Netflix’in üçüncü yerli yapımı Aşk 101 geçen hafta platformda yerini aldı. Bir haftadır da ondan başka bir şey konuşulmuyor sosyal medyada denebilir. Dizi, okuldan atılmak üzere olan haylaz öğrencilerin, kendilerini destekleyen tek öğretmeni okula yeni gelen başka bir öğretmene aşık etmek için kurdukları oyun etrafında gelişiyor. Amaç, aşık olan öğretmen okuldan ayrılmasın, bu haylazlar da onun desteğiyle okuldan atılmaktan kurtulsun. Tabii her planda olduğu gibi, araya hayat giriyor; burada bol bol aşk da giriyor. Bence şimdi önce diziyi izleyin, sonra da senaristi Meriç Acemi’yle sohbetimizi okursunuz. 45 dakikalık sekiz bölüm bir anda bitiveriyor, gözünüzde büyümesin. Elinize Sherlock Holmes’un pertavsızını alır da izlemeye başlarsanız, “O şarkı ‘90’larda yoktu”dan, “O yıllarda öyle topuzlar daha yapılmıyordu”ya uzanan bir çok şey bulabilirsiniz, haklı da olabilirsiniz. Ama alacağınız zevke yazık edersiniz. Hata bulmak üzere değil de keyfini çıkarmak üzere izleyin bence.
Gençlik dizisi yapmak üzere mi yola çıkıldı? Nasıl başladı iş?
Evet, gençlik dizisi yapmak üzere yola çıkıldı. Bu benim değil, Ay Yapım ve Netflix’in kararıydı. Gördüğüm kadarıyla Netflix dünya genelinde gençlik dizilerine çok fazla değer veriyor. Hemen her coğrafyada bir gençlik dizisi yaptıklarını görüyorum. Ben, anlatırken ne evrensel, ne de lokal olmaya çalıştım. Anlatmaya değer bulduğum şeyi anlattım diyebilirim. Ancak bizim dizi özelinde ilk algı lisede okuyan gençlerin hayatından kesit gibi görünse de dizinin içinde izleyen herkesi yakalayacaklar tatlar var. Kimini dizideki müzikler içine çekerken, kimini 90’lardaki hayat ve samimiyet etkileyecektir, kimini ise hikayedeki aşk, dostluk ve arkadaşlık...
Netflix Summit’te anlatmıştınız ama tekrar rica edebilir miyim hikayenin neden 90’larda geçtiğini?
Çok basit; çünkü benim o yaşlarım 90'larda geçti. Bunu söyleyip durmak bana yaşlı hissettirse de doğrusu bu. Şimdiki gençlikle arasında çok fark olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta insani duygulardan, haysiyetten ve aşktan söz ediyoruz. Yine de yazarın en iyi bildiği şeyi anlatması gerektiği kanaatindeyim. Şimdiki gençliğin en azından gündelik yaşamını anlatmak bana düşmezmiş gibi geldi.
Sizce gençliğini çoktan geride bırakmış olan ben niye bu kadar zevkle izlemiş olabilirim? Bana öyle geldi ki, aşık olsun olmasın, kedi videoları misali, kimsenin kayıtsız kalmayacağı bir dizi bu.
Çok teşekkür ederim. Anlattığımız hikaye, her yaştaki insanı düşündüren bir soru soruyor. “Gerçek ben kimim? Toplumsal normlara uyum sağlamak zorunda mıyım?” Neticede mutlu hissetmek için, önce kendimizle aramızın iyi olması gerekir ya. Kendiyle ve dünyasıyla doğru ilişki kurmaya çalışan insanları anlatmaya çalıştım.
Bir de tabii, bir umut hikayesi bu. Karanlıktan aydınlığa geçiş, her şeyin iyi olacağı vaadini veren bir hikaye. Hepimiz benzer şeyler yaşamış olabiliriz. Bununla nasıl baş etmemiz gerektiğiyle ilgili soru ve önerileri var hikayenin.
Jane Austen hikayelerinin günümüzde geçeni gibi aslında genel çerçeve. Çöpçatanlık yüzyıllardır süregelen, bizim de hiç yabancı olmadığımız bir müessese. Olabilir mi böyle bir şey, gerçekten hiç akıllarında yokken iki kişi birbirine aşık edilebilir mi sizce?
Bilmiyorum. Bende cevaplar yok aslında, sorular var sadece. Bunu birlikte tartışalım, düşünelim diye yazdım. Bence aşk, dışarıdan müdahale ile olamaz. İki insanın birbirini seçmesi gerekir. Ama belki de yanılıyorumdur. Sadece buna inanmak istiyorum. Aşkın kozmik olduğuna, yapay olarak gerçekleştirilemeyeceğine…
Sizin gençliğinizle örtüşen yerleri var mı dizinin? Siz nasıl bir öğrenciydiniz? Yani mesela cici kız Işık’a mı daha yakındınız, asi kız Eda’ya mı?
Eda gibi kuralların içine sığamaz bir halim vardı. Sinan gibi çok okuyup, herkesi boş kafalı bulan ukala bir tarafım da… Kerem gibi, ben de basketbolcuydum lise yıllarında. Işık’ın sorguladığı şeyleri sorguluyordum. En yakın arkadaşımsa, Osman gibiydi. Biraz benden, biraz da etrafımdaki insanlardan yola çıktım işte.
Cici kız Işık demişken, onun bu 'belalı' dörtlüye katılması, o dörtlünün onu bağrına basması nasıl oldu? Nedeni sadece aşk olamaz değil mi?
Bu hikayedeki Işık, biziz sanki. Işık’la birlikte hareket ediyoruz. Onunla birlikte o dörtlüyle tanışıp, onları sorgulamaya başlıyoruz. Aşk, arkadaşlık, haysiyet, kendini kabul etme hikayelerini hep Işık’ın peşine takılıp izliyoruz.
Burcu Öğretmen’in kızlarla dostluğu nasıl gelişti sizce? Yani Burcu’nun onlarla yakınlaşması kendine olan güveninden mi, yoksa acemiliğinden mi kaynaklanıyor? Kemal Öğretmen’in öğrencilerle ilişkisi daha mesafeli mesela.
Burcu, hikaye boyunca çok ciddi bir karakter yolculuğundan geçiyor. Bütün hayatını, kendi iradesiyle değiştiriyor. Bugünleri hazırlayan bir kadın olsun istedim Burcu. Bugün olması gerektiğini bildiğimiz kadını o gün Burcu kazıyarak elde ediyor ve bunun için gereken zorlu yolu yürüyor. Çocuklarla ilişkisi, bu hikayeyi en bilinen örneklerinden başka bir yere ayırıyor: Burcu asla çocukların akıl hocası, hepsinden akıllı filan değil. “Bir yetişkin gelir ve gençlerin hayatını yoluna koyar” cümlesine ben hiç katılmıyorum. Hatta bunu gençler için aşağılayıcı buluyorum. Hepsi kendi gerçeğini yaşıyor ve birbirlerine değdikleri yerde, birbirlerini değiştirip dönüştürüyorlar. Burcu’nun Kemal’den farkı, hayatla daha çıplak elli, daha korkusuz, değen dokunan bir ilişki kuruyor olması. Kemal’se kırgınlığından ötürü, uzun süre hiçbir şeye dokunmak istemiyor. Hissetmekten, sevmekten, önemsemekten korkuyor. Sinan’la Kemal’in ilişkisini mesela, çok severek yazdım. İzlerken de çok dokundu bana bu iki kırgın adamın ilişkisi...
Sizde iz bırakan, adını anmak istediğiniz bir öğretmeniniz var mı?
Galatasaray’daki yıllarımda, beni pek çok kere ipten alan Necati ve Kılıç hocalarım var. İkisi, lise müdür yardımcılarıydılar. Benim bile kendimden hiçbir beklentim yokken, beni kurtarılmaya değer bulmuşlardır. Mezun olabilmemi onlara borçluyum.
Siz de, biz de yani yazan da izleyen de çocukların yanındayız ama anne babalar da acımasızca çizilmemiş hiç. Hepsi son kertede büyük anlayış gösteriyor çocuklarına...
Ben de anneyim. Ebeveynliğin nasıl bir şey olduğu hakkında bir fikrim var. Tabii ki, son noktada, ne kadar eleştirsen de evladının iyiliğini istersin diye düşünüyorum.
Bu hikayenin devamını ne zaman izleyebileceğiz? İkinci sezonda gençler artık büyümüş mü olacak?
Devamını, bu harika oyunculukları ve yönetmen performanslarını izledikten sonra hemen tasarlamaya başladım. Şu an hikayem büyük oranda tamamlandı. Fakat ne olacağı hakkında bilgi veremem, biliyorsun. Henüz onaylanmış bir durum yok. Belki de onlarla bir yol yürüyüp, iyice tanıştığımız için, daha sonra ne yaşayacakları beni daha çok heyecanlandırmaya başladı. Favorim, ikinci sezon sanki…
Aslında bunu yönetmenlere sormak lazım ama belki siz de cevaplayabilirsiniz. Çok yakın plan kullanılmış, bu insanı ekrana mıhlıyor. Duyguların açıkça görünmesi açısından adeta müstehcen bir tercih. Tabii ki çok da iyi oyunculuk gerektiriyor. Zor bir karar ama sonucu çok iyi olmuş gibi geldi bana, nasıl cesaret edildi?
Dediğin gibi, bu yönetmenlerin tercihi… Cesaret konusuna gelince, sanıyorum oyunculukların bu derece güçlü olması, onları bu noktaya kadar getirdi. Gerçekten her topa girebilen, oyunculuk konusunda en ufak bir çekincesi olmayan bir kadromuz var. Müthiş bir hızla yükselip alçalabiliyorlar. Bu da hem yönetmene, hem yazara sonsuz bir özgürlük sağlıyor.
Mekan seçiminden bahsedebilir miyiz? Okul binası, yalı.... Ayrıca yalı neyi simgeliyor?
İstanbul’u benim bildiğim, mavi bir şehir olarak anlatmak istedim. Benim hayatım, dizinin geçtiği yerlerde geçti. Mekan seçimleri de biraz bununla ilgili. Yalı ise bence tam İstanbul. İstanbul’un ne kadar büyülü bir şehir olduğunu, en çok da yalıdan bakarak görebiliyoruz.
Hikayedeki yeri ise, Sinan’ın gerçeği ile ilgili zaten. Yavaş yavaş koparılan hayatını ve o hayatın içinde tutturmaya çalıştığı rutini izliyoruz. Olağanüstü bir yalnızlık görüyoruz önce. Daha ilk bölümden o yalı birden doluyor. Kocaman enerjileriyle gelip, Sinan’ın o kırgınlıklarla dolu hayatını yaşamaya değer hale getiriyorlar.
Kırmızı şemsiyeli sahne fragmanda da vardı… O sahne özel olarak çok beğendiklerimden. Nasıl kurgulandı?
O sahne, senaryoda yalnızca bir gösteri provası olarak tarif edilmişti. Yönetmen Deniz Yorulmazer, o sahneyi kendisi öyle kurgulayıp çekti. Ben de ilk gördüğümde havalara uçtum. Hemen Deniz’i arayıp, övgülere boğdum.
Müziklerin de başrollere ortak olduğundan söz edebiliriz. Ana tema Marios Takushis’in galiba ama Mavi Sakal, Levent Yüksel, Duman, Mor ve Ötesi, hatta Cem Karaca’nın tüyler ürperten şarkıları… kim seçti müzikleri?
Aslında ekibin her parçası bu işi üstlendi diyebilirim. Ben senaryoda yalnızca bazı şarkıları belirtmiştim. Sonra Ahmet (Katıksız), Deniz (Yorulmazer), Kerem (Çatay) ve Pelin (Diştaş), onlarca şarkı dinleyip, üzerine yenilerini koydular. Bazıları defalarca kez değişti. Tekrar tekrar kurgulandı. Ciddi bir emek var müzik tarafında.
Tıkır tıkır işleyen, çok dinamik aynı zamanda çok duygulu bir senaryo. Nedir bunun formülü?
Bu soruya ancak teşekkür edebilirim. Ben “ben bunu izlerim” diyeceğim şekilde yazmaya çalışıyorum işte.
Netflix’in daha önceki iki yerli yapımından farklı Aşk 101. ‘Turistik’ değil bir kere. Dünyada nasıl karşılanacağı konusunda bir beklentiniz, fikriniz var mı?
Bunları fazla düşünmüyorum aslında. Bu konuda Ay Yapım da Netflix de oldukça tecrübeliler zaten. Onların içine sinen bir proje çıkmış olması, beni güvende hissettiriyor.