Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Bazı yalanlar güzel, bazı gerçekler acıymış *

Geçtiğimiz hafta Netflix’e yine çok konuşulacak bir belgesel dizi yüklendi. Wild Wild Country adındaki belgesel, ruhani lider Osho nam-ı diğer Bhagwan Shree Rajneesh ve müritleri hakkında. Sosyal medyada ‘olduğu kadar yap çok da şeetme’, ‘sıkı can iyidir çabuk çıkmaz’ gibi vecizeler paylaşıp içinizi kıyan bir takım arkadaşlarınızın sıklıkla alıntıladığı Osho’nun ta kendisi.

Rajneesh’in müritleri güneşin doğuşunu simgelediği için turuncu ve kırmızı renkte kıyafetler giyiyorlar.İlerleyen bölümlerde mor, pembe gibi renkler de giyiyorlar bu arada.

Hikâye kısaca şöyle; 70li yıllarda batıda yaygınlaşan serbest aşk hareketini takiben Osho, bilhassa cinsel özgürlüğe ve evliliğe dair fikirleriyle neo-sannyasin adı verilen müritler kazanıyor. Önce Bombay’da ardından Pune’de aşramlar kurduktan sonra Hindistan’da istenmedikleri ve artık barınamayacakları ortaya çıkınca komple çekirdek ekip olarak ABD’ye Oregon’a göç ediyorlar. Rajneesh’in asistanı Ma Anand Sheela’nın yönlendirmesiyle Oregon’dan arazi satın alarak Antelope kasabasında üç yıl içinde kendi para birimi, polis teşkilatı, posta kodu olan ütopik bir şehir olan Rajneeshpuram’ı kuruyorlar. O zamanlar sayısı 50 civarında olan emeklilerden oluşan yerel halk ise kırmızı-turuncu kıyafetli komşulardan ve sonsuz cinsel özgürlük vaziyetlerinden rahatsız olmaya başlıyor. Sanki Balıkesir, Ören ama Ören’in çok daha geniş bir arazi üzerine yayılmış olanını düşünün, sabah akşam orji yapan insanların yerleştiğini ve oradaki emekli albayların, bankacıların bu duruma ne denli arıza verdiğini düşünün.

Altı bölümden oluşan ve yönetmenliğini Maclain Way ve Chapman Way’in üstlendiği Wild Wild Country hikayeyi hassas ve rahatsız Antelopelular, Bhagwan’ın ekibi (avukatı, Rajneeshpuram belediye başkanı) ve sonradan yolları ayrı düşenler (Rajneesh’in asistanı Ma Anand Sheela ve onun yardımcısı Mas Shanti B) olmak üzere üç farklı bakış açısını sunarak anlatıyor. Way kardeşler, belgeseli tıpkı güzel başlayan ancak zamanla tatsızlaşan bir aşk hikayesi gibi kurgulamışlar. Jabalpur’da 21 yaşında bir ağacın altında otururken ruhsal bir aydınlanma yaşadığını iddia eden Rajneesh,  belgesel süresince hipnotize edici bir sesle İsviçre’de konumu açıklanmayan bir yerde kameralara konuşan, bir zamanlar Rajneesh’in asistanı, daha sonra Uluslararası Rajneesh Vakfı Başkanı olacak, kibirli ve acımasız bir lider olarak tanınan Ma Anand Sheela, sonradan klana katılan aslında Seattlelı bir avukat olan Niren hepsi çok ilginç karakterler. Antelopelular ise daha sakin, sessiz kendi halinde insanlar.

Ma Anand Sheela için Emel Sayın’dan geliyor; Bir zamanlar sevginle, ateşlenen başımı/ Dizlerinin yerine, dayasaydım taşlara.

Belgesel giderek açılan her bölümünde seyirciyi biraz daha aydınlatan bir kurguya sahip bu yüzden merakla izleniyor. Ayrıca seyrederken bir çok konuda sorular da sordurtuyor. Örneğin, zenofobi konusu. Rajneesheeler tıpkı bir zamanlar Trump’ın New York’ta yaptığı gibi mülk satın alarak kasabayı ele geçiriyor. Farklı bakış açılarını sunan Wild Wild West’i izlerken yerel halkın da Rajneesh’in müritlerinin de aslında açgözlü, intikamcı, bağnaz, yoldan çıkmaya yakın, kıskanç ve ihanete yakın bir yanı olduğunu görüyorsunuz. Sannyasinler serbest aşk olayları, onu bunu takmaz tavırlarıyla Amerikan toplumunun üzerine kurulduğu değerlere karşı bir tehdit oluşturmuş olabilirler kuşkusuz.  Diğer yandan kasaba sakinleri de bu asimilasyona ne denli karşı çıkıyor orası pek açık değil aslında. Neticede Rajneesheeler pek sağlam pabuç çıkmadı ve içinde yaşadıkları topluma bir tehdit oluşturdular ama öyle olmasalardı ne olurdu, kendimiz gibi olmayanlardan ne denli korkuyoruz, insan ister istemez düşünüyor.

Wild Wild Country yalnızca bir tarikatın oluşması, etrafına baskı kurması ve sonunda ayrışması hakkında değil, gücün etkisi, dinin iskeleti ve toplumun ona ters gelen bir fikre nasıl tepki verdiğini anlatması bakımından da ilginç şeyler söyleyen bir belgesel.

Henüz Rich Kids of Instagram olmadığı zamanlarda Bhagwan Shree Rajneesh 93 Rolls-Royce’undan birinin önünde.

Gündelik hayatın kifayetsizliği, rutini ve saçmalığı, bu keyifsizliği garip biçimlerde telafi etmemize yol açabilir. Bazımız uyuşturucularda teselli bulurken, bazımız gezgin olup kendimizi yollara vuruyoruz, kimimiz kendini sanata veriyor kimimiz ise paraları cukkalayarak bizzat tanrı olmayı seçebiliyoruz. Demem şu ki kendini bir şeye adamak aslında toplumumuzda oldukça kabul gören bir şey. Binlerce insanı etkileyebilecek, hayatını kökünden değiştirebilecek kadar etkili ve karizmatik liderler, büyük bir ülkünün peşinden koşmak da bu kapsamda bence gayet anlaşılabilir. Dışarıdaki dünya sürekli yeterince akıllı, çekici, ince, başarılı vs olmadığınızı her gün, her an kafamıza kakarken kabul edildiğimiz bir topluluğa dahil olmak süper rahatlatıcı olabilir. Özgürlük çok değerli olmakla birlikte her gün seçmek ve seçimlerinden sorumlu olmak bazen son derece yorucu olabiliyor. Bir de ne kadar yalnız, boyalı kuş olursanız olun bir yere ait olabilmek bazen hiç fena bir fikir değilmiş gelebiliyor.

Rajneesh’in müritleri toplum tarafından dışlanmış serseriler değildi, eğitimli, her şeyin cin gibi farkında ve zengin insanlardı. Öyle yaşamayı tercih ettiler. Kendi yalanlarına inanan birine de yapacak bir şey yok. Sıfırdan bir dünya kurarken, dünyevi hayatlarının bir anlamı olsun istediler, sonu her ne kadar hazin bir şekilde bitse de bir süre kendi kurdukları garip dünyalarında kabul edildiler ve sevildiler. Eh, bu da bir şeydir. Bence vaziyeti olduğu gibi kabul edip içine sindirmekte fayda var;  belki de kendi kendini yok etmek üzere programlanmış, bir başkası başarılı olduğunda kıskançlıktan deliren, kolayca baştan çıkabilen ve her an ihanet edebilecek insanlarız. Hiç olmadığımız biriymiş gibi pozlar takınmamıza gerek yok.

 

DEFNE AKMAN

 

* Teoman- Bazı Yalanlar

YORUMLAR




DİĞER HABERLER