Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Şehre yeni bir gün doğuyor
Sezon: 2 Bölüm: 21
“Neden ağladığımı bilmiyorum, Moira’dan hoşlanmazdım bile.”
 
Sezon finali yaklaştıkça, Arrow da müthiş bir ivme kazanarak yoluna devam ediyor. Özellikle her bölüm sonu, bir sonraki bölümü büyük bir heyecanla beklememizi sağlıyor. City of Blood da yine adının hakkını veren, aksiyonu yerinde, sağlam bir bölüm idi. Bölüm kaza sonrası ortadan kaybolan Oliver’ın dışında herkesin katıldığı cenaze töreni ile başladı. Moira’nın cenazesiyle ilgili duygularımı ise Felicity’nin; “Neden ağladığımı bilmiyorum, Moira’dan hoşlanmazdım bile,” sözleri tam manasıyla tanımlıyordu. Ama elbette ki Diggle’ın da dediği gibi bizler esasında Moira için değil, Oliver için üzülüyorduk. Annesinin kendisini çocukları için feda etmesinden sonra, Oliver kendisini yine yalnızlıkla cezalandırıyordu ve O’nu – Felicity’nin de hayran kaldığı Amanda Waller teknolojisinden destek alarak- yine “Çekirdek Team Arrow’un” üyeleri Felicity ve Diggle buldu. Uzun zamandır “Team Arrow” ruhunu hissedemeyen ve bunu özleyen biri olarak bu bölümdeki ufak ayrıntılar çok hoşuma gitti. Bizim çekirdek ekibimiz Diggle, Felicity ve Oliver’dan oluşuyordu fakat son zamanlarda Diggle ve Felicity tabir-i caizse “dış kapının dış mandalı” olarak görülüyordu. Bu hafta yine olayların içine bir parça da olsa daha fazla dâhil olmaya başladılar.

Oliver’ı, “kendisini feda etme” kararından döndürecek kişinin Laurel olacağını hiç düşünmezdim.
 
Oliver kendisini tekrar LianYu’ya hapsetmemişti ama orada olduğundan daha umutsuz şekilde çıktı karşımıza. Tüm bu olanların sorumlusu olarak kendisini görüyordu –kabul edelim, egosunu kontrol edemeyip Slade’e panzehiri vermemesi bir hataydı- ve yine her şeyin kendisinin ölümüyle sonuçlanacağını düşünüyordu. Fakat kahramanlık ölümle değil, yaşamak ve yaşatmakla olurdu. Bir kahraman var olduğu sürece bir şeyleri düzeltme şansı vardı ve ölüm sadece basit bir kaçış bahanesiydi. Evet, bazı durumlarda kendini feda etmek de kahramanlık olabilirdi ama kesinlikle bu durumda değil. Oliver’ın bunun farkına varmasını da en son tahmin edeceğimiz kişi olan Laurel sağladı. Laurel, geçtiğimiz haftalarda Oliver’ın Arrow olduğunu öğrenmiş fakat yine bizi şaşırtarak Oliver’ı azarlamak yerine O’nun karşısına bile çıkmayarak bizleri şaşırtmıştı. Bu hafta da yine beklenmedik bir olgunluk göstererek Oliver’ı uçuruma doğru giden yoldan son anda çevirdi. Laurel, son zamanlarda daha olgun adımlar atıyor. Bundan sonra da bizi daha fazla şaşırtacak gibi duruyor amma ve lakin Laurel’ın yeni “Black Canary” olacağı haberinin pek de hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim. Biz Sara’yı Black Canary olarak benimsemiştik zaten. Nasıl başka bir karakter gelip Green Arrow olamayacaksa, Laurel de Black Canary –en azından benim gözümde- olamaz. Black Canary mevzusunu bir kenara bırakırsak; Laurel sayesinde Sebastian Blood’un Slade için çalıştığını öğrenen Oliver Sebastian’ı karşısına aldı ve O’na sessiz sedasız meydan okudu. Oliver için bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorduk zaten ama aramıza “Seni öldürmeyen şey güçlendirir.” felsefesiyle birlikte daha güçlü ve sağlam olarak döndü.

- Tekneye evime dönmek istediğim için döndüm, kimseyi kurtarmayı düşünmüyordum. Ben öyle biri değilim. - Belki henüz değilsin.
 
Oliver’ın “kahraman gibi”likten, gerçek bir “kahraman”a nasıl dönüşeceğini hala gözlemliyoruz. O’nun Green Arrow oluşunu bize anlatan ada sahnelerinde ise yine çok güzel detaylar vardı. Oliver’ın bir kurtarıcı olmaya bir adım daha yaklaştığına şahit olduk. Şüphesiz ki Oliver’ı anlamak, hikâyenin ada kısmı olmadan bir hayli eksik kalacaktır. Bunun yanı sıra Slade’i devirmek için yeni bir umut olan denizaltı ile de ada kısmındaki aksiyon da tavan yaptı. Uzun zamandır olduğu yerde sayan ada sahneleri de bu hafta -tıpkı Team Arrow gibi- ivme kazanmaya başladı ve benim gibi hikâyenin bu kısmına bayılan izleyicileri de bir hayli mutlu etti.

Sebastian Blood geri döndü!
 
Sebastian Blood’un “Şehre yeni bir gün doğuyor.” sözü ile startı verilen “Mirakuru Ordusu”nun şehri işgalini önlemeye çalışan Oliver ve Team Arrow yeni bir operasyonun ortasında buldular kendilerini. Laurel ise Oliver’ın tüm uyarılarına rağmen olay yerine giderek, doğru zamanda doğru yerde bulunarak Oliver’ın hayatını kurtardı. Fakat Oliver ne kadar çabalarsa çabalasın, şu anda anlık bir zaferden fazlasını kazanacak gibi görünmüyor. Çünkü Slade’in “Mirakuru Ordusu” şehrin her alanına konuşlanmış durumda. Team Arrow, Salde karşısında gün geçtikçe daha da küçük kalıyor. Sayı olarak az olmalarını bir yana bırakırsak, fiziksel güç olarak da Slade’in ordusundan çok çok geride kalıyorlar ve bu da daha öncelerde de ciddi bir sorunsalımız olan “Oliver’ın müttefikleri kim olacak?” sorusunu akıllara getiriyor. Oliver’ın bir destek ekip olmadan Slade’i ve ordusunu devirmesi çok mümkün görünmüyor. İleriki bölümlerde diziye tekrar dâhil olacağı söylenen Malcolm Merlyn ise –Thea ile de bir yüzleşme yaşayacağı söylenmekte- Oliver’ın olası müttefikleri listesinin başında geliyor bana kalırsa. Olası bir Malcolm-Oliver işbirliğinin düşüncesi bile fazlasıyla heyecanlandırırken, gerçekleştiği takdirde ortaya seyir zevki mükemmel bir şey çıkacağına eminim. Roy’un da bir dahaki sezona kadar uyuyacağını sanmıyorum, muhakkak bir şekilde fabrika ayarlarına geri dönecek ve –olması gereken yerde- Oliver’ın yanında yerini alacaktır. Sara’nın da sonsuza kadar uzaklaştığını sanmıyorum, haberi alacak ve muhakkak Oliver’a destek olmak için geri dönecektir. Flash için ise çok bile beklediğimizi düşünüyorum, sezon finalinden önce Arrow’da göreceğimiz ve karakterin tanıtımının yapılacağı söylenen Flash sezon finaline iki bölüm kalmış olmasına karşın hala ortalarda yok. Kim bilir, belki de finaldeki büyük sürpriz Flash’tır.

“…ve bana basit bir bilgi işlemci kızdan çok daha fazlası olabileceğimi söyleyen kapüşonlu çılgın bir adama inanmazdım.”
 
“Bitch with wifi!”
 
Daha önce kısa kısa notlarını paylaştığım Marc Guggenheim röportajında tahminlerinden fazla sevilen Felicity için çok güzel bir geçmiş kurguladıkları ve sezon finalinden evvel bunu bizlere yavaş yavaş sunmaya başlayacakları söylenmişti. Sezon finaline iki bölüm kalmış olmasına rağmen henüz Felicity ile ilgili de çok önemli bir detay öğrenebilmiş değiliz. Felicity hala az tanıyarak çok sevdiğimiz ve hikâyenin gerilimini alan tatlı mı tatlı karakter olarak yoluna devam ediyor. Felicity’nin her zaman doğru olanı, en doğru şekilde söylemesini seviyorum. Bu bölüm Oliver’a yaptığı konuşmaya bayıldım. Felicity’nin de kendi sıradan hayatı içerisinde nasıl kendine güvenli ve cesur adımlar attığını gösterdi bizlere, en sonunda o “çılgın kapüşonlu adama” uzanan yolunu tek cümlede özetleyiverdi. Ve Felicity doğru şeyleri, en doğru şekilde söylemesinin yanında bir de gerekli yerlerde hedefi tam on ikiden vuran lafları ile de bir hayli meşhur. Bu bölüm de yine akıllara kazınacak efsane repliklerinden bir tanesi geldi; “Bitch with wifi”.

Thea ise aynı kapris ile yoluna devam ediyor, yaşadığı acı dahi onu daha iyi birisi yapamadı benim gözümde. Sürekli suçlayacak ve saldıracak birilerini arıyor ama bu ne kendi psikolojisini daha iyi yapacak ne de hayatını daha yaşanabilir hale getirecek, aksine etrafındakileri de her geçen gün daha zor durumda bırakacak.

Elbette ki Isabel hanım kızımızı unutmadık, kostümü içinde mükemmel görünüyordu.
 
Gelecek “güzel günlerin” habercisi, ordu gibi ordu.
 
Bu hafta gerçekten aksiyonu bol, bir an bile sıkmayan bir Arrow bölümü izledik. Bölümün son karesi ise bizlere nasıl uçuk bölümler izleyeceğimizin sinyalini verdi bile. Arrow, bölüm finalleri açısından kesinlikle çok iyi ve bir sonraki haftayı nasıl iple çektireceğini çok iyi biliyor. Bizler de son karenin heyecanıyla, bir sonraki haftayı dört gözle bekliyoruz!
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR