Yalan Dünya’nın yaz tekrarlarını izlerken bininci kere fark ettim ki Füsun Demirel hepimize bahşedilmiş bir lütuf aslında. Kendisini yattığımız yerden izleyebildiğimiz bir dünyada yaşamak, arada durup şükretmemiz gereken bir lüks.
Yıllara yayılmış şahane oyunculuğunu, iki üç tane aklımın erdiği, yaşımın yettiği dizisine bakıp da takdir etmek gibi bir densizlik yapacak değilim elbette. Ama yine de, Yalan Dünya’da Açılay tarafından Cihangir dolaylarında bir beden davranış dersine götürüldüğünde, ikinci derse gelip de “Dün ayaklarım çok şişmiş, terliklerimi getirdim,” deyişine ve o terlikleri giyişindeki anormal doğallığa hayran olmayacak kadar da delirmedim. En ufak sahnesini bile tekrar tekrar başa alıp, her seferinde bir kere daha hayran olma garantisidir o benim için.
Şaşıfelek Çıkmazı’nda, genç ve kendisiyle parası için evlendiği tüm Şaşıfelek’çe malum kocası Murat’ı çok seven, Murat tarafından her seferinde kandırılmış görünen ama aslında Murat’ı kendinden iyi tanıyan Saadet’i öyle bir oynamıştır ki mesela, cümle aşk acılarının derdi onda bulunacak sanırsınız. Aşık oldukları için düştükleri haller yüzünden Saadet ve Aysel’e kızgınlığından evden bir hışımla çıkıp giden İnci’nin arkasından öyle bir “Sana bişeycikler demem, aşık olasın, sürüm sürüm sürünesin,” diye bir bağırışı vardır sonra, bir tencere makarnayla ziyaretine gidip, bütün dertlerinizi dindirebileceğine inandırır sizi.
Bayıldığınız bir kitaptan yapılan dizi/filmlerin çoğu hayal kırıklığı garantiliyken, Atilla Atalay’ın şahane Sıdıka’sında öyle bir Safiye oynar ki, tüm satırların zaten en baştan onun için yazıldığına emin olursunuz. Diyet esnasında okuduğu Montignac kitabında, kitap ayracı olarak bir dilim pastırma kullanırken o kadar gerçek ötesidir ki örneğin, bunun daha önce neden sizin aklınıza gelmediğini merak edersiniz. ‘Okşan Safiye Temizkök’ olan adından, kocası Zekeriya Saka’nın dayakları sonucu ‘kötü kadın ismine benzediği için’ Okşan’ı attığını bir kere söyler mesela dizi boyunca belki, ama suratına her baktığında bunu görürsünüz, çünkü Füsun Demirel olmak bunu gerektirir. Mucizeyi yaratmak, ve dünyanın kalanını bunun elbette tek gerçek olduğuna inandırmak.
En sevdiğimiz, en güldüğümüz insanları izlerken bile kafadan geçebilir “Bu da ne para kazandı be”, “Şu reklamda da ne biçim aslında”, “Bunlar ayrılmamış mıydı?” diye. Füsun Demirel’de bu asla olmaz. “Kadın Dario Fo çeviriyo ulan?” gibi bir cümle aklımıza düşmez mesela. Düşse olur halbuki, ama düşmez çünkü kimi oynuyorsa odur Füsun Demirel. En alasından, en ağırından, en acayibinden. Bir gün kendisiyle karşılaşırsam boynuna sarılıp ağlamayı planlamam da o yüzdendir, onu kim bilir kim sanmamdandır, şimdiden özür dilerim.