Yeni sezon tanıtımını gördüğüm diziler arasında en çok ilgimi çeken Menajerimi Ara oldu 2020 yeni sezonunda. Ay Yapım'ın kendine has tarzı zaten ilk andan hissediliyor, oyuncular çok iyi olmuş, temposu da yüksek görünüyor, e o zaman izleyelim.
Dizi, Netflix'te yayınlanan Dix pour Cent (Call My Agent) adlı dizinin uyarlamasıymış. Tabii cinsellik, ilişkiler, çıplaklık ve benzeri konularda Netflix ve Fransa standartlarının Türk televizyonlarına uyarlanmasını beklemek biraz zor olur, yine de bence kaliteli olmuş ilk iki bölümde gördüklerim. Benim için en güzel kısmı, ünlü oyuncuların konuk olarak uğrayacak olmaları, çok eğlenceli bir fikir. İlk bölümde oyuncu alınganlığı ile kalbi kırılan Alican Yücesoy'u, Bond Kızı olmak için tırmalayan Tuba Büyüküstün'ü ve fotoğraf sanatçısı olarak Muhsin Akgün'ü izledik, ikinci bölümde ise Nükhet Duru ve Nebahat Çehre'yi gördük, hem de birbirleriyle kavgalı halde. Ve ikisini birden filminde oynatmaya karar veren, dizinin yönetmeni Ali Bilgin'i izledik. Bayağı hoşuma gidiyor bu durum.
Dizinin başrolü Dicle (Ahsen Eroğlu), ufak tefek ama cevval bir kız. Akıllı da bir şey. Dicle'yi oynayan oyuncuyu ben beğendim, yüzündeki bakışı bile değişmeden 35 rol oynayıp çoookk büyük oyuncu hohooo diye bahsedilen ablalarının yanında, hayli yetenekli. Yanında da atarlı ergen kategorisinden Barış (Deniz Can Aktaş) var. Onu oynayan oyuncu da pek tatlı, ilk defa izliyorum kendisini ama beğendim. Fakat Barış karakterine hafiften uyuz olabilitem var, zira bir bananecilik, bir emaan ben bunları istememcilik modu var üstünde. Senin yerinde olmak isteyen milyonlar var, insan bir şükreder evladım! Ünlü olmayı kaldırabilecek olgunlukta olmadığını düşünmüştüm geçen hafta, bu hafta kendini oyuncu olarak kanıtlayabilmek için bölüm boyunca 37 kez “Ben oyuncuyum,” dedi. Neyse ki Dicle mantıklı bir kız da bunu yola getirecek gibi. Feris ilk andan "sen onunla takılamazsın, oyuncularla görüşmeni yasaklıyorum" dedi, sonra gece yarısı kızı Barış'ın yanına gönderdi, sürekli de git Barış'ı oradan çıkar, git Barış'ı topla gel diye göndermeye devam edecek gibi. Peki. Barış da iyi çocuk da, çevresi kötü. Abisi bir dert, arkadaşları ayrı. Sıyrıl oradan bebeğim, kendine yeni çevre yap. Bunlar seni aşağı çeker.
Kıraç Özdal gerçekten de bir köpek balığı. Bencil, kuralsız ve hırslı. Kısa paça pantolonlarla dolaşıyorsun, renkli çerçeveli güneş gözlüğü de tak tam olsun, pis herif. Tam duygulanacakmış gibi olduğu anlarda (seyirci olarak biz bunlara alışkınız çünkü) dönüp hiç alakasız ve tamamen duygusuz bir şey söylüyor, koparıyor beni. Barış Falay'ı izlemeyi özlemişim, çok güzel oldu yeniden görmek. Kıraç karakterini Barış Falay için sevesim geliyor, sonra bir pislik yapıyor, yine uyuz oluyorum. Bu bölüm sanki özellikle Dicle'yi terörize ediyor gibi geldi. Sırrı açığa çıkacak diye ödü kopuyor tabii, kız gitsin istiyor. Pissss!
Feris ne değişik isim, değil mi? Acaba Rum ismi mi diye araştırdım ama Farsça'ymış kökeni. Feris Dikmen işkolik, hayli hırslı ve gergin bir hanım. Ama Kıraç gibi köpek balığı değil, en azından sinemaya bir sanat olarak ilgisi var. Gelen irili ufaklı her senaryoyu okuması da bundan. Biraz fazla kaptırmış kendini işe, o kadar. Canan Ergüdercim, ay lav yu. Kıraç'ın kendini patron yerine koymasına ve tüccar mantığına hareket çekerek gitmesine bayıldım, yalan yok. Fakat herkese o kadar ayar çeken, davranış belleten Feris'in, Nebahat Çehre’ye “Oyuncu kaprisin bi bitmedi,” demesi nedir, ahahaha aşkım sen menajersin ya?
İsimler demişken, bu kadar modern bir ortamda isimler fazla Anadolu kokmuyor mu? Dicle, Kıraç, Çınar, Emrah... Cem Yılmaz'ın Anadolu Rock şarkısı gibi; 'Ana baba bacı kardaş... Irmak ırmak efil efil...' öyle bir tat yok mu sizce de? Dicle deyince mesela benim beynimde otomatik olarak ağa konağında simsiyah göz makyajlı, büyü muska yapan kapı gibi bir kadın beliriyor. Bu minnak kızıla ne bileyim Ecem olur, Beliz olur, öyle küçük şirin isimler giderdi. Keza, kadronun büyük ihtimalle gay olan tek karakteri de Emrah (semi Sırtıkkızıl). Onun adı Barış, Barış'ın adı da Emrah olsa daha uygun olurdu mesela. Ayrıca Emrah'ı da pek sevdim karakter olarak, idare kabiliyeti yüksek, gerektiğinde gaz verip gerektiğinde yumuşatıyor. İyi arkadaş olabilitesi tavan seviyede.
Ajansın diğer menajerleri Çınar (Fatih Artman) ve Peride (Ayşenil Şamlıoğlu) daha idealist, daha duygusal karakterler. Çınar'ın ilk bölümdeki bir baltaya sap olamadım mealli depresyonu üzücüydü ama neyse ki Tuba’sıyla barıştı. Bu bölümde de Nünü'yle pek güzel, pek minnoştular. Ay, Nükhet 'Nünü' Duru ve Nebahat Çehre gibi iki harika kadını izlemek çok güzeldi. Güya aralarında Nadir yüzünden bir husumet olan bu ikili, yorgan gitti kavga bitti tadında, Nadir'in cenaze töreninde enfes Beni Benimle Bırak şarkısına spontane düet yaparak sarmaş dolaş oldular. Mikrofon başı atışmaları çok eğlenceliydi, herkesle birlikte beni de güldürdü. İkisinin sinerjisini gören yönetmen Ali Bilgin, sanat festivaline göndereceği filminin hikayesini iki kadın olarak değiştirecek mi acaba?
Geçen bölümde Tuba Büyüküstün ile uzunca işlenen Bond Kızı olma konusuna da değinelim. Daha doğrusu, ikinci bölümde de Feris'in çocuk yapma durumu konuşuldu, ben burada bir pattern görüyorum; kadınların üzerindeki modern toplum baskısının çeşitli aletlerine değine değine gidebilirler mi acaba? Geçen bölümde, kadın oyuncuların (sadece oyuncuların da değil, bütün kadınların aslında) üzerindeki hep genç ve güzel, hep ateşli olmaları, olmazlarsa yerlerinin hemen daha genç, daha güzel ve daha ateşli başka kadınlarla doldurulması baskısına değinilmesi güzel. Zaten Netflix, politik doğruculuğun yıkılmaz kalesi modunda, olsun da. Fakat, bir tarafı yüceltirken bir diğer tarafı şeytanlaştırmamak gerektiğini düşünüyorum. Bölüm boyunca Tuba’nın yaşı nedeniyle genç ve seksi bir role kabul edilmemesini ve daha sonra, yüzüne rötuşlar yaptırması durumunda rolü alabileceğini tartıştılar. Elbette ki bu hiç hoş bir şey değil. Fakat, Hollywood'da aktör ve aktrisler bir film için ne transformasyonlardan geçiyorlar; 40 kilo vereni, 30 kilo alanı, üç gün su içmeyeni... Neler neler. Dolayısıyla, bu yapılıyor mu? Yapılıyor. Zaten altı ay - bir yıl içinde etkisi geçecek olan dolgu ve botoksu bu kadar abartmak neden? Ben de fazla estetik operasyonlar sonucu hepsi birbirine benzeyen, dahası hepsi plastiğe benzeyen kadınları eleştiriyorum; ama kimse yüzüne tek seferde 10 enjektör dolgu yaptırmadıkça dışarıdan anlaşılacak bir fark yaratmayacaktır. Çizgilerini sevebilirsin, ama bir başkası da kendi çizgilerini sevmeyebilir, bu yüzden estetiği şeytanlaştırmamak lazım diye düşünüyorum. Bu şunun gibi aslında; balık etli, ya da kilolu olmayı överken, zayıfları aşağılamak, hasta muamelesi yapmak gibi. Neyse, bu bölümde de Feris'in üzerinden, biyolojik saat baskısına değindik. Niye her şey biz kadınlara dert, ha? Bak Çınar da çocuk istiyor ama onun internetten evlenmelik kadın aradığını görmedik Feris gibi.
Beren ve Barış sevgili gibi görünsün diye sahneler servis edileceğini az çok tahmin etmiştik. O arada Beren (Yaprak Medine) birazcık kendini açınca Barış hemen karşılık verdi, mizansen gerçeğe dönüştü. Barış-Beren demişken, fanların çılgınlıklarına değinmeleri çok güzel olmuş. Zira ben de sosyal medyada kendini kaybedip oyuncuların özel hayatları hakkında ahkam kesmeyi, ondan ayrıl bununla ol demeyi kendinde hak gören, kendi isteğiyle zamanını bir diziyi izlemeye harcadı diye oyuncuların bütün hayatları üzerinde tahakküm kurabileceğini sanan fanlara uyuzum. Kendi hayatınızı yaşayın, başkalarınınkini bırakın gençler.
Ve, ve, ve... bölümde en sevdiğim sahnelerden biri: HAYIR DİYEBİLEN BİR ESAS KIZ!
Genelde o kanatsız melek esas kızlarımız kimseye hayır diyemezler, her şeye tamam der sonra kendilerini içten içten yer, saçlarını dökerler. Fakat, kendisiyle zorla dertleşmeye çalışan Beren'i "Ben sizin dert ortağınız olmak istemiyorum" diye kibarca reddeden Dicle'yi takdir ettim. Aynen devam kız!
Dizi, yaldızlı beyaz ekranın arkasındaki koşturmayı ve stresi ne kadar gerçekçi yansıtıyor bilemiyorum ama bana yetti stresi. Fakat diziyi eğlenceli buldum; replikler, espriler kaliteli ve belirli bir seviyede. Tabii ki bir bölümü, Menajerimi Ara'nın bir bölümünün yarısından kısa olan orjinal dizinin hikayesi bir yere kadar yetecektir, ondan sonra ne kadar sündürülür senaryo, göreceğiz.
Şimdi şirketin yüzde 60 hissesinin sahibi olan Nadir bey'in Hakk'ın rahmetine kavuşmasına ve böylece herkesi dertlere salmasına tanık olduk. Ajansın geleceğinin ne olacağı önümüzdeki bölümlerde öne çıkan konu olur herhalde. İzleyip göreceğiz.
MERVE DENİZ