Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Unutulmaya çalışılanı hatırlatmak
Sezon: 1 Bölüm: 5

Maskenin ardında nefretini intikama dönüştüren katiller.

Bu sefer bölüm, fevkalade bir açılışla başlıyor. Beni duymuş olamazlar herhalde!

Kalan Günahkârlar içerisinden bir kadının (Gladys) gece vakti maskeli insanlarca (kadın mı erkek mi?) kaçırılması ve bir ağaca bağlanıp canlı hedef haline getirilmesiyle başlıyor. Ağaca sıkıca bağladıkları, bantladıkları kadını başını hedef alacak şekilde (orası mı en yüksek puan?) taşlarla sindirmeye, yok etmeye, öldürmeye çalışıyorlar, bir nevi. Atılan her taşla, kadının kafa derisi biraz daha ayrılıp kan biraz daha fazla akmaya başlarken, enteresan bir kuyuya düşüyoruz. Düşüyoruz düşmesine de, bir nefret böylesi bir intikam biçimine nasıl dönüşebilir, onu düşünmüyoruz. Belki.

Susan, sustukça kendi içine kaçan ve ölmek üzere olan kadın sonunda konuşmaya başlıyor. Önce fısıltıyla, sonra gerçekten yalvararak. Taş atanlar bu işten zevk alabilir mi? Zevk almak, hem de böylesi bir vahşet biçimi üzerinden zevk almak, zevk alan hakkında ne düşündürür?


“Gömleklerimi gördün mü yavrucuğum?” diyen Kevin.

Sırtının tamamını kaplayan dövmesiyle Kevin, sabah uyandığında gömleklerini bulamıyor. Belki ultra önemsiz bir ayrıntı ama yine de BULAMIYOR. Kirli sepetinden aldığı beyaz gömleği sırtına geçirdikten sonra da evdekilere soruyor. Jill ve Aimee.

Aimee, ultra küçük bir kumaştan yapılan geceliğiyle Kevin’ın karşısına geçince düşünmeden edemiyor insan: Aimee’nin evi yok mu? Varsa neden sürekli burada, BU EVDE kalıyor?

Jill, Kalan Günahkârlar içerisinden öldürülen kadının annesi olabileceğini, o değilse dahi bir sonrakinin o olmasının getirdiği olasılığın verdiği iç sıkışmasından- tüm günü karalar bağlamış olarak geçiriyor. Babasının BİR ANDA okula gelip, kendisiyle görüşmek istemesi ise tuz biber ekiyor üstüne. Ölen kişinin annesi olduğunu düşünmek bile, ağlamasına neden oluyor. İçine içine ağlamasına. Oysa, ölen annesi değil. Babası güvenliğine dikkat etmesi gerektiğini söylemek için geliyor okula. Başına bir şey gelirse ben ne yaparım hissiyle.

Kalan Günahkârlar’dan Patti’nin Kevin’ın evine kadar gelip yardım istemesi, bu güne kadar sunduğu itirazları BİR ANDA derine bir yere gömüyor. Kevin de karısının başına bir şey gelebileceğini düşünmesinden ötürü, bundan mütevellit, işi sıkı tutuyor. Öldürülen kadının katillerini, bu işkencecileri arıyor. Oysa ofis arkadaşı bir dedektif olayın üstünü örtme merakında. Fakat son anda, oysa BİR ANDA, iş tatlıya bağlanıyor. İpleri tekrar ele geçiriyor Kevin.

Ama cinayet mahalli.

İşte orası, birçok memurun eğlence alanına dönüşmüş. Öyle buluyor Kevin.

Ailesi olmayan birinin katilini aramak “hevesinde” değil hiç kimse. Hiçbiri.

Cinayet mahallinde, görgü tanığı olarak Köpek Katili Dean’ı görmek ise Kevin’ın zihninde büyük büyük soru işaretlerinin doğmasına neden oluyor.

Kuru temizlemeye gidip gömleklerini orada bulabileceğini düşünmesi ise, bence, bu karışıklığın içerisinde tek nefes alanı Kevin’ın. Peki, orada Nora ile karşılaşması ne demek? Nora bu hikâyenin neresinde düğümü çözecek kişi olacak? Ya da yeni düğümler atacak?

Kevin bunlarla boğuşurken, aman ölecek aman başına bir şey gelecek korkusuyla düşüncelerde büyük yer edinen Lauire ise sigaraya bağlı panik atak geçiriyor. Tam bu esnada Meg’in (neden Liv Taylor’ı bu kadar az görüyoruz dizide?) karşısında sigara içmesi ise kaderin cilvesi. Galiba. Neyse ki bir sorun çıkmıyor buradan da, Patti hastane çıkışı alıyor Lauire’yi. Götürüyor bir otel odasına. Yeni kıyafetler alıyor ona, izin veriyor konuşmasına. Bütün bunları büyük bir devrikliğin, devrik tümcelerin içerisinde yapıyor. Yoksa sekiz aydır tek kelime etmeyen Laurie, konuşmaya pek hevesli değil. Hiç, hatta.


Oylama anında Köpek Katili Dean. Onun orada ne işi var?

Oylama yapılıyor.

Sokağa Çıkma Yasağı çıkarmak istediğini söyleyen Kevin’ı yalnızca Belediye Başkanı Hanımefendi destekliyor. Diğerleri, öldürülen kendilerinden biri olmadığı için olsa gerek, bu yasağı son derece gereksiz ve işlerini zora sokacak gibi görüyorlar. Ve oylama, yasağı kabul etmeme sonucunu veriyor.

Bir bağ, her şeyle ilişkileri değiştirir.

Kevin, yalnızca polis olmasından değil, karısının onlardan biri olmasından mütevellit Kalan Günahkârlar’ın başına gelebilecek her şeyi ama HER ŞEYİ önemsiyor. Çünkü önemsemek, korumak manasına geliyor. Korumak.

Bu korumanın içerisinde, ölünün katilini bulmak da var. Bunun için iletişime geçilmiş, bir büyük kaya gibi önüne düşmüş engelin sebebi Ajan’a ulaşmaya çalıştığı her yol boşa çıkıyor. Sonundaysa Peder Jamison’ın görmek istediği ölüyü, göstermek üzereyken ölünün götürüldüğünü öğreniyor.

Gerisi bir telefon konuşmasına açılıyor: Ayak Bağı Ajan, BİR ANDA şehrine yığabileceği onlarca silahlı adamla her şeyi normale döndürebileceğini söylüyor. Silah veya ölüm ya da SIFIRLAMAK, her şeyi normale döndürür mü? Ya da gizler mi?

İmkânsız.

Patti ve Lauire ise, Laurie’nin konuşmadığı o süre boyunca, bir anıyı deşeliyor. Patti, vakti zamanında Gladys’i getirdiği yere getirmiş meğer Laurie’yi. Ona sunduğu imkânları sunmuş. SUNMAK?

Kalan Günahkârlar’ın bir temsilcisi ya da bir kurucusu varsa eğer, sanırım o, fena halde Patti. Çünkü geçmiş zamanın bavullarını bir bir açarken, Gladys’in ölümü onu çok ÇOK etkilemiş gibi görünüyor. Çünkü biriyle bir bağ kurarsan, beraber susarsan mesela, o bağ senin ona karşı hassasiyetini arttırır.

Patti, Neil diye birinden bahsediyor. Bir eski zaman hesabından.

İçine ne doldurduğunu bilmediğimiz bir torbaya NEİL yazıyor ve gidip bir kapının önüne bırakıyor onu. Beyaz kıyafetlerine dönmüş olarak. Tekrar susmuş olarak.


Patti und Laurie. Gladys’i anmanın bambaşka bir yöntemi.

Bazen sarhoş olmak işe yarayabiliyor.

Bazı durumlarda yani.

Üst üste binip içinde dağlara dönüşen olayların sorumluluğu altında ezilmek psikolojisiyle olsa gerek, Kevin içtikçe içiyor. Kuru temizleme dükkânına da, bu alkollü haliyle gidince, ortadan kaybolduğu söylenen gömlekleri buluyor. Alıyor.

Eve gittiğindeyse, Jill’e annesiyle boşanacaklarını söylüyor.

Ölmesinden korkulan bir annenin boşanması daha az korkutucu görünüyor Jill’e, bence. Etkilenmişe benzemiyor. Ya da, üst üste gelen onca şeyden sonra reaksiyon gösterebileceği yer kalmamış ruhunda.

Patti ve Laurie, Kalan Günahkârlar’ın yanına döndüğünde, Meg’i beyazlar içerisinde susmuş olarak buluyor. (Her bölüm en fazla beş-altı dakika görünen Liv Taylor, artık bir de sessiz birine dönüşüyor ya, ne olacak acaba? Nasıl dayanacağız bunca acıya?) Bu şoku mu demeliyim, bu şoku Peder Jamison’ın Gladys’i anma isteği bozuyor.

Megafonla, Kalan Günahkârlar’a çağrıda bulunan Peder, yalnızca Laurie’den yanıt buluyor.

Düdük sesi.

Laurie, düdüğünü öttüre öttüre Peder’in karşısına gidiyor.

Düdüğü en çok da suratına öttürüyor onun.

Ve belki de bir düdük sesi, en acılı tınısını o anda buluyor.

Gladys ve onlarca ölünün, fırınlarda yakıldığının görüntüsü görülmeden önce.

Bir ölü ne zaman unutulmaya başlar? Ya da bir kayıp?

Kalan Günahkârlar için hiç, hiçbir zaman. Çünkü onlar unutulmaya çalışılan bir şeyi hatırlatmak için çalışıyor. Bu yüzden, belki, Gladys unutulmayacak.

En azından onlar için.

Biz?

Çoktan unuttuk bile diyebiliriz.

Yoksa?


Peder Matt Jamison.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR