Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Erkek-egemenleştiremediklerimizden misiniz?

Yaz ekranına ne kadar hakimsiniz? Şu anda sekizi yeni başlamış dokuz yaz dizisinin (Yaz bitmeden bu sayıya iki daha eklenecek) hepsini takip etmek zor. Hava bu kadar sıcakken üç saat ekran başında kalmak zor bir kere. Daha zoru, kötü aşk hikayesi zehirlenmesine uğrama tehlikesi. En zoruysa hedef kitlesi lise çağındaki kızlar olan dizilerdeki erkek egemenliğin tavan yaptığı, kadını aşağıladığı ve bu aşağılamayı  yücelttiği korkunçluğa tahammül etmek belki de.

Ataerkil bir toplumda yaşadığımız ve modern dünyadaki toplumsal cinsiyet normlarının giderek dengelenmesine karşın bizim her geçen gün daha kötüsünü yaşadığımız bir gerçek. Halen “Dişi köpek kuyruk sallamasa erkek köpek arkasından dolanmaz” sözünü kabul eden milyonlarca insanla bir arada yaşıyoruz. Türkiye’de 2016 yılında 278, 2017 yılındaysa şimdiye kadar 87 kadın şiddet eylemleriyle öldürüldü (*). Kadın, kadın olduğu için öldürülüyor, dayak yiyor, aşağılanıyor, mobbing yaşıyor, tecavüze uğruyor. Erkek egemen sistemin bir sonucu olan bu duruma da televizyon çanak tutuyor.

Yazıda bahsi geçen hiçbir diziyi “kadına şiddeti özendirmek”le suçlamak niyetim yok elbette. Ancak şöyle bir bakın ekranınıza. Hangi aşk hikayesinin dominant karakteri kadın? Hangi dizide çalışan, başarılı kadın gerçekten onurlandırılıyor? Genç kızların izlemesi hedefiyle üretilen hangi dizi daha karakterleri tam olarak oluşmamış (ve tam bu oluşma döneminde ne yazık ki televizyon başından kalkmayan) bu insanlara örnek alınabilecek bir kadın sunuyor? 2017 Türkiyesi’nde “eğitim” görevini televizyonun üstlenmesini beklemek abes bir durum kabul. Ama izleyeni var olan kötü dünyaya özendirmek de gerekmiyor illa.

İki Yalancı’yı gördünüz mü mesela? Keremcem’in korkunç oyunculuğunu, ilk buluşmada anfi tiyatroda zeybek oynama gibi gariplikleri bir tarafa bırakıp dizinin kurduğu dünyaya bakalım. Esas kızın ve esas oğlanın en yakınları bu dünyanın amacını sürekli tekrar ediyorlar. Bir erkek için bu amaç “yatmalık zengin ve güzel kız bulmak” olarak anlatılıyor, yani bir kadından faydalanıp onu kısa sürede bırakmak. Kadının amacıysa “evlenmelik zengin erkek bulmak.” Bir erkeğe ait olmak yani. Yalan üzerine dünya kurma saçmalığını geçiyorum, çünkü ahlak timsali ana karakterlerimiz bundan rahatsızlıklarını sürekli belirtiyorlar zaten. (Olur da dizi yayından kalkmazsa sonunda sırlar ortaya çıkacak ama gerçek aşk her şeyi unutturup mutlu sona yol açacak gerçi. Bu arada sürekli yalanı savunan kankalar da sonunda mutlu olacak ve yalanın doğru yol olduğunu kendilerine kanıtlamış olacaklar.) Karşındakini yalanla manipüle edip ele geçirme eyleminde (yani ciddi zeka gerektiren, aptalların yapamayacağı bir eylemde) dahi kadının amacı bir erkeğe ait olmak olarak gösteriliyor. Buradan çıkarak gençlerin aşk hikayelerini anlatan bütün dizilere “Daha ilişkileri başlayalı bir yıl olmamış şu insanlara evlilik yazmayın,” diye seslenmek gerekiyor. Kadın karakter eğitim hayatında ne kadar başarılı olursa olsun, önünde ne kadar başarılı bir kariyer durursa dursun evlenmek zorundaymış gibi hissettiriliyor. (Bu konuda en büyük hayal kırıklıklarımdan biri Bodrum Masalı’ndaki Aslı oldu. Kimseye pabuç bırakmadan, kendi ayaklarının üzerinde başarılı olacak kızdı. Ah Ateş ah, neyse...)

Dolunay... Sevgili Dolunay, Kiralık Aşk çakması denilerek eleştirilen Dolunay... (Romantik komedilerin hepsi birbirinin kopyasıyken bir tanesini “şunun çakması” diyerek eleştirmek bana mantıksız geliyor, belirtmeden geçemedim) Yakışıklı, kaslı, işinde başarılı bir erkeğin işinde başarılı, çalışkan kadınları ezmesi, daha sonra özür dileyerek onları etkilemesi ve bunun sürekli tekrarlanmasını kendine yol bellemiş Dolunay... Ferit o kadar kaba bir insan ki tarifi yok. Çakma bir Obsesif Kompülsif Bozukluk  hastası (gerçekten OKB hastası olan biri sırf yemekleri güzel diye düzeninin bozulmasına tahammül edemez, zaten ileri düzey OKB hastası da başkasının yaptığı yemeğe şüpheyle yaklaşır) olduğu için bütün kabalıklarının sempatik gösterilmeye çalışılması hatta yeğeniyle ilişkisiyle birlikte “aslında çok iyi bir insan” olarak lanse edilmesi bile bu kötülüğü aklayamıyor. Ferit hayatını en başta asistanı İkbal olmak üzere çevresindeki kadınlar üzerinde hakimiyet kurarak yaşıyor. Onun kadar takıntılı birini memnun edebilecek kadar başarılı olan bir kadının onunla çalışmaya tahammül etmesi de inanılmaz. İkbal gibi yetenekli birinin başka yerde iş bulamayacağını düşüncesi bile komik. Annesine sürekli sırtını dönüyor, onun isteklerinden, söylediklerinden kaçıyor Ferit. Onu bu yola getirmeye çalışan ablası da Ferit’in kabalıklarından nasibini alıyor. Tabii en çok evinde görevli Nazlı’ya kötü davranıyor Ferit. Azarlıyor, suçluyor, memnun olduğunda dahi memnuniyetsizlik belirtiyor, kadını sürekli “şunu yapacağınıza beni kovun” noktasına getiriyor. Bu arada Nazlı ne kadar sinir olursa olsun giderek daha da etkileniyor Ferit’ten. O etkilenme yerini aşka bıraktığında da Ferit yontulmuş olmayacak, çünkü zaten başarılı bir iş adamı ve güzel bir kadını etkileyecek karizması da var, neden değişsin ki? Zıt kutupların bir araya geldiği her dizide kadınla erkeğin asla ortada buluşmadığının, kadının hep daha fazla taviz verdiğinin farkındayız değil mi?

Deli Gönül bir romantik komedi değil, biraz daha ağırbaşlı, yerel bir iş. Hatay’da başlayan, sonra da İstanbul’a taşınan (ama anlaşılan karakterlerin Hataylılığını hiç unutturmayacağı) bir hikaye bu. Yine de aynı sorun burada da kabak gibi ortada. Zengin ailesine rest çeken, ideali peşinde öğretmenlik yapmak için yolu Hatay’a düşen Fatmanur Öğretmen’in gittiği kasabada gördüğü ilk öğretmenle kısa süre içinde evlenmesi caiz mi ho- yok bu o değildi. Bu şeydi, daha ilk görüşünde göz koyduğu kadına bir kere dahi “Seni seviyorum” demeden önce yüzüğü uzatan sözde ‘Mahmut Hoca Versiyon 2017’nin bu kabalığına gönlünü kaptıran iyi eğitimli kadın öğretmen. Bir de bir kadın ve erkeğin asla yakın arkadaş olamayacağının, çiftleşme dürtüsünü asla baskılayamayan yaratıklar olduğumuzu gösteren Ahmet var. Yakın dönemde bir genç kız ve erkeğin dizi boyunca birbirleriyle ilişkiyi hiç düşünmeden yakın arkadaş olduğu kaç dizi hatırlıyorsunuz? (Tanrı Aslı’yla Kelebek’i korusun ve yüceltsin...)

Hadi Deli Gönül romantik komedi değil, hedef izleyici kitlesi de genç kızlar değil. Peki Ateşböceği’ni ne yapacağız? O sapına kadar genç işi de ne oluyor, durum farklı mı sanki? Gayet iyi bir taksi şoförü olduğu iddia edilen Aslı, yakışıklı patronun yanında çalışmaya başladıktan sonra her gün farklı bir biçimde saçmalayıp işi batırmıyor mu? Araç kullanmakta o kadar iyiyken, yeni karşılaştığı bir aracı çalıştırmayı becerememesi mesela saçmalık sayılmaz mı? Diğer tarafta Barış Bey de Aslı’dan bütün etkilenmesine rağmen kendini hiç bozmuyor, işini doğru düzgün yapmaya devam ediyor. Duygusal yönden zayıf canlılardı değil mi kadınlar, o yüzden birinden etkilenince iyi yaptıkları işi batırıp şirin oluyorlar? Evet bence de.

Rüya’nın ilk sahnesinin bir “rüya” olması ne kadar sıradışı değil mi? Peki o rüyaya yansıyan bir genç kızın hayalleri? Onlar sıra dışı değil, onlar her dizide aynı. İşinde başarılı, kariyerinin zirvesine çıkmış bir tasarımcı... Derken o başarılı genç kız bir anda zengin ve yakışıklı adamın sevgilisi oluyor. Onunla öpüşürken alkışlanıyor. İşi için değil. Bu dizilerdeki hiçbir kadına meslekte yükselmek, başarılı olmak asla yeterli, ideal görünmüyor, ille bir erkek olacak yanlarında. Herkes çift olmak zorunda çünkü seyirci aşk istiyor. Adı Efsane’ye de mesela, mücadeleyi anlatan senaryosunu tepe taklak edecek cesareti bu algı veriyor. Güya fakir olan, bir şekilde çalışıp ailesine yardım etmesi gereken gençler ille aşk da yaşamak zorunda. Çok iyi, çocuklara ödül olarak birer sevgili paketleyin oradan.

En kötüsüne gelelim mi? Daha önce Defne Akman’ın da üzerinde durduğu Kalp Atışında (**) öğretmen-öğrenci ilişkisinin özendirilmesi dışında da biraz sorun var sanki. Sorunun kaynağı yine aynı, esas erkek Ali Asaf karakteri.  Onu naif bir kahraman olarak lanse etmek gerçekten büyük başarı. Doktor Ali Asaf Denizoğlu öğretmenlik hayatını öğrencileriyle gereğinden yakın ilişkiler kurarak geçiren, bunun sonuçlarından (öğrencilerine yaşattığı sonuçlardan) ders almamış bir şekilde doktorluk hayatında da bu yakın ilişkileri sürdürmeye çalışan bir tacizci. Evet, hastanede karşılaştıkları andan itibaren Eylül’le girdiği her iletişim bir taciz örneği. Onunla konuşmak istemediğini söyleyen kadının dibinden inatla ayrılmamak, spor salonunda dahi rahat bırakmamak ve bunu kendinde hak görmek. Hak görme sebebi de Eylül’ün onu sevdiğini düşünüyor olması. Bunun bir tık ilerisi mahkemede “mini etek giymişti” diye savunma yapan tecavüz zanlısı. Bunun bir tık ilerisi ayrılmak isteyen eşini “Onun kanına girmişler benden ayırlmak istemiyor aslında,” diyerek döven, eve hapseden koca. Tacizin bir nedene bağlanıp meşrulaştırılması kadar aşağılık bir şey yok. Şu aşka özenen kızların ileride olgunlaştıklarında “Erkek dediğin höt diyecek, gerektiğinde çekip kolundan oturtacak” diye düşünmesi sürpriz olacak mı? Bir de hastanedeki her erkeğin Eylül’e aşık olma durumu var. Sen git notların dipteyken kendine bir ideal belirle, çalış tıp oku, genç yaşında çok iyi bir doktor ol, kahraman doktor ol ve bunun ödülü erkeklerin ilgisini çekmek olsun. Daha kolay sevgili/eş bulmak için işinizde iyi olun. Ne güzel örnekler veriyorsunuz gençlere öyle.


MEHMET DİNLER

 

(*)  http://www.anitsayac.com/

(**)  http://ekranella.com/haber/kalp-atisi-nda-bir-terslik-yok-mu-sizce

YORUMLAR




DİĞER HABERLER