Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Koşun, Heidi başladı!

Büyükbaba, Peter, Bayan Rottenmayer televizyonun siyah beyaz günlerinde kırmızı yanaklı Heidi’yle birlikte girdiler hayatımıza. Bir çoğumuz için okuma kültüründen izleme kültürüne geçiş köprüsü oldu bu animasyon.

İlk olarak Balıkesir'de karşıma çıktı. Kıvırcık, kırmızı yanaklı bir kızdı... İlkokul üçte, doğum günü dolayısıyla hediye edilen bir kitabın kapağındaydı... Sonra ilişkimiz gelişti. Alpler'deki ilk gecesinde, yattığı yerden gökyüzünü seyredip yıldızları sayarken, bundan sonraki hayatımda hep ilk geceler ve tavan arasındaki ilişkilerde onu hatırladım uzun süre. Mesela yatılı okuldaki ilk gece… Ranzanın üstündeydim ve tavana çok yakındım. Yıldızlar falan da yoktu. Bir türlü sönmeyen bir lamba ve koğuşu dolduran onca insanın nefes alıp verişleri...

İlişkimizin ikinci ayağında bu kez, yeni bir eğlence biçiminin içinden gelip karıştı hayatıma, hayatlarımıza... Saat altı civarında (yazı diliyle 18:00) boy gösterir, kırlarda bayırda fütursuzca koşuşturup durur, Peter'i kızdırır, Büyükbaba'nın o semsert yüz ifadelerini hemencecik yumuşatırdı. Frankfurt'a inip ‘Bayan Rottenmayer'le tanışması da bir başka bir unutulmaz hatıraydı. Bundan böyle suratsız, sert ve buyurgan kadınların adı belliydi; ‘Bayan Rottenmayer...’ Gerçi ekrandaki kızla benim, Zuhal Yayınları sayesinde tanıştığım kız biraz farklıydı ama olsun...

Bursa'daki dört katlı apartmanımız televizyonla, birinci kattaki Muhittin amcalar sayesinde tanışmıştı. Peder beyin de patronu olan Muhittin amca, mahallenin sayılı 'Vizontele'lerinden biriydi. Babama da "Boşuna 5 bin lira verip televizyon almayın, bizde seyredersiniz," demişti ve bu, gayet ekonomik öneri sayesinde geceler artık bizim için zevkli deplasmanlara dönüşmüştü. Zaten sonrasında önce ikinci kattaki ev sahipleri, nihayetinde de zemindeki Fikriye ablalar televizyon sahibi olmuştu. Biz, yani ben ve kızkardeşim artık onur konuğuyduk. O gece kime gidersek, diğerleri darılırdı…

Zemin kattaki Fikriye ablanın küçük kızı Nilgün ise, o çocuk zekasıyla kendi yalnızlığını yok etmek için iyi bir formül bulmuştu. Apartman boşluğundan bize seslenir; "Uğur abi, Mine abla; gelin,Heidi başladı," derdi. Nilgün'ün çağrısı genelde saat sekiz civarında olurdu. Yani, Heidi'nin yerinde yeller estiği zamanlarda. "Yine bizi işletiyor," derdik. Annem, işin sırrı çözmüştü ve her seferinde "Gidin canım, belli, kızın canı sıkılmış," derdi. Apar topar görev bilinciyle aşağıyla indiğimizde, bizi kapıda karşılayan Nilgün, hemen açıklamasını yapardı: "Valla siz girdiniz, Heidi bitti:"

İki-üç ay öncesiydi... İzin günümde, evde debelenip dururken telefonum çaldı. Saat 18.00 civarıydı ve kardeşim Bursa'dan arıyordu: "Abi, Heidi başladı.”

Bu yazıyı 22 Kasım 2003’te Radikal’in Cumartesi ekinde kaleme almıştım. Umuyorum ve sanıyorum ki bizlere bambaşka bir ‘kanal’ açacak olan Ekranella’nın bu ilk adımında, okuma kültürümle seyretme kültürüm arasında çok önemli bir köprü vazifesi olduğuna inandığım Heidi’yi anan bir yazıyla yer almak benim için ayrı bir onur, ayrı bir kıvanç... Bu sanal görünen ama aslında çok ‘derin’ sularda, ‘siyah-beyaz’lı o eşsiz günlerinden kalan hatıralarımla yüzeyde kalmaya çalışacağım. Umarım tipik bir ortayaşlı refleksiyle başınızı ağrıtmam. Ama benim kuşağım için televizyon bambaşka bir keşifti. Belki abartıyor olabilirim ama ‘Aya gitmek’le eşdeğerdi neredeyse. O yüzden, geçmişe uzanmak benim için hem bir zevk, hem de o bir daha geri gelmeyecek olan ‘Karanlık’ çağlara karşı ödenmesi gereken bir borç adeta… Görüşmek üzere…

ETİKETLER : heidi , uğur vardan
YORUMLAR




DİĞER HABERLER