Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Sadakat verilebilecek en büyük sözdür
Sezon: 1 Bölüm: 1
Kurt Seyit’in isim öyküsüne yer verilmesi sevdiğim kısımlardandı, es geçilseydi çok üzülürdüm.
 
Nermin Bezmen’in her satırında özlem ve aşk kokan enfes romanının uyarlaması olan Kurt Seyit ve Şura’nın ilk bölümünü iyisiyle kötüsüyle geride bıraktık. Yazının başlığını da en çok beğendiğim replik ile atmak istedim. Bölümün ilk 10 dakikasında kitabı okumamış olmayı diledim, çünkü kafamda belli yerlere ve mekânlara koyduğum karakterlerin ekrandaki duruşunu yadırgadım. Zaman ve sahneler ilerledikçe elbette ki alıştım ama kitabın dünyasından çıkıp kafanızda kurduğunuz karakterlerle vedalaşmak çok kolay olmuyor, hele de Kurt Seyt ve Shura gibi efsanevi bir aşk ve özlem hikâyesi ise bu. Roman dünyasından sıyrılıp dizinin kendi dünyasına adım attığımda ise bir parça hareketsiz ve ana hikâyeden uzak bulduğum bir ilk bölüm oldu.

Bölüm –şayet yanılmadıysam- gündüz çekilerek gece efekti ( Tam olarak ne ad verildiğini bilemiyorum, ben curves-night ile benzeri bir görüntüyü elde edebildim) verilmiş bir pusu sahnesi ile başladı ki çok vurucu olacak sahnenin etkisini bana göre bir hayli azaltmıştı bu durum. Petro’nun tez canlılık ederek, Seyit’in emirlerini görmezden gelerek kendi silah arkadaşını vurması ve bunun akabinde Seyit’in Petro’ya biçtiği ağır ceza ile birlikte –benim gözlemlediğim kadarıyla- Petro’nun içinde gizlice büyüttüğü kıskançlık gün yüzüne çıktı ve içeride gizli bir rekabeti büyütmeye başladı. Şura’nın da olaya dâhil olması ile birlikte bu rekabet somut bir amaca da dayanmış oldu. Bu şekilde işlenmeye devam ettiği takdirde hikâye içerisinden en çok keyif alarak izleyeceğim karakter Petro olacak, gerçekten bizlere sunulan en gerçek karakterdi ve kitaptaki Petro’yla kıyaslandığında kendisini sevdirebilecek nedenleri olan bir profildi. Biraz da “Senin yüreğin kara göl kadar kara,” diye diye karartmışlar adamın içini, bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş! Ve Birkan Sokullu da dizi içerisindeki en “olmuş” karakter idi. Bayıldım.

Birkan Sokullu, Petro karakterini bir elbise gibi üzerine giymişti. Bayıldım!
 
Şura, okuduğum her satırda cesareti, sadakati ve fedakârlığıyla hayran olduğum bir karakterdi. Bu bölüm kendisine yazılan “Sadakat verilebilecek en büyük sözdür,” cümlesi aslında Şura’yı öyle güzel özetliyor ki. Masum ama bir o kadar da çekici ve güçlü bir kadın, çok güzel âşık olan ama aşkından daha güzel hissettirdiği şey sadakat olan kadın. Seyit ise hayatta her şeyi görmüş, yaşamış ve Şura’da daha önce rastlamadığı bir masumiyeti yakalamış bir subay. Yukarıda anlattığım Şura’yı, Farah Zeynep Abdullah’ta daha iyi yakalayabilmek için öncelikle kendisini Kelebeğin Rüyası’ndaki Mediha görüntüsünden kurtarmaları gerekiyor. Çok açık renk olan elbiseler, yine yüzleri nur inmişçesine parlatan bir ışık, açık renkli saçlar ve beyaz bir tenin birleşimiyle Şura masum birinden çok, üç aylık ömrü kalmış bir karakter izlenimi yaratıyordu. Işık ve makyaj sorunu giderildiğinde masum olduğu kadar çok güzel ve çekici olan Şura’yı ayaklarımızı uzatıp keyifle izleyebileceğiz.

Aşkın ilk dansı, güzel ama Şura’nın ilk dansı hala Petro’da.
 
Hikâyenin aşk kısmına geldiğimiz vakit “Ne, ne zaman oldu anlamadım”lık bir durum hâkimdi. Bana kalırsa bunda en büyük etken Şura ve Seyit’in esas etkilenme anları olan ilk dansın ve akabinde gelen veranda sahnesinin es geçilerek ilk dansın Petro’ya kaptırılmış olmasıydı. Bugün ilk dansı Petro’ya kaptıran yarın Şura’yı da kaptırır. Şura Seyit’i gördüğü anda çok etkilendi, evet. Ama gördüğü anda âşık olmadı, âşık olması için aralarında bir etkileşim olmalıydı. Masumluk demek ille de ilk balomda ilk gördüğüm yakışıklı erkeğe hiçbir muhabbetim olmadan tutulacağım demek değildir ki. Maalesef kitapta çok büyüleyici bir şekilde giriş yapılan aşk ve aşkın ilk dansı dizinin hikâyesi içerisinde bir hayli sönük, altı boş kalmıştı. Benzeri bir sıkıntı hikâyenin olay örgüsüne sonradan eklenen Güzide karakterinde de mevcuttu. Celil’i gördüğü anda tam olarak neden heyecandan kalbini tutacak kadar heyecanlandı ve tutuldu, anlamadım. Sanırım dizinin kadınları çok çılgın!

Ben kendi adıma çok özdeşleştiğim hikâyelerde kızgınlıktan ziyade kırgınlık yaşayan bir insanım. Kurt Seyt ve Shura da benim kendimi fazlasıyla özdeşleştirdiğim, her satırını hafızama kazıdığım bir hikâye idi. İlk dansın Petro’ya kaptırılmasına çok kırıldım ama ilk öpücüğün amacının dışında olmasına daha çok kırıldım. Gönül isterdi ki ileride gerçek manada efsanevi sahnelerini izleme fırsatı bulacağımız bu çiftin ilk öpücüğü başkalarının görmesine değil de sırf romantizme ve aşka hizmet etsindi. Kitabı okuyanlar bilir, “Aşkın ilk kırıklığı” diye bir başlık vardır. Sanki o alınmış ve ilk bölüme taşınmıştı.

Ben Kurt Seyt ve Shura romanını salt bir aşk romanı olarak değerlendirmedim hiçbir zaman. Hikâye içerisinde çok güzel bir dostluk da anlatılıyordu, baba-oğul arasındaki dostluk da buna dâhildi. Dizi adına en çok sevdiğim kısımlardan bir tanesi bu dostluk meselesinin atlanmamış olmasıydı. Özellikle göl kenarında birbirlerine söz verdikleri sahneyi çok sevdim, ah bir de gece çekilmiş olsaydı tadından yenmeyecekti. Baba-oğul açısından ise hep Seyit’in çocukluğunu görebileceğimiz anı bekliyordum. İstediğim sahneler yoktu belki ama Çar’ın hediyesi olan sandığın atlanmamasına ve hikâyesine ufak da olsa yer verilmesine çok sevindim. Belki ilerleyen bölümlerde de Seyit’in çocukluğundan ufak kesitler görürüz. Umarım.

Ah bir de gece çekilsen, ne güzel sahne olacaktın.
 
Çok güzel överim ama hiç eleştiremem, kendimi biraz dile getirmeye çalışacağım. Dizinin geneline bakıldığında çok güzel yazılmış sahneler de vardı. İçlerinde en çok sevdiklerimden bir tanesi Petro’nun rüya sahnesi idi. Ama bu güzel sahneler bizlere güzel aktarılmadığından mütevellit tüm büyüsünü yitirmişti. Sosyal medyadaki yorumlara göz attığımda dizinin dünyasına giremediğinden yakınan bir hayli insan ile karşılaştım. Bundaki en büyük etken dizinin kendi karakterini yansıtacak bir renk tonunun olmamasıydı bana göre. Sanki bazı sahnelerde kontrast fazla kaçmış, bazı sahnelerde ise eklenmesi unutulmuş gibiydi, yine bazı sahnelerde fazlasıyla göz yoran ve baş ağrıtan bir aydınlık söz konusuydu. Gündüz çekilerek gece görüntüsü verilmiş sahneler de çok vurucu olabilecek sahnelerin etkisini bir hayli azaltmıştı. Yine aniden, ne olduğunu anlamadan kesilen sahneler hikâyenin dünyasına girmeyi zorlaştırıyordu. Müzikler çok yüksek ve bazen çok yersizdi. Birkaç yerde henüz karakterlerin konuşması bitmeden çok yüksek perdeden giren müzik rahatsız ediciydi.

Tüm bunların dışında Kurt Seyit ve Şura malzemesi çok bol bir hikâye. Yan karakterler de en az Seyit ve Şura kadar etkileyici sonlara ve hikâyelere sahipler. İlk bölümdeki belli başlı hatalar ve aksaklıklar giderildiği takdirde seyirciyi heyecanlandıracak bir aşk, dostluk ve özlem hikâyesi izleyebileceğiz. Sevgili Ranini’ye dizinin altı bölüm sonra toparlanacağını haber veren kuşları da referans alarak sabra değer bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Herkes için hayırlı ve de uğurlu olmasını temenni ederek de satırlarımı sonlandırıyorum.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR