Kadınların canının sıkıldığını, hayattan sıkıldıklarını ya da yenilik aradıklarını çok spesifik iki şeyden anlayabilirsiniz. Ayakkabı alırlar, ya da saçlarını boyarlar. Eskiden tercih edilen sarı renk yerine, artık daha çok tercih edilen bir renk var: Kırmızı ve tonları. Halk arasında bildiğimiz adıyla kızıl.
Konuyu kızıllardan ve sarışınlardan kızılların hakimiyetine geçen saçlardan açtıysak, kısaca ekrandaki kızıl fırtınaları tanımamız iyi olur diye düşündük. Gelin; gözlerimizi şenlendirip, gönüllerimizi ateşlendiren kızılları şöyle bir hatırlayalım.
GQ dergisi şöyle demişti: “Ateşli, kıvrımlı, 40 bedenin üstünde, göğüs ölçüleri enfes, hırslı ve seksi. Ve daha önemlisi kızıl. Erkeklerin yıllardır aradığı kadın işte o!” Bizim buralarda ‘hükümet gibi kadın’ derler ya öyle.
Mad Men’in en sevilenlerinden olan Joan Holloway karakteri, dizinin konusu ile beraber kendini geliştiren, kimi zaman beklenmeyen ya da beklenen hatalar yapan bir karakter oldu. Karakteri canlandıran Christina Hendricks ise moda dergilerine ve erkek bakış açısına yeniden balık etli kadının daha ‘seksi’ olduğu gerçeğini kabul ettirdi.
Hendricks'i Mad Men öncesi Life, Kevin Hill ve E.R dizilerinde de görmüştük ama hiçbirinde Joan’ın yarattığı etkiyi yaratamadı. Kim bilir? Belki de hayallerimizde Jessica Rabbit’in ete kemiğe bürünmüş halidir Bayan Hendricks.
Zeki, mimikleri şahane ve işini bilen bir sekreteri kim sevmez? Hele ki kızıl saçları güneşte ve karanlıkta aynı ışıltıyla parlarken. Donna Paulsen, tam istediğiniz gibi biri kısacası. Suits üç sezondur en sevilen yabancı diziler arasında. Hukuk ile alakanız olsun olmasın, o dünya size kendini izletmeyi tam tadında karakterleri ile şahane bir şekilde başarıyor.
Donna'yı canlandıran Sarah Rafferty’e gelirsek… Daha önce bir sürü dizide (Law & Order, CSI: Miami, Without a Trace, Six Feet Under, Samantha Who?, Bones gibi) tek bölümlük rollerde göründü. Birkaç film denemesi de oldu. Şansı Suits ile döndü diyebiliriz. Tahminim o ki, bundan sonra bu güzel kadını daha fazla izleme şansımız olacak. Bu arada Sarah Rafferty, Yale Üniversitesi mezunu.
Hayalleri olan kadınları severiz aslında. Hele bir de yaptıklarına tutkuyla bağlılarsa ve saflıklarına inancımız tam ise... Julia Shumway, Under The Dome dizisinin en sevilen karakterlerinden biri oldu. Tabii ki muhteşem gürlükte ve kızıllıktaki saçlarının bunda etkisi büyük. Güzel gözlerine ve muhteşem fiziğine değinmemek de olmaz.
A Gifted Man, Off the Map, Life on a Stick, Rachelle Lefevre'nin daha önce yer aldığı diziler. Kendisini belki Twilight film serisindeki Victoria olarak da tanıyabilirsiniz. İngilizce ana dili olmakla beraber sular seller gibi Fransızca da konuşuyor; aynı zamanda çok cana yakın ve arkadaş canlısı olduğu set arkadaşları tarafından kulaktan kulağa söyleniyor.
Biraz 'varoş', az biraz cırtlak, cazgır, kızıl saçlarını savurmaktan çekinmeyen ama çok fedakar ve sevgi dolu bir kadın düşünün. Karşınıza Ray Donovan’ın her şeye rağmen seksi ve tatlı karısı Abby çıkacak. Karakteri canlandıran Paula Malcomson, The Green Mile / Yeşil Yol ve A.I.: Artificial Intelligence / Yapay Zeka gibi yüksek bütçeli ve başarılı filmlerde minik roller oynayarak başladı kariyerine.
Sonrasında HBO’nun efsane dizisi Deadwood’un Trixie karakteri. E.R ve Sons Of Anarchy’den de kendisini hatırlayabilirsiniz. Ray Donovan, yaz sezonunun en başarılı işlerinden biriyse, bunda Abby karakterinin çok fazla emeği var. Hunger Games serisinin ikinci filminde de Katniss’in (Jennifer Lawrence) annesi rolünde kendisi.
Defiance, dizi piyasasına çok büyük bir sansasyon ve ihtişamla girdi. Belki bekleneni ve isteneni fazla veremedi. Ama yine de dizinin kendi çapında epey bir hayranı var. Konu şu şekilde; 2046 yılında dünya tamamen başka bir hale dönüşmüş. Artık yeni kurallarla ve yeni türlerle beraber yaşıyor insanlar. Bu türlerden birini Stephanie Leonidas canlandırıyor, adı da Irisa. Irathients ırkından, sadık, geçmişi sırlarla dolu ve travmatik biri Irisa.
Özgür ruhlu, cesur ve zeki aynı zamanda. Saçlarının kızılı ise gözlerinizi alacak kadar parlak! Stephanie Leonidas, anne tarafından İskoç, baba tarafından melez, ekrana yeni atılmış, yetenekli yüzlerden biri. Takibe almakta fayda var
Mirkelam koşarak, Hürrem ise şen kahkahalarıyla bir gecede hayatımıza girdi. Bu öyle bir girişti ki, ülkeye geldiğinin ertesi sabah herkes onu konuşuyordu. Karakteri canlandıran Meryem Uzerli ise, Muhteşem Yüzyıl gibi son yılların en başarılı ekran projelerinden birinde rol alarak, şöhret yolculuğuna en tepeden başladı, kimilerine göre.
Sonrasında ik sene boyunca herkes onu konuşurken, bir gece ansızın çekip gitti. Öyleydi, böyleydi derken asıl sebepler ortaya çıktı. Ona hak verenler kadar, haksız bulanlar da vardı. Türkiye’ye kazandırdıkları ise 'Hürrem kızılı', 'Hürrem tokası', 'Hürrem kıvrımı' gibi yeni kavramlar oldu. Meryem Uzerli çok canlı, çok hoş ve çok yetenekli bir kadın. Kızıl saçları ile geri dönsün dönmesin, Türkiye onu daha çok konuşacak ve seveceğe benziyor.
Negatif düşünürdü, ironik yaklaşırdı, olaylara başka açıdan bakardı. Baş belası adamları seçerdi ama oğlu doğduktan sonra bakış açısı bayağı bir değişmişti. Avukat olmasının verdiği avantajlar da yok değildi. Ekranların fenomeni ve bir dönemin kadınlarının ‘yol göstericisi’ dizisi Sex And The City’nin Miranda Hobbes’undan bahsediyoruz.
Karaktere can veren Cynthia Nixon’a dönerse, iki çocuk yaptığı kocasından lezbiyenliği tercih ettiği için boşanması çok konuşuldu magazin alemlerinde. Partneri ile birlikte bir erkek çocuğu sahibi de oldular hatta. Şimdilerde World Without End adlı mini dizi ve yeni çektiği filmi Life Itselfile meşgul. Bu arada Nixon orijinal sarışın değil, Miranda karakteri için saçlarını kızıla boyamıştı.
Harika bir ev kadını, kusursuz anne, kusursuz eş. Acaba? Bree Van De Kamp obsesifliği, aşırı titizliği, mükemmeliyetçi tavrı ile güzel bir rüya ya da kabus olmanın arasında duran bir karakter oldu her zaman. Kusursuz olurken kusur yaratanlardandı kısacası. Plastik bir kadın gibi görünse de, onun yaşadıklarını başkası yaşasaydı rahatlıkla kafayı kırabilirdi herhalde.
Karakteri canlandıran Marcia Cross, kızıl saçları, porselen gibi teni ve ışıldayan gözleriyle şahane bir kadın. Melrose Place dizisinde zamanın mikser hatunu, Everwood dizisinde ise Doktor Linda’ydı. Şimdilerde evinde oturup, çocuk büyütüyormuş. Onca başarılı sezonun ardından, yakışır!
Grey's Anatomy spin-off’u Private Practice, ilk başlarda çok benimsenmedi belki ama daha sonraları fazlasıyla sevildi ve izlendi. Dr. Addison ise kendine güveni tam, başarılı ve ukala bir kadındı. Ama bu onun kötü biri olduğunu göstermez! O da her kızıl saçlı kadın gibi tutkusu fazla gelenlerdendi sadece!
Kate Walsh o kadar başarılı bir karakter yarattı ki, dizi altı sezon boyunca devam etti ve fanlarını mutlu eden bir son ile ekrana hoşçakal dedi. Şimdilerde yeni bir dizi projesi peşinde olmasa da, beş filmle birden geri dönecek. Dr. Addison'ın Amerikalı kadınlara anne olmayı bir kez daha söylenir. Bana kalırsa doğrudur.
Ellerinizi belinize kaynana misali koyun. Sonra sol elinizi hafifçe havaya kaldırın. Gözlüğünüzü takın, bilge bir eda ile “Buldum!” deyin. İşte size evde Horatio Caine olma rehberi. Tabii kızıl saçlarınızın da son derece mükemmel görünmesi lazım. Yine de onun gibi bir televizyon fenomeni olur musunuz bilemem.
David Caruso, aslında bir İngilizce öğretmeni imiş. Sonra setlerde bulmuş kendini. İlk Kan, Ölüm Öpücüğü / Kiss Of Death gibi 80’li ve 90’lı yılların kült filmlerinde de görmüşsünüzdür onu. Ama esas patlamayı CSI Miami ile yaptı. Hatta diziyi izleten adamdı diyebiliriz kendisi için. Evlilik konusunda başarısız olduğunu belirtmiş, bütün evlilikleri boşanma ile sonuçlandığı için. Bu kadar karizmatik bir adam için cesur bir açıklama şüphesiz ki.
Evin halis munis şeker kızıyken, kan emici bir vampire dönüşmek? Ve de baş döndürecek kadar güzel bir kadın olmak? Birçok erkeğin rüyası, bir çok kadının da baş düşmanı olabilirsiniz böylece.True Blood’ın en bahtsız karakterlerinden biri olmanız da muhtemel.
Deborah Ann Woll, çekimleri biten ve yayınlanmayı bekleyen üç filmi ile yakında sinemada boy gösterecek. Kendisini bol bol izleme şansımız olacak yani. Bunun yanı sıra kendisi orijinal sarışınken, 14 yaşında bir anda kızıl olmaya karar vermiş. Sonrasında kendi saç rengini bile unutmuş. İdolleri ise Rita Hayworth ve Katharine Hepburn.
Onu önce küçük rollerde tanıdık. Asker ya da polis olurdu. Ne zaman ki Homeland başladı, Brody karakterini canlandıran Damian Lewis de o zaman hayatımızda daha büyük yer kaplamaya başladı. Gerçi aldığı ödüllere rağmen “Başarısız bu adam, donuk donuk bakıyor,” diyen eleştirmenlerden fazlasıyla var. Ancak şuna dikkat çekmek lazım ki, İngiliz olmasına rağmen Amerikan aksanını şahane şekilde konuşuyor ve oynadığı karakterler üç aşağı beş yukarı aynı şeyi anlatsa da, o oyunculuğunu zaman içerisinde geliştiriyor.
İki çocuk babası ve karısıyla epey mutlu yaşıyor Lewis. Homeland'in üçüncü sezonu çok beğenilmeyen bir şekilde başlasa da, Brody yaşadıkları ve geçirdiği değişimle televizyon ekranına çok yakışan ve unutulmayacak bir karakter.
Bizim buralarda olsa “Koca delisi anacım bu, okutmayın bu kızı!” denecek bir karakterdi Game of Thrones'un Sansa Stark'ı. Sonra büyüyüp, dünya ile gerçekten tanışınca idealleri değişti gerçi. Şimdi neredeyse Müge Anlı’ya çıkıp itiraflarda bulunacak konumda olsa da, onu güçlü kılacak şeylerin de oldukça farkında. Karakteri canlandıran Sophie Turner ise Justin Bieber’ı çok seviyor, gittikçe güzelleşiyor ve şöhret basamaklarını oldukça emin adımlara tırmanıyor.
Yakında üç tane filmle beyaz perdede göreceğiz onu. Dileğim, çok da çıldırmadan 25 yaşına kadarki dönemi atlatması. Sonrasında ekran muhteşem güzellikte ve en kızılından bir yıldız kazanacak çünkü.
Müzikal dizi deyince aklına Glee gelenler, aslında gizliden gizliye Nashville'i de seviyor olabilir. Diziyi bilmeyenlere baştan bir not; country müzik seviyorsanız soundtrack’ini edinin bu dizinin. Connie Britton, American Horror Story’nin (Murder House) ilk sezonunda evin histerik ve 'gariban' annesi iken, Nashville’de ününü kaybeden Rayna olarak buluyor kendisini. Friday Night Lights, 24ve Spin City dizilerinden de kendisini hatırlıyor olabilirsiniz.
Gönüllü olarak sosyal sorumluluk kampanyalarında bulunmayı, bisiklete binmeyi, yürümeyi ve tırmanmayı çok seviyor. Biraz Çince biliyor ve 2008’de vegan olmuş. Sheryl Crow’un da çok yakın arkadaşı. This Is Where I Leave You filminin çekimlerinde şu sıralar ve Tina Fey ile rol arkadaşı.
HBO'nun iddialı dizisi The Newsroom’un ele avuca gelmez karakteri Maggie, ilk sezon sapsarı ve papatya tonlarında saçları ile arz-ı endam ederken, ikinci sezonda hikaye gereği yaşadığı ağır travmadan sonra bir gecede saçlarını kesti ve kızıla boyadı.
Hayatında yolunda gitmeyen şeyler vardı ve değişmek istemişti. Her kadın gibi önce aynaya baktığında, gördüğü fotoğrafı değiştirmeyi tercih etti. Maggie'nin kızıl saçlarından ne zaman vazgeçeceğini hikayenin sahibi Aaron Sorkin bilir ama Maggie'yi canlandıran Allison Pill, ekranın unutulmaz kızıl saçlı karakterleri arasındaki yerini sağlamlaştıracak gibi görünüyor.
Yazıda 'Havuç Kafa' tanımını kullanmışken Türk televizyon seyircisinin gönlünde taht kurmuş olanÇocuklar Duymasın dizisinin karakteri Havuç'tan bahsetmemek olmaz. Furkan hepimizin gözü önünde çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını yaşadı.
En sona koyduk ama kendisi aslında Amerikan televizyon tarihinin ilk kızıllarından. 1951-1957 yılları arasında yayınlanan I Love Lucy dizisinin yıldızı Lucille Ball'dan bahsediyoruz. Ball, kızıl saçlarıyla öyle özdeşleşmişti ki, yazar James Sheridan, oyuncunun 2011'de yayımlanan biyografisinin adını Amerika'nın Favori Kızılı Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey koydu.