Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Haklılık Sineması

Türkiye sinemasında bir tür, bir genre var ki, bilmem uzun uzuun yıllarını baskıcı, otoriter rejimler altında geçiren, geçirmekte olan bazı diğer ülke sinemalarında da var mıdır?’ ‘Haklılık Sineması’ diyelim, ya da Haklı Olma Sineması.Bu sinema, çoğu kere vicdan mefhumu ile vicdan rahatlatma ihtiyacı çevresinde döner durur ve ikisi de olmaz.

Genç, eğitimli bir kadının cinsel hayatını kesintisiz bir huzursuzluk hissi ile yaşaması meselesine eğilmekten daha haklı bir fikir olabilir mi? Olamaz. Öte yandan, genç yaşta evlendirilmiş bir çocuk-kadının her gece her gece yaşadığı acının sonucu yaşadığı cinneti anlatmaktan daha haklı bir şey olabilir mi? Olamaz.

Gelgelelim, Tereddütde olduğu gibi naif ve (sonuçta) kolaycı bir haklılık fikri, bu iki acının iki oyuncak tren gibi uslu uslu yanyana ilerleyebileceklerini ve hikayenin bu düz parallelikten nemalanarak iki acıyı da anlatabileceğini, açıklayabileceğini hatta onlara arka çıkabileceğini umar.

Ama hikaye daha karışık bir şeydir ve iyi bir hikaye sadece paralellikle ilerlemez.

Ayrıca karakter de karışık bir şeydir. Üzerine astığınız bir iki aksesuarla özetlenemez. Taşrada görev yapmakta olan şehirli, genç bir psikolog kadın, giydikleri, yedikleri-içtikleri, kötü cinsel partner/ iyi cinsel partner dikotomisi, ilk sahnelerde bölük pörçük bir iki hasta görüşmesi, dalgalarla ilgili bir iki rüyayla derdest edilebilir mi? Aynı şekilde, taşrada yaşayan bir çocuk gelin, kötü kaynana, anlayışsız koca, başörtüsü ile özetlenebilir mi? (Erkek karakterlere bakınca, narsisist seks partneri porno seyreder, duygulu seks partneri annesinin fotoğrafına sadıktır gibi mücevherler de bulmak mümkün.)

Bu hayatlarda gizli olan saçma anlarını, hayatın absürd mizahını falan bir yana bırakıyorum. Haklılık Sineması her hayatta elbette var olan ve anlatmaya yeltenilen hayatları karmaşık, hayat-gibi yapan böyle fuzulimeselelerle ilgilenmemize zinhar izin vermez: Kendine gel, burada çok çok önemli şeylerden bahsediyoruz!

Öte yandan, psikolog genç kadının durduğu yer, filmin kendisinin de durduğu yere yakın bir yerdir: Anlayışlılık. Haklılık Sineması, anlayışlılık fikrinin arkasında gizlenebilecek olan kendi haklılığına aşırı inanç, farkında olmadan tepeden bakma, hatta kimi zaman bize kibir gibi gelebilecek bir şeyle pek ilgilenmez. Ruh ve şefaatle dopdoludur.

Dolayısıyla, ilgilenmeye talip olduğu, ilgilenmek amacıyla üzerine eğildiğiküçük vahşi kız, tamamen bir meçhuldür. O anlayışa muhtaç olandır ve filmin fikriyatında ruhla donatılmamıştır. Onun da kabusları vardır ama bunların farkında bile değildir. Onun kabuslarının kazılıp çıkarılması’ gerekir. Psikolog genç kadının dalga rüyaları ile iyi kötükurduğu ilişki, bir karakter olarak küçük kızın dağarcığında öyle doğrudan doğruya yer alamaz. Bu yüzden ikisi de hırpalanan bu iki hayatın aslında hiçbir gerçek kesişme yaşamadıklarını anlatan sahne belki de bu filmin en çok özenilmiş ‘kesişme sahnesi, ikisinin muayenehanede karşı karşıya geldikleri sahne oluyor.

Genç psikologun küçük bir kedi, yaralı bir ruh, hasta bir bebek ile konuşmak için benimsediği çok pes perdeden, çok yumuşak, çok anlayışlı’ ses sinirlerimizi yavaş yavaş törpülerken nihayet adeta karaktere de filme de şöyle seslenmek istiyoruz: Ne hakkın var bu kızla bu sesle konuşmaya? O kızın ne kadar üzerinde ve nerede durduğunu sanıyorsun?

Mizah demişken; psikologun küçük kıza hayatında insanları temsil etmek üzere seçtirdiği objeler arasında kendi kendini temsilen seçtiği küre biçiminde kalın ve ağır bir saat var. Filmin amaçladığını sanmadığım bir kara mizah nesnesi olan bu küre, ağır ve öldürücü bir nesne. Bu sahne zarfında küçük kızın, ansızın, bir anlayışlılık abidesi olan ablaya bu küreyle saldıracağı hissine kapılmadım değil. Sahnenin yoğunluğu oraya doğru tırmanmaktaydı ve küçük kızın göğüslemek zorunda olduğu korkunç şeylerin tepesine tüy diken de bu üst perdeden anlayışlılıktan başka bir şey değildi. Küçük kız Exorcist filmindeki Linda Blaire dönüşmüyorsa bu sadece Haklılık Sineması’nın çarşaf gibi denizinde yol almakta olduğumuz içindi.  

Yeşim Ustaoğlu, arasıra belli bir ironiye aşina olduğunu düşündüren filmler de yapmamış değildir. Tereddüt kadar çifte kanallı olmayan Araf’ın sonu, karakterlerin bizim beklediğimizden farklı kararlara varabileceklerini ve bunun da onların kendileri olmalarıyla igili olduğunu hissettirir. Pandoranın Kutusunun başında memleketlerine zorunlu bir seyahat yapan aile fertleri çok tanıdık biçimde berbattırlar. Tereddütte bunlardan eser yok. Aslında bu filmde olmayan şey tereddüdün ta kendisi.

Filmin sonundan ikinci bir film çıkar aslında, hatta bu film daha da iyi olabilir. Gözyaşları içinde kullandığı arabasıyla kaza yapan psikolog genç kadının küçük kızın rüyasındaki kulübeye sığınmak zorunda kaldığı ve küçük kızla asıl orada yüzleştiği bir filmi sinemamızdan hasretle bekliyorum ama pek de umutlu değilim. Başkalarının kabuslarını kendi haklılığımız noktasından değil, hakkaniyetli biçimde didiklemeye pek merakımız yok gibi.      

YORUMLAR




DİĞER HABERLER