Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
BBC’den ‘Her şey ve Hiçbir şey’ belgeseli

Her şey ve Hiçbir şey, madde - antimadde, varlık ve boşluk. Bu zihin açıcı belgesel tüyler ürpertiyor.

Bu yazıda sizlere BBC yapımı Everything and Nothing (Her şey ve Hiçbir şey) adlı iki bölümlük belgeselden söz etmek istiyorum. Tanıtım yahut eleştiri yazısı yazmak gibi bir iddiam yok; belgeselin içerdiği konularda ehliyet sahibi bir bilim adamı değilim. Einstein, Heisenberg, Hubble, Dirac, Pascal, Aristo, Gauss, Öklid gibi bilim ikonlarının adlarının geçtiği bir muhabbeti özetlerken öze dair eksik veya yanlışlarım olacaktır; ama Einstein’ın “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıdır,” ilkesine sığınıp cahil cesaretiyle birkaç kelam etmeye niyetliyim. Sizler de bu yazıyı okurken öyle fazla ince eleyip sık dokumayınız lütfen.

Lise yıllarında fizik, itici formüllerle dolu, katı ve ihmale gelmez yapısıyla pek çoğumuzun hazzetmediği ve de özümsemediği bir ders idi. Öğrencileri başta matematik, yabancı lisan, hatta edebiyat olmak üzere müfredatına dahil ettiği her şeyden soğutmak gibi gizli bir misyona ve aşikar bir yeteneğe sahip milli eğitim sistemimiz, fizik öğrenimini de zor ve sevimsiz kılmak için elinden geleni yapmıştı. Halbuki asık yüzlü formül ve modellerinin yanında modern fiziğin ‘Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ gibi ergenlik buhranlarına ilaç gibi gelecek kuramları da var: “Bir şeyin konumu ve hızı aynı anda tayin edilemez.” Nasıl? Çok basit ama şiir gibi bir kuram değil mi?

Fırça bıyıklı fizik öğretmenimiz o meşum senelerde bize “Gelecek kaygınızdan ve belirsizliklerle dolu algınızdan utanmayın çocuklar. Sorun sizde değil. Doğa en temel düzeyde belirsiz ve ölçülemezdir,” demiş olsa belki de ergenlik o kadar zor olmayacaktı. Bugün artık, başta Kuantum Teorisi olmak üzere fizik kuramlarının bağlamından koparılıp gündelik hayata veya felsefeye besin katkısı yapılmasını gülünç ve zararlı buluyorum. Fakat o yaşların ergen aklıyla ucuz da olsa böyle bir teselliye dört elle sarılabilirdim. Ve kısa bir zaman sonra Kuantum Mekaniği’ne dair bir ansiklopedi maddesi okurken rastladığımda sarıldım da.

O senelerde oturduğumuz apartmanın önüne komşumuz M.A.N. marka tırını park ederdi. Kamyonun ön camına asılı maşallah levhasının kırmızı harfleri ayışığında mum alevi misali titreşirdi. Nakliyeci komşumuz, Werner Heisenberg isimli bilim adamının ismini bir kez bile duymamıştı büyük ihtimalle. Ama belirsizlik ilkesini hayati ve özellikle mesleki bir olgu olarak çoktan içselleştirmişti. Çok istesem de bu fikrimi ve teveccühümü kendisiyle paylaşamadım. Kapınızın önüne tır park eden bir komşuyla içgüdüsel olarak konuşacak ya da paylaşacak fazla şeyiniz olmuyor ne yazık ki. Yıllar sonra tv fenomeni Breaking Bad’de taşralı kimya hocası Walter White’ın alter-egosuna verdiği ismi duyunca -ne yalan söyleyeyim- bilmiş bilmiş sırıtmıştım. “Ben bu Heisenberg’i herkeslerden önce ilk keşfedenlerdenim,” gibi rahatlatıcı ve salakça bir böbürlenmeydi. Ve güzeldi. Kuantum Teorisi’nin yapı taşlarından olan belirsizlik ilkesiyle her şey ve hiçbir şeyi birbirine bağlayan bu Alman kökenli ağır abimizin adı programda da sık sık geçiyor.

Müşfik ve karizmatik teorik fizik hocamız Jim-el Halili evrenin sırlarını araştırırken bir cinayet dedektifi kadar titiz.

Fazlasıyla kişisel ve dağınık böyle bir girizgahtan sonra gelelim belgeselimize: -Size de tavsiyem odur ki konunun özüne fazla hakim değilseniz bilgisizliğinizi kendinizden söz ederek telafi edebilirsiniz. Belli bir tahammül eşiğine kadar faydası dokunabiliyor.-

Everything and Nothing belgeseli iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Everything uçsuz bucaksız bir kumsalda açılıyor. Plajdan alınan bir kum tanesi ölçütünden hareketle yıldızların ve kainatın boyutuna dair dokunaklı bir fikir verildikten sonra sonra izleyiciye bu tespiti sindirmesi için küçük bir an bırakılıyor. “Bu film üzerinde bulunduğumuz yalıtılmış ve önemsiz noktadan gökyüzüne bakıp, orada bulunan her şeyin şeklini büyüklüğünü ve kökenini nasıl öğrendiğimizin muhteşem öyküsüdür.”

Akşam olunca anlatıcı o kumsalda bir ateş yakıp göğe bakıyor ve gece neden karanlıktır sualini soruyor. Çoğumuzun “Karanlık, çünkü gece güneş yok,” cevabıyla geçiştireceği bu soru aslında bilim tarihinin Olbers Paradoksu adıyla nihai çözümü yüzyıllar almış bir problemi. Aynı zamanda kainatın bugünkü haline dair bilgiye nasıl ulaştığımızı anlamak ve herşeyin başladığı ‘Big Bang’ yani büyük patlama anını resmetmek için çıkılacak seyahatin ilk durağı.

“Dünya gezegeninde mahsur kalmış canlılar olarak yıldızlar arası seyahat imkanımız yoktur. Dolayısıyla aklımızın bu zihinsel atlayışı yapmasına izin vermemiz gerekir.” Anlatıcı inter-galaktik bir çıkma teklifini andıran bu aforizmayla bizi kalbimizden kavrıyor ve uzay yolculuğuna çıkarıyor. Parlak zekalı, çalışkan ve tutkulu birçok bilim insanının evreni anlamak ve açıklamak için yüzlerce senelik çaba ve birikimleri bizi sonunda Einstein’a ve onun genel görecelilik teorisine getiriyor. İlk bölüm üstüne daha fazla spoiler vermek istemesem de evrenin geçmişi ve kendi galaksimizin geleceği hakkında çok tuhaf ve ürpertici bir neticeye bağlandığını söyleyebilirim.

Nothing bölümü ise anlatıcının bulutlu göklere bakarken sorduğu “Hiçbir şey nedir ya da boşluk mümkün müdür?” sorusuyla başlıyor. Karizmatik hocamız Jim-el Halili bu ve diğer soruları sorarken bizleri imtihan eder gibi bir eda takınmıyor. Bilakis kendisinin de bizlerle beraber öğrenirken şaşkınlıklara kapıldığına inanıyor ve peşine takılıyoruz. “Hiçbir şey nedir? Bu cevaplaması son derece zor bir soru. Çünkü düşününce nereye bakarsan bak hep aslında bir şeyler var. Gerçek hiçliği sadece tasavvur etmek bile imkansız bir işe benziyor.” Boşluğu anlamak kainatı ve kendimizi tanımak için elzem. Çünkü insanı ve her şeyi oluşturan atomların esas ve en büyük unsuru boşluk. Ayrıca kainatın en temel sırrının saklandığı yer.

Kökenimizin dayandığı hiçlikle içine çekildiğimiz sonsuzluk arasında ışıl ışıl ve sürprizli bir ilişki var.

Aristo’nun artık bir atasözü haline gelmiş “Doğa boşluk sevmez” vecizesini hatırlayıp mutlak boşluğu yaratma ve ölçme macerasına göz atıyoruz. Torricelli ve Pascal’a saygılarımızı sunduktan sonra fizik, matematik ve astronomi tarihinin engebeli yollarının kavşak noktası olan kuantum teorisine geliyoruz. O kavşakta durup Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ni zaman-enerji eksenine tatbik edince boşlukla ilgili ürpertici bir bilgiye ulaşıyoruz. Evrendeki herşeyin müsebbibi olduğunu artık sezdiğimiz ‘Hiçbir şey’i ortaya çıkarmak için anlatıcı, bir cinayet dedektifi titizliğinde çalışıyor. Bize de bazen hafiften irkilerek bazen şaşırarak, ender olarak da fikir yürüterek bu sürreel ve epik soruşturmayı izlemek düşüyor.

Programı sunan kişi Surrey Üniversitesi’nden teorik fizik profesörü, Bağdat doğumlu Jim el Halili. Hristiyan bir anne ile müslüman bir babanın kendi tarifiyle Hümanist-Arap-İngiliz oğlu. Çocukluğunun yazlarında Bağdat damlarından seyrettiği yıldızları anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Konuyla ve bizlerle arasına mesafe koymuyor; fikrini beyan ederken bilgisini başımıza kakmıyor. Davudi hitabet üslubunu Doğu’dan, zihin açıklığını ise Batı’dan almış bu bilim adamı seminer, konferans ve tv programlarıyla İngiltere’de çok popüler bir şahsiyet. Zevkli ve ince stili, mat kelliğinde traş edilmiş kafası ve müşfik karizmasıyla Türk tv’lerinde sabah programlarının aranan Kuantumcusu olabilirdi. Fakat o kendisini ‘merhametli bir ateist’ olarak tanımladığı için ne yazık ki yalnızca İngiliz kanallarına mahkum. Programın en sonunda biraz da hüzünlü bir edayla şu cümleyi kuruyor: “Kökenimizin dayandığı hiçlikle içine çekildiğimiz sonsuzluk arasında derin bir ilişki var.” Şahsen bu cins hazmı zor hakikatleri sek tüketmeyi tercih etsem de tasavvuf meraklıları ve Kuantum-canlar için metafor şöleni yaratabilecek mümbitlikte bir cümle olduğunu da kabul etmek lazım.

Çoğumuzun mevcut donanımımızla kavramaktan fersah fersah uzak olduğu bilgileri içeren böyle programları niye seyretmeliyiz? Zeki ve ilgili görünmek için neden kendimizi kasalım ya da merak etmiş gibi yapalım? Cevap aslında sorunun içinde gizli: Uzman bir fizikçi bu gösteriden bizlerin bön bön izlerken tattığımız keyfi alamazdı. Neticede bu nevi popüler bilim ürünleri biz fanilere o sağlam ve derin cehaletimizin tadını çıkarma fırsatı sunuyor. Ekran ya da kağıt üzerindeki sırlı işaretlere ağzımız açık bakarken bilgisizliğimize sığınıp şaşırıyor, hayran olabiliyor ve manipüle edilebiliyoruz. İçinde yaşarken ister-istemez katılaştığımız ironi ve aymazlık çağında büyük nimet değil mi? Bu temaşadan aklımızda susam kırıntısı misali birşeyler kalırsa ne ala; fakat hemen unutmak da son derece hoş ve kabul edilebilir bir seçenek. Ayrıca böyle belgesellerin meditatif bir misyonu var: Hayat, içinde yaşamaya mahkum edildiğimiz bedenlerden, ülkemizin kaotik ve yavan gündeminden, hatta dünyadan da öte ve çok daha büyük bir şey.

Sonsöz: Mevzubahis belgeselin tek eksiği İsmet Özel üstadımızın konunun tam da özüne dokunan o hikmetli mısralarını zikretmeyi unutmuş olması. Onu da biz ekleyelim: “Hiçbirşey söylemeyen sözlere varmak için/ Herşeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti/ İncir… yarpuz... karamela.../ La havle ve la kuvvete illa billah.”

YORUMLAR




DİĞER HABERLER