Vogue Türkiye bu ay setini bir okula kurdu, bu okulun koridorlarında MedCezir ekibi dolaştı ve ortaya bakmaya doyamayacağınız fotoğraflar çıktı. Bize de onları sizinle paylaşmak düştü.
Fotoğrafları Vogue için Olaf Wipperfürth çekti. Çekimin moda editörlüğünü ise Ece Öğütoğulları yaptı. Yiğit Karaahmet’in yazdığı çekimde bütün resimaltlarını dergide olduğu gibi aynen kullanıyoruz çünkü arkadaşlar bu bir moda çekimi. Aradan çekiliyor ve sizi Vogue’un fotoğraflarıyla baş başa bırakıyoruz.
Yiğit Karaahmet’in yazısını hiç kesintisiz okumak isterseniz, o da burada.
Gençlik, öğrencilik ve diğer güzel şeyler
Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü’ne adım attığımda bir anda kendi üniversite yıllarıma ışınlandım. Hayatın belki de en güzel, en tasasız ve en püfür püfür geçen günleri.
Okulun devasa koridorlarından yürüyüp, üç kat yukarı çıkarken bu okula arkadaşlarımı ziyarete geldiğim zamanları hatırladım. Sanırım en üst katta, gizli ve kaçak bir merdivenle çıkılan bir yer vardı. İstanbul’un tüm manzarasını ayaklar altına seren bir gizli mabet gibiydi orası. Orada biriyle öpüşmüş müydüm acaba tam olarak hatırlayamıyorum. Tanrım artık ne zaman, nerede, kiminle öpüştüğümü unutacak kadar yaşlandım sanırım. Ya da artık o kadar çok insanla öpüştüm ki hepsi birbirine karışıyor (Neyse bu skorer ihtimal, bunama ihtimalimden daha rahatlatıcı geldi bir anda.)
Ekranların en çok izlenen dizilerinden biri olan MedCezir’den Çağatay Ulusoy, Serenay Sarıkaya, Hazar Ergüçlü, Metin Akdülger, Taner Ölmez, Barış Falay, Şebnem Dönmez ve Defne Kayalar birazdan kendileri için hazırlanan devasa Vogue setinde, tekrar okula dönmek için yerlerini alacaklar.
Bir yerden kahve bulup, yere oturuyorum. Notlarıma bakarken oturduğum mermer döşeme sert topuk sesleriyle titremeye başlıyor ve kapıdan tek başına Şebnem Dönmez giriyor.
Hemen ardından da kocaman saçları ve en az o kadar kocaman gülümsemesiyle genç bir kız geliyor. O kız Hazar Ergüçlü. Makyaj odasındaki yüksek volümlü müzikle dans ederken sohbet etmeye başlıyoruz. Kıbrıs Lefkoşa doğumlu. Şu anda da Haliç Üniversitesi’nde tiyatro okuyor. Kıpır kıpır, enerjisi insana çok iyi gelen bir kız Hazar. Kıvırcıklar birbirini çok iyi anlar, o da asla zaptedilemeyen saçlara sahip. Lisede kötü bir öğrenciyken, sahneye yönelince her şeyin değiştiğini anlatıyor “Bir sürü yeni tarafımla tanışıp, daha rahat ve özgür olunca, sahneyi benimsedim baya. Mesela kendimi çok hareketli ve enerjik, sosyal ilişki kurmakta zorlanmayan biri sanırdım. Aslında çok çekingenmişim. Bugün bile hala kamera yakın planımı alırken boynum titrer.” Saçlarını sakinleştirmek için kuaförün emin ellerine teslim olduğunda ben de üst kata çıkıyorum. Çünkü az önce Metin ve Taner birlikte geldiler, onları bulmam lazım.
Metin’i terasta görmek hiç de zor olmuyor. Güneşin altında saçları, sapsarı parlayan çok yakışıklı bir erkek.
Bu arada Ay Yapım’a da bravo. Bu dizinin cast’ingini kim yapmışsa çok iyi becermiş. Çok doğru insanları bulmuşlar. Metin mesela sanki gerçek bir Kaliforniyalı sörfçü gibi. Tek bir gram yağ olmayan vücudunu ve baklava dilimlerini herhalde amatör olarak ilgilendiği sörfe ve Amerikan Futbolu’na borçlu.
Heyecanla, eli kolu durmadan konuşuyor.
Sarışın ama zeki de. Koç Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset okumuş. Tatlı çocuk. Espriden anlıyor, komplekssiz, şakacı. Hikayeyle ilgileniyormuş. Şu ana kadar beş oyun yazmış. 26 yaşında 5 oyunu var. Ondan şu an söyleyemeyeceğim kadar büyüğüm ve iki tane yazılarımdan derlediğim dandik kitabım, bir tane de yüz yıllardır bitiremediğim romanım var.
Okulu bitirdikten sonra bir ara vermek için Amerika’ya gidiyor ve MedCezir‘deki rolüne Amerika’daki alt kat komşusu soap opera oyuncusu Agim’le çalışarak hazırlanıyor. Ve şu anda dizinin en beğenilen yetenekleri arasında.
Bu arada çekimler başlıyor. Önce en erken gelen Şebnem Dönmezli kareler çekiliyor. Bana genel olarak gergin bir izlenim veren Şebnem kamera karşısında bir o kadar da rahat. “Öğrenciliği özlüyor musunuz?” diyorum, “Hayır kim özler öğrenciliği? Öğrencilik kölelik bence. Çocukları 6-7 saat okulda tutmanın haksız bir şey olduğunu düşünüyorum. Benim ebeveynlik konusunda da düşüncem bu. Her gelen ruhun özgür, kendine ait bir dünyası olduğuna inanırım. Çocuklar hiç bir zamana anneye ya da babaya ait değiller”. Harika bir ebeveyn modeli anlatıyor. Bildiğim kadarıyla çocuğu yok. Peki ileride ebeveyn olmayı istiyor mu? “Mutlaka çocuğum olmalı gibi bir fikrim yok. Şu andan itibaren olursa benim için de sürpriz olur. Ama mesela evlat edinmek istiyorum.”
Sıra Taner Ölmez’e geliyor. Taner; İstanbul’da sokakta oynayan çocuklar jenerasyonun en son temsilcisi. 23 Nisan’larda şiir okuyan, şarkı söyleyen bir çocuk olduğu doğal olarak tiyatroya yöneliyor. The O.C’deki Seth’in bambaşka ama yine de benzer yorumuyla epey seviliyor. Taner kendi karakteri için “Sevilecek bir karakter. Tempoyu yükseltiyor. Seth ve Mert’in kumaşı anı olsa da farklı insanlar. Çıkış noktaları benziyor ama o Seth bu Mert,” diyor.
Çekimler son hızla devam ederken bulduğum boş bir odaya Defne’yi sokuyorum. Ayaklarını altına toplayıp masanın üstüne oturan karşımdaki bu kadın Türk televizyonunun yüz akı sayılacak pek çok projede senaristlik ve yapımcılık yapmış.
Bu birbiriyle çok iyi anlaşır gibi görünen ekibin gençleriyle diğerleri arasında bir kuşak farkı da var. Bu durumun farkındalar mı diye sormak istiyorum ve bu soruyu rahatlıkla sorabileceğim tek olgun insan Defne “Bana hiç kuşak farkımız varmış gibi gelmiyor. Bazen kendimi Hazar’a ‘Adam bizim yaşımızda’ derken buluyorum. Kaldı ki bizim Hazar’la aramızda 17-18 yaş var,” deyip gülüyor.
Koridordaki gizli bölmelerin birinde Çağatay’ı otururken görüp usulca yanına sıvışıyorum. Karşı karşıya oturduğumuzda ise gözleri o kadar hüzünlü bakıyor ki… Sanki başka büyük bir adamın gözlerini alıp bu 24 yaşındaki gence takmışlar gibi. Ürkek, çekingen ve çok temkinli. Neredeyse her soruya kaçamak cevap veriyor, her birini en az beş dakika düşünüyor. Derin ve tok bir ses ve kısa cevaplarla hiç hoşlanmadığını anladığım röportaj faslını geçiriyor. O da lisede hiperaktif olanlardanmış. Son bir kaç yıldır enerjisini daha çok spora yönlendiriyormuş. Zaten çekime de direk spor salonunda geldi. Üniversitede Sulama Sistemi Tasarımı okuyor. “O ne ki?” diyorum. “Çim alanlar, golf sahası ve futbol sahalarının nasıl sulanacağı üstüne. Eğlenceli aslında. Pek sık gidemesem de bu okulu bitirmek istiyorum. Kazandığım bölünden bir diplomam olsun”. Olsun tabii ama 24 yaşındaki Çağatay Ulusoy’u kafasında bir şapkayla golf sahasının nasıl sulanacağını hesaplarken hayal etmekte biraz zorlanıyorum.
Çekim yaptığımız üniversitenin öğrencileri MedCezir ekibinin orada olduğunu öğrenince kapılara dayanmaya başlıyorlar. Barış Falay’ı hayranlarıyla fotoğraf çektirirken buluyorum. Üniversiteden mezun olduğu günden bu yana, 25 yıldır hala her sene büyük bir ısrarla sahneye çıkıyormuş “Tiyatro artık biraz demode kalmadı mı?” diyorum. “Ben demode cümlesine çok üzülürüm şimdi,” diyerek devam ediyor “Son iki yıldır İzmit Şehir tiyatrosunda Guguk Kuşu’nu oynuyorum. Kendi oyunuma üç hafta sonrasına bilet bulamıyorum.”
Barış o ana kadar konuştuğum herkesten biraz daha farklı. Daha klasik bir adam. Mesela ‘bilginin önemine inanırım’ diyor. Bunları söylerken de gözlerinizi kapatırsanız karşınızda Hamlet’in oturduğunu sanabilirsiniz.
Gün artık batmaya başlarken Serenay da sonunda geliyor. Yüzü olduğu Mavi Jeans’in bir tanıtımı varmış ve oradan korkunç bir trafikte yetişebilmiş. Farklı bir ses tonu ve konuşma tarzı var. Sanki annesinden kırdığı vazo için özür diler gibi konuşuyor.
Ve o kadar güzel ki. Çelik gibi, üzerindeki ışığı etrafa saçıyor.
Kendisinin güzel olduğunu 15 yaşında uluslarası bir yarışmada ödül alınca anlamış. Hemen arkasından da Miss Turkey seçiliyor zaten. Hep bir Miss Turkey’le tanışınca sormak istediğim soruyu yöneltiyorum. “Mesela bir kız var. Cuma günü çıktığı okula Pazartesi Miss Turkey olarak dönüyor. Bu okulda neyi değiştiriyor?”. Çok akıllı bir cevap veriyor: “Bir kere kendinle ilgili çok şeyi fark etmene yardımcı oluyor. Tabii ki büyük bir motivasyon, özgüven ama insanı sadece mutlu ediyor. Bu büyük bir sınav ya da ispat da değil. Her genç kızın rüyası, şansını deniyorsun ve birden hayatın Külkedisi misali değişiyor.”
Çekimin son kareleri Marmara Üniversitesi’nin kütüphanesinde tamamlanıyor. O sırada gün batmak üzere ve beşi de birbirinden tatlı, akıllı ve güzel genç o batan İstanbul güneşinin altında bir arada poz veriyor. Çok güzel bir kare.
Tıpkı gençlik gibi.
Genç olmak güzel şey. Hele bir de bunlar gibi yaptığınız işte daha o yaşta başarıdan kopan gençlerseniz her şey daha da güzel.
Biz ayrılırken dizinin son bölümünün reyting raporu, yeni bölümün senaryolarıyla birlikte geliyor. Son bölüm yüzde 33 share alarak gün birincisi olmuş.
Gençler merak içinde birbirleriyle bağrışıp, çağrışıp, yeni bölümü heyecanla okurken setten ayrılıyorum.
Kafamda hala cevabını alamadığım o soru dolaşıp duruyor. Sahi ben bu okulda kiminle öpüşmüştüm?
Saç: İbrahim Zengin, Nuri Şekerci
Makyaj: Ali Rıza Özdemir @Loreal Paris
Manikür: Fatoş Şahbudak (M.A.C. ürünleriyle)
Moda asistanları: Nur Akmandil, Aydan Sıvacı, İnan Kırdemir, Melisa Matlum.