Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Tarzımızsın, farzımızsın Ulan İstanbul!
Sezon: 1 Bölüm: 15

Çok tatlısınız, çok!

Ulan İstanbul’un her bölüm muhakkak uzun süre zihinlerde yerini koruyacak bir anı oluyor fakat bu hafta öyle güzel bir bölümdü ki karşımızda olan, her anı uzun süre aklımızda kalacak ve bizleri gülümsetecek. Aldım ben bu bölümü gönlümün arşivine, iğrençken bile çok güzeldiniz Nevizadeler! İki saatlik Ulan İstanbul seyrinde pamuk gibi oluveriyorsunuz. Ne sinir kalıyor, ne stres. Tek kalan yüzünüzdeki o kocaman tebessüm oluyor.
 
 
Geçtiğimiz hafta çetemiz, polis ile burun buruna gelmişti. Onları kurtaran kişinin Ceyhun olacağını tahmin ediyordum zaten. Polisin elinden kurtuldular fakat bin bir emekle ulaştıkları mücevherleri de geride bırakmak zorunda kaldılar. Yine de kasaya yüz bin TL girmiş oldu. Başlangıç, başlangıçtır.
 
Çok iğreneceğiz!
 
 
Bu hafta altın altılımızın ilk görevi Ceyhun’dan kurtulmaktı. Sonunu düşünmeden girdikleri iş sonunda başlarına esaslı bir çorap örmeye başlamıştı ve Ceyhun, Derya’dan kimliğini istemişti. Gerçek kimliğini verdikleri an foyaları ortaya çıkacaktı, eee sahte kimliği de veremeyeceklerine göre tek bir çareleri kalmıştı; Ceyhun’dan kurtulmak. Ama Ceyhun gibi ölümüne ısrarcı bir adamdan kurtulmak elbette ki kolay olmayacaktı, bir kere takmıştı o nikâh tarihine ve yıldırana kadar ısrarını sürdürecekti. Kandemir’in komutuyla “Çok iğreneceğiz!” mottosuyla girdikleri “Şehriban ve Ceyhun’u iğrendirme operasyonu” tüm hızıyla başladı. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, Ceyhun ve Şehriban insanüstü bir sabır ile karşılarında duruyordu. Bizimkiler baktı ki bu iş böyle olmayacak, en son çareleri olan planı ortaya sürdüler. Ceyhun’un bardağı “yedek damat adayı Tuncer” planı ile taştı ve arkasını dönüp gitti. Acaba Ceyhun bundan sonra Nevizadeler’in karşısında mı yer alacak? Eğer ki yeni çatışma buysa, şahane bence. Derya’ya âşık Ceyhun ve O’nun Ceyhun’dan kurtulmaya çalışma maceraları daha fazla uzamamalı, çünkü bir yerden sonra “Pes!” dedirtiyor. Bu yeni çatışma çok daha ilgi çekici ve çok daha hareketli olur.
 
Ortaya çıkan en iyi tiplemelerdi.
 
İkinci görevleri ise mahalleye dadanan Tefeci Bindal’ı alt etmekti. Malum, bizim altın altılımız ne kadar zor durumda olurlarsa olsunlar asla sadece kendi çıkarlarını düşünmüyorlar. Eğer ki başkaları zor durumdaysa, onlar bunu görmezden gelerek kendi hayatlarına devam edemiyorlar. Benim onlara taktığım “altın altılı” lakabı da o altın kalplerinden geliyor zaten. Çetemiz gözlerinin önünde insanlara, sırf kendisine muhtaç kaldı diye işkence eden Tefeci Bindal’ın peşine düştü ve her zamanki gibi tezgâh kuruldu. Yaren ile Karlos, kılık değiştirerek Bindal’ın mekânına giriş yaptılar ve ortalığı kolaçan ettiler. İşlerine yarayacak bilgileri öğrendikten sonraysa esas plan başladı. Babasının borcu yüzünden Bindal ile evlenmek zorunda kalan hanım kızımızın da kurtulması bizim çetemizin elindeydi. Neyse ki bu sefer herhangi bir aksilik çıkmadı ve plan tıkır tıkır işledi. Mahalleli ve mağdur hanım kızımız Bindal’ın elinden kurtuldu, Nevizadeler de kasaya bir miktar para eklediler. İşin sonunda herkes mutluydu anlayacağınız. Hep diyorum ya, Nevizadeler ile bizim “iyilik” ve “kötülük” kavramlarımız birbirine girdi. Hırsızlar kötüdür, “mağdurlar” iyidir kavramı alt üst oldu. Ben seviyorum Nevizadeler’in kurallarını da kendilerini de.
 
Kafanı çevirip baksan, neler göreceksin de. İşte…
 
Ceyhun, sen Esra’yı ne zaman göreceksin? Esra ile birlikte ben kurudum. Kız gözünün içine bakıyor resmen, ağzından çıkacak güzel bir kelime ile dünyalar O’nun olacak. Ama Ceyhun görmemekte ısrar ediyor. Hala kokoreç kafasında. Bu kadar da kör olunmaz yahu! Beni okuyanlar bilir, Esra’yı çok sevdiğim söylenemez ama şu hallerine gerçekten üzülüyorum. Belli ki hayatına Ceyhun’dan başkasını almıyor, almaya da niyeti yok. Garibim, “Uzaktan da olsa usul usul seveyim,” diyor. Ceyhun artık yavaş yavaş gerçek sevgiye doğru adım atmaya başlamasa mı?
 
Ferdi, kuzum. Senin sabrın kalmadı da sor bakalım bizim sabrımız kaldı mı?
 
Siz birbirinize hep böyle baksanıza…
 
Bu nasıl güzellik?
 
“El de oynaşta, göz de oynaşta valla. Kusura bakmayacaksınız artık. Çünkü çok tatlıyız.” –Ferdi ve Derya’nın iç sesi.
 
Aman Tanrım! Elf gözlerim Ferdi ve Derya mı görüyor? İki haftadır bu güzel ikiliden uzak kalınca, onlara ne kadar alıştığımı bir kere daha fark ettim. Uzak kalmamıza da değdi doğrusu. Ferdi’nin sinirli halleri ne kadar törpülendi, fark ettiniz mi? Derya’nın, Ferdi’ye ne kadar iyi geldiğinin en birinci göstergesi bu. Başka zaman olsa Ferdi, Ceyhun’a tekme tokat dalardı. Ama Derya’yı bir nevi kendi elleriyle ateşe attığının farkında, O’na olan aşkı ve koruma içgüdüsüyle Derya’ya zarar verecek şeylerden uzak duruyor. Bu, kendisiyle büyük bir mücadele vermesini gerektirse bile… Derya ise Ferdi’ye karşı çok anlayışlıydı bu hafta. Ben bu ikiliyi böyle izlemek istiyorum işte. Karşılıklı iletişim halinde olan, dertlerine ortak çözümler bulan ve sevgilerini birbirlerinden saklamayan bir çift olarak… Tıpkı sahil sahnesinde olduğu gibi, tıpkı bu hafta olduğu gibi… Derya bir konuda endişelendiğinde veya bir şeyi kendisine dert ettiğinde ilk desteği Ferdi olsun, Ferdi sinirlerine hâkim olamadığında ya da herhangi bir konuda sabrı taştığında dayanak noktası Derya olsun. Güzel olsunlar yani, şimdi olduğu gibi.
 
Haydi yürüyün birbirinize, biz size boş kanepe buluruz!
 
Popstar Karlos!
 
“Efendim, yavrum…”
 
“Haydi, yürü bana bin metre koş!”
 
Karlos ve Yaren, bu hafta yine ortalığı salladılar! Şu an bu yazıyı yazarken dahi kulağımda “Tarzımsın, Farzımsın” melodisi var ve olduğum yerde dans ediyorum. Nasıl güzel bir enerji saçıyor bu ikili, “sevgi” kelimesine nasıl tatlı bir anlam katıyorlar. Sevmemek mümkün değil. Her ruh haline öyle güzel uyuyorlar ki. Daha beşinci bölümde “Yanarım” ile içimizi yakmışlardı, bu hafta “Tarzımsın, Farzımsın” ile içimizi açtılar. Bu arada bilmeyenler için şarkının sözü, dizimizin senaristi Uğraş Güneş’e ait. Müziği ise Atakan Ilgazdağ’a ait. Hem onlara, hem de Şebnem Bozoklu ve Erkan Kolçak Köstendil’e teşekkür etmek boynumuzun borcudur.
 
 
 
 
Başımızın tacı Servet Abi’miz, başımızın belası Hayati’miz, Türk kadınının bilinçaltı Maşuka’mız, Şehriban prensesimiz her zamanki gibi dünyalar tatlısıydı. Fakat bu bölümün yıldızı kesinlikle Bahadır’dı. Caner Özyurtlu öyle güzel bir performans sergiledi ki, bayıldım! Keşke Bahadır’ı daha fazla izleme şansımız olsa, bu haftaki gibi.
 
Senin işin zor bu kadınla Kando.
 
“Kandemir’in kızı ne oldu?” diye düşünürken bu hafta o mevzunun da unutulmadığını görmüş olduk. Kandemir, kızına ulaşmak için her yolu denemeye devam ediyordu. Artık eski karısından saklamıyordu da mevzuyu. Kandemir’in, kızına gerçeği söyleyeceği anı merakla bekliyorum. Tabii eski karısından fırsat bulursa…
 
Zurna bu defa çok fena zırt dedi.
 
 
Bu hafta her plan tıkır tıkır işledi fakat en sonunda yine zurna zırt dedi. Ceyhun, elinde Doğan’ın fotoğrafıyla Nevizadeler’in karşısına dikildi. Birkaç haftadır ortalarda dolaşan o fotoğraf elbet bir yerde Ceyhun’un eline geçecekti fakat Nevizadeler’e bunca kızgın ve kırgın olduğu bir anda eline geçmesi çok kötü oldu. Bakalım altın altılı bu işten nasıl sıyrılacak?
 
 
Arşivlik bir Ulan İstanbul bölümünü böylece ardımızda bıraktık. Haftaya görüşmek üzere!
 
NOT: Servet Abi’nin “Bu çocuğu ekmek almaya gönderme,” cümlesine değinmeden geçmek olmaz. Gönderme gibi göndermeydi.
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR