Ceylan’ın elden ayrıksı Taylan’ı koşa koşa hastaneye gelip koridorda sevgilisiyle konuşup sonra da Bahattin’in odasına uğramadan, bir geçmiş olsun bile demeden çıkıp gitti. Şaka gibi. Kapıya da şoför bıraktı. Çok hissiz hareketler bunlar. Devlet hastanelerine de inceden saydırdı ama valla o devlet hastanesi neresiymiş ben merak ettim doğrusu. Hangi devlet hastanesinde –hele İstanbul’da- hastaneye gider gitmez tek kişilik oda bulunuyor bilmem. Etraf sakin. Sıra yok. Acil sus pus. Neyse ki Ceylan da yavaş yavaş soğuyor Taylan’dan. Hangi kadın en zor anında yanında bulamadığı bir adamı ister ki hayatında?
ARİFE'NİN HAYAL KIRIKLIKLARI BURADAN KÖYE YOL OLUR
Arife ile Mahir’in karşılıklı sahnelerini sevdiğimi hep söylüyorum. Asansörde kalmaları bana ikram gibi oldu. Başka bir şey dileseymişim olurmuş. Eğlendim o sahneyi izlerken. Ama mantık hatalarını da dile getirmekten yoruldum. Altı yaşındaki kızım da gelip gidip benimle izliyor diziyi. Laf aramızda eğleniyor da. Bu asansör sahnesini izlerken bana ‘‘Anne, neden birisini aramıyorlar?’’ dedi. ‘‘Telefonları yoktur yanlarında ya da çekmiyordur,’’ dedim. Sonra dakikalar geçti ve bir de baktım Arife annesini arıyor cep telefonundan. Kızım yine konuştu ‘‘Çok saçmaymış. Telefonu çekiyorsa neden oturup ağlıyor ki saatlerdir?’’ .. Sustum. Doğru söze ne deseydim? Mahir asansörde Arife’nin gönlünü eğlemek için mızıka çalıp şarkı bile söyledi. O sonunun nerelere gideceğinin hiç farkında olmadan yapıyor bunları ama Arife Mahir’in her cümlesine, her hareketine bir anlam yüklemeye tam gaz devam ediyor; asansör muhabbetiyle yeşeren ümitlerini muştulu bir haber ile taçlandırmak niyetinde. Ceylan’ın da desteğiyle bir buluşma ayarlayan ve hatta gündüzünde elbise bile giyen Arife, hayal kırıklıklarını biriktirdiği torbasına bir yenisini daha ekledi o gece. Bu iş olacak. Olacak da nerede, nasıl ve ne zaman bilmiyorum. Bildiğim o ki Arife’nin sabrı da, ümidi de tükenmek üzere. Gerçi dert değil. Zaten aşklar hep bitti denen yerde başlamaz mı?
Kutudan anılarla birlikte yeni sırlar da çıktı.
VE YİNE YENİDEN BİR SIR DAHA!
Her hafta yeni sırlar çıkıyor ortaya. Ama hepsi havada. Ya hepsi birden çözülecek bunların. Ya da unutulup gidecek mi nedir? Emanetten ses yok, Bahattin’in aldığı avans havada, Yelda gitti.. Şimdi bir de Civan’ın çocukluk sırrı çıktı ortaya. Gizem her zaman reyting getirir tamam. Ama bu kadar ağır ilerleyeni değil. Her şey çok yavaş. Ve koskoca bir bölümde sadece Elmas Hala’nın Civan’ın evliliğini bildiği ve bir de Civan’ın bir başka sırrı daha olduğunu öğreniyoruz. Ama bize de yazık değil mi? Bari bu arada Civan’la Yadigar’ın arasında bir şeyler olsun. Olsun derken yani en azından bi umut bağlasınlar birbirlerine. Hatırlatalım dizi bu. Gerçek hayattaki gibi günlük ilerlemesine lüzum yok. Azıcık hızlı akabilir olaylar. Yani dengelenebilir en azından. Hani Civan’la Yadigar’ın arasında bir şeyler filizlenir de sonra aralarında engeller baş gösterir falan. Burda daha filiz yok. Bi rbakışma var ara sıra o kadar. Ama dokuz bölüm oldu el insaf! Azcık daha hızlı olalım diyorum ben çünkü seyirciden “E, hadi artık!” naraları yükselmeye başladı çoktan.
“...Sen bana geç kaldın, ben sana erken…”
LADESİM LADES OLSUN MU?
Olsun. Oldu da. Hatta güzel oldu bence. Unutulmaya yüz tutmuş bir adetimiz hatırlanmış oldu bu vesileyle. Samimi, sıcak bir olaydı. Kocasından yeni boşanmış genç bir kadını bir erkekle yemeğe çıkarmak için iyi bir sebep yaratılamazdı. Ben sevdim lades fikrini. Umarım seyirci de sevmiştir. Hele Yadigar “Lades!” diye çığlığı basınca bir an ben kazanmış gibi keyiflendim. Keşke her şey lades sahnesi kadar iyi ve doğal olabilseydi. Bütün büyü İtalyan restoranıyla birlikte bozuldu. Biz haftalardır bu buluşmayı mı bekledik yani? Civan –niye olduğunu hala anlamadığım- o bir takım manasız el hareketleriyle Yadigar’a makarna tarif etsin diye mi? O nasıl başarısız bir sahneydi ki hangi sözcüğü seçsem anlatmak için kifayetsiz kalıyor. Hele o güzelim Hoş geldin şarkısını o sahneye nasıl yedirdiniz, pes doğrusu! Civan tamam, Yadigar tamam, ortam tamam. Ama aşk nerede, Hocam? Bari o el hareketlerinin, o tuhaf makarna tarifinin yerine sadece sussaydılar. Ya da çocukluk anılarını anlatsalardı. Bir şefin en büyük sevdalarından biri yemek, mutfak olabilir. Ama bunu daha güzel ifade etmenin başka bir yolu mutlaka vardır.
Bu arada geçen hafta Yelda giderken Civan’ı arayıp ‘‘Ailenden bazılarıyla konuştum,’’ derken bunun olayı zaten bilen Arife olduğu gelmemişti aklıma. Olay yavaş yavaş çözülüyor diye sevinmiştim ki aynı yerde tıkanmaya devam etti bu hafta. Hatta bir ara Hüsne pantolon cebinden çıkardığı kağıda baktığında ‘’Tamam,’’ dedim, “ya boşanma kağıdı yaBahattin’in avans evrakı”. Uykulukçunun faturası olduğunu öğrendiğimde elinden şekeri alınıp yerine şeker kabuğuyla avutulmaya çalışılan çocuğun manasız ifadesi belirdi yüzümde. Neyse dedim. Haftaya belki. Ümitler, aşklar, sevdalar.. Başka bahara.. Haftaya görüşmek dileğiyle..