupları göstererek “Nerede yaşamak istiyorsun” deyişi—bu çocuk kariyerini izleyiciyi ağlatarak inşa etti.

Jordan’ın bir gün büyük, çok büyük bir oyuncu olacağı belliydi. Onu The Wire ya da FNL’tan tanıyanlar hemen iddiaya girebilirdi, ama bu iki dizinin de izleyicisi fazlasıyla sınırlıydı. Dolayısıyla şöhreti de, potansiyeli de hep marjinal kaldı.

Parenthood’da yavaş yavaş mainstream’de tanınmaya başladı ama henüz kendi adıyla şöhret olacak kıvama erişmemişti.

Ryan Coogler, film okulundayken Michael B. Jordan’ı düşünerek Fruitvale Station’ı yazmış. Hiç tanımamasına rağmen, bir şekilde onunla iletişime geçip, Oakland metrosunda polisin öldürdüğü Oscar Grant’i oynatmak için ikna edeceğine inanmış. Nitekim, bağımsız bir film olarak epey ses getiren Fruitvale Station’da Jordan’ın Oscar adayı olacağını düşünmeyen yoktu. Üstelik Chiwetel Ejiofor’dan Idris Elba’ya siyah aktörlerin yılı olacaktı... Oprah potansiyel Oscar adaylarını ağırlamaya, onlara destek çıkmaya, birbiri ardına özel röportajlar patlamaya bile başlamıştı... Ta ki Akademi bir kez daha beyaz derisini göstererek siyah oyuncuları görmezden gelene kadar.

Oscar kapısı aralanmadı ama Jordan bu arada büyüdü. Hem yaş olarak, hem de profesyonel anlamda. Mesela Instagram hesabı herhangi bir gencin saçma sapan selfie’lerinden falan oluşuyordu, bir anda görünmez bir el fotoğrafları kaldırmaya, bir aktöre yakışır şekilde hesabı tasarlamaya başladı.

Röportajlarda falan pek konuşamıyordu Jordan; Oprah’nın önünde çok heyecanlanmıştı. Kolay değil sonuçta, ekranda izleyerek büyüdüğü bir efsane bu sefer onu konuk almıştı. Zamanla talk-show’larda nasıl davranması gerektiği, yapacağı espriler falanda öğretildi. Daha derli toplu, daha inşa edilmiş, daha düzgün biri oldu Jordan. Artık bizim çocuk değildi...

Bu arada Fruitvale Station’ı da ağlamadan izlemek ne mümkün!

Ama sonrası bir dolu hata ve yanlış seçim... O menajer işten atıldı mı acaba? Zac Efron’la That Awkward Moment’ta, Fantastic Four’un yeniden yapımında Jordan’ı oynamaya ikna edip, birbiri ardına kötü kötü filmlerde vaktini kim harcattıysa cezayı hak ediyor. Coogler olmasa belki de bu potansiyel bitivermişti iki başarısız filmin sonunda.

Daha Fruitvale Station’ı çekerken Coogler’ın aklına Rocky serisinden ‘siyah’ bir spin-off yaratma fikri gelmiş. Ne Coogler ne Jordan’ın elinde kendilerinin bu işin ehli olduğunu gösterecek bir eser yokken Sylvester Stallone’un kapısını çalıp izin istemişler. Tabii ki reddedilmişler... Sonuçta çoğu izleyici gibi Stallone da bu ikilinin kim olduğunu bilmiyormuş.

Fruitvale Station’ın başarısı bu kapının da açılmasına yol açmış.

Tekrar Coogler’ın yönetiminde Creed’de Apollo’nun gayrımeşru oğlunu oynayan Michael B. Jordan ciddi bir boks eğitimine başlamış. Hollywood’da Corey Calliet’nin denetiminde günde üç kere idman yaparak, sadece haşlanmış sebze ve etle beslenerek bir senede ‘Bir İçim Su’ kıvamına geldi. Creed çok iyi bir film, ama Jordan’ın fiziğinin kusursuzluğu durmaksızın dikkat dağıtıyor. Ne garip ki Stallone’un yapılı vücudu Rocky filmlerinde hiç bu kadar göze batmıyordu.

Jordan’ın önünde, bütün büyük oyuncularda olduğu gibi, Coogler’la birlikte bir serüven var. Şu ana kadar sadece bu yönetmen ondan verim aldı, diğerleri potansiyelini harcadı.

Creed’i ağlayarak izlediğimi söylediğimde şaşkın bakışlar buluyorum karşımda, oysa ben Jordan’ı hatırlayarak, nereden geldiğini bilerek, onun geçmişini yansıtarak izleyip bir anlamda filmde oyunculuğunun şahlanışından gurur duyarak gözyaşlarımı tutamıyorum. Adonis Creed’in perdedeki her başarısı benim için Jordan’ın da kariyerindeki bir başka başarılı adım. Belki küçük yaştan beri takip ettiğim için sanki bizzat tanıdığım, bildiğim bir yakınımın başarısından etkilenir gibi izliyorum onu: Before anyone else.

Burton-Depp, Scorsese-De Niro (sonradan DiCaprio) birliktelikleri gibi Coogler-Jordan takımı da yeni filme hazırlanıyor. Dördüncüsü, beşincisi de gelir umarım.

Söylemeden edemeyeceğim: O rezil That Awkward Moment filminin promo turunda başrol oyuncularından hangisinin ilk önce beyazperdede çırılçıplak görüneceğini sormuştu bir MTV sunucusu. Miles Teller ve Zac Efron hemen Jordan’ı işaret etmiş, Jordan da “Büyük ihtimalle ben olurum,” demişti.

YORUMLAR




DİĞER HABERLER