Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
"Kırk tas su temizledi mi sizi Kadriye ana?"
Sezon: 2 Bölüm: 33

"Sen benim oğlumu öldürdün , sen benim oğluma olan sevgimi öldürdün .. Sen nasıl bir katilsin Kendal?"

Merhabalar.

Karakterlerimizin etekleri o kadar dolu ki, taşlar dök dök bitmiyor. Bu hafta Baran ve Sibel’deydi sıra. İkisinin de haksız yere suçlandığı, başlarını önlerine eğdiren kaderin cilvesi seyredenlere “Ayıp nedir, ahlak nedir, insan ne için yaşar/yaşamalı?” gibi sorular sordurttu. Ben kendi adıma ne Sibel'i ne de Baran'ı suçlu buluyorum. Sen de amma genişsin diyebilirsiniz, problem değil.. Sibel yaşadığı yörenin insanlarınca anlayışla karşılanmayabilir lakin olması gereken bu mudur? Sorulması gereken de bu. Bu bölüm öne çıkan karakterlerimize değinirken bu sorulara da cevap bulalım hep beraber.

Kendal: Utanmazın yüzüne tükürmüşler yağmur yağıyor demiş.Bu gidişle Kendal için bütün aşağılamalı atasözleri ve deyimleri sırasıyla kullanacağım galiba. Yediği boktan utanması bir yana dursun anasının verdiği ömürlük ayardan sonra akşam eve gelip ''Yaa olmuşsa olmuş şimdi -hem bak dönmemiş ne uzatıyorsunuz- sokakta mı yatayım ana?'' demesiyle üstüne tüy dikti herif. Bir de olayların bütün müsebbibi sosyete gülü ağamıza göre. Şşlkjhgffghjklş ağamız ne çekiyorsa baya etkili galiba yoksa bu “koy götüne rahvan gitsin, n'olcak yea'' tavrının literatürde karşılığı yok zira. Yap et, sonra da ''Ben seni oğlum bildim Baran, senin için gardaş katili oldum,'' diye zırla. Yek yeaa ne güzel Antepmiş be!

Kadriye: Anamız bu hafta şov yaptı arkadaşlar. Baran-Sibel olayını ilk duyduğunda hafif bir sendeledi farkettiyseniz. Söyleye söyleye kadını sekte-i kalpten götürtecem galiba diye korkmadım değil, ahahhah. Şaka bir yana Kadriye’nin Kendal'a söylediği lafları köpeğin önüne atsan yemez he. Benim annem bana öyle laflar sıralasa yerin yarılmasını beklemem kendim eşeleyerek gereğini yapmaya çalışırdım. ''Kendi oğlumu ihbar mı edeyim?'' diyerek Ebru’ya çemkiren Kadriye nere, evin eşiğinden sokmayan Kadriye nere? Keser de sap da böyle dönüyor işte. Bir de Kadriye ''Gayrı meşru çocuk yapacağına aç kalaydın,'' diyerek üstten üstten ahlak dersi vermeye çalıştığında çok sinir olmuştum. Sibel'in bunu hatırlatması iyi oldu. Konakta hanım ağa olarak yaşayınca tuzu bir hayli kuru olur tabii insanın, Kadriye de haklı. Sibel veya o durumlara düşmüş herhangi bir kadın aç da kalsa ahlakından ölmeli tabii. Hayatta kalmaya çalışması sözde namus anlayışınızdan önemli mi? Ulan dünya bir Şamverdiler’e güzel zaten, bekara karı boşaması ne kadar da kolay. Sibel'i kırk tas suyla temizlemeye çalışan Kadriye, seni hangi sularla yıkayalım? Sibel mi mundar, yoksa Sibel'in ağlamaktan katılmış halde hamamda yarı çıplak onca aşağılanmasına çanakla su döken sen mi?


"Hatalı olduğunda da yanında durabilmektir kardeşlik, çekip gidecek misin? Yüzüne bile bakmayacak mısın? O zaman senin diğerlerinden ne farkın kalır?"

Ebru: Her şeyin sebebi bu kadın ey okuyucular. Ne karışıyorsun, madem yatmadılar sakla gitsin. Gencecik bir fidana doğruluğu, dürüstlüğü niye salık veriyorsun ki? Ömrü billah eşek gibi boynunu eğen durumu sırtına yüklesin o çocuk, ne gerek var? Aman ağzımızın tadı bozulmasın. Böyle bir şey var mı yahu? Suçlu yine Ebru oldu. Baran'ın utancını niye görüyorsa, niye “Söyle kurtul,” diyorsa hadsiz!? Senelerce kocası tarafından ayakta uyutulmuş bir kadından, gerçekleri saklamasını beklemek de güzel kafa he. Ben sonuna kadar haklı buluyorum Ebru’yu. Eğer Baran'a “Doğrusunu yap,” demeseydi o gencecik çocuk hep boynu eğik yaşayacaktı. İyiliği, doğruluğu telkin eden insan hiçbir zaman kaybetmez arkadaşlar. Senaristlerin bu konuda ona kızan karakterleri de alaşağı etmesine ayrı memnun oldum. Hikayede iki kurban var biri Ebru, biri Baran. Umarım ikisinin de yüzlerini bundan sonra da eğdirmezler. Zira her ne olursa olsunlar, başı dik kurbanlar olarak kalmaları, tutarlılık çizgilerinin korunması için mutlaka gerekli.

Narin: Kadriye’nin remake'i, başka da bir numarası yok. Baran'ı o duruma düşüren Kendal, hesap sorduğu kişiler Baran ve Sibel. Olaya gel!! İşte bunlar hep cahillik. ''Aman ağzımızın tadı bozulmasın,'' hayat felesefesi olmuş bunların. Kendal'a hesap sorsaydı, Baran'ı ''Ebru'nun lafını dinledin he, öyle mi?'' diye darlamasaydı, Narin'i yere göğe koymaz bu paragrafı destan haline getirirdim. Heyhat! Gel gör ki Narin yine korkak, yine elindeki keserle bir tek kendine yontuyor. Kendisini sevmiyorum evet, lakin bu defa aklın yolunu kullansaydı baştacı eder tüm kaka sözlerimi geri alırdım. Gerçi Ebru’ya gereksiz şekilde atarlanmadı bu sefer, bak ordan kanaat notunu yükselttim. Hayır anlıyorum o yörede büyümüşsün oranın değer yargılarını taşıyorsun da, kadın kadına düşman olur mu yahu? Bir kere de kınadığının çarığını ayağına giymez mi insan? Baran'ı kaybetme korkusunu anlıyorum, Ebru’nun gölgesinde yaşadığı karşılıksız aşka da saygım sonsuz, ama kardeşim insan bir kere de ''Ya o çaresizlikte ben olsaydım?'' demez mi? Narin'in en büyük sorunu sevgisizlik. Onu seven çok da, sevmesini bilmiyor Narin. Oğuz'u kesinlikle hakettiğini düşünmüyorum ama Oğuz o kadar temiz seviyor ki Narin'i, Oğuz'un yüzü gülecekse n'abalım varsın olsun. Yeri gelmişken; Özlem Conker hanımefendi Narinden bunca nefret etmemi sağlamanıza kızsam mı, sevinsem mi n'apsam kuzum? Hürmetler.:)

Özlem: Hilal Altınbilek hanımefendi o kadar güzel can veriyor ki Özlem'e, yılanlıklarına kızamıyor insan. Valla Özlem, kendi çıkarı için doğruluktan çokça saptığı için yaptıklarının ayağına dolaşması çok normal. Ha kısa vadede tongaya hemen düşmez belki ama çekirge de üçten fazla sıçrayamıyor sonuçta.


"Günahlarımızın ağırlığını hangi su kaldırır ki, yıkanmak yeter mi arınmamıza? Cehennem dediğin içini kemiren günahın değil mi? Cennet dediğin vicdanın huzuru değil mi?"

Sibel: Senaristler o temeline kıran giresice konaktan çıkarma lafını etmeselerdi bu bölüm, atlayıp Antep'e gidip ben çıkaracaktım artık. Sibel'i bağrıma basıp ben seni anlıyorum demeyi o kadar çok istiyorum ki. Hadi bu kurgu bir karakter, Sibel gibi bu durumda olan kadınları nasıl bağrımıza basacağız? Hangisine yetişeceğiz? O kadar çoklar ve o kadar görmezden geliniyorlar ki. Hep söylediğim gibi ibret vesikası, acı hayat fotoğrafı resmen. Sibel ağladıkça, başını eğip el pençe durdukça sadr'ımı yarıp feryat edesim geldi. Hele Ebru’yla konuştuğu sahnede o sandalyede eğreti oturması, hıçkırıklarla ağlayışı? Hele sadece çaresiz bir kadın olmasından başka bir farkı olmamasına rağmen, altı kadın tarafından hamamda güya temizlenirken dinmeyen gözyaşları? (Ulan yazarken gözümün önüne geliyor, gözlerim doluyor.) Ayşe'yi bir zalimden korumaya çalışırken eline düştüğü zalimin ağa babası. İnsana hayat hiç mi gülmez arkadaş? Gençken yanlış bir aşka düşmenin pahası bunca mı ağır olur arkadaş? Ya düşündükçe, yazdıkça içim daralıyor. Ebru Ojen Şahin hanımefendiciğim bana bu acıları çektirdiğiniz için memnun musunuz? Hayranınızım.

Ayşe: Şimdi arkadaşlar bu kızkardeşimiz de üstündeki sırlardan habersiz bir günahsız lakin ben Ayşe'yi şu mıymıntılığı üzerinden atmış görmedikçe sevemeyeceğim galiba. Ki en çok masumları severim ben. Ayşe daha çocuk yaşta evet, yaşadığı şu şeyler de çok ağır ona da kabul, lakin arkadaş, ablan ile o yokluğu yaşamıyor muydun sen? Nasıl ve ne hadle aşağılayabiliyorsun? Baran senden bile habersizdi Kendal Sibel'in koynuna sokmaya çalıştığında. Kaldı ki, ablan olduğunu öğrendikten sonra ne diyecekti? ''Ayşe ablanla az kalsın zeks edecektik'' mi diyecekti? Tamam Ayşe çocuk o kadar düşünemiyor da, Baran hacıbaba mı arkadaş tekkeye her çatana eyvallah diyebilsin. Aklı başında, oturaklı bir kız böyle olmaz. Umarım kafamı bozan bu dingilliklerine son verip, mıymıntılığına da bir çare bulur.

Emine ve Asım: Senaristlerimize seslenmek istiyorum. Bu iki harika insanı daha çok seyretmek istiyorum ben. Emine'nin de Kendal'a boka bakar gibi bakmaktan başka şeyler yapıp ayaklarının üstünde durmasını, öz gücüne kavuşmasını istiyorum. Ha yine Kendal'a boka bakar gibi baksın tabii, onun hakkı.


"Amca saydın mı; on üç mü, on dört mü?"

Baran: Güzel yüzlü Yusuf. Masumluk bu kadar mı yüze yansır arkadaş? Masumiyet de ağlatır insanı. İnsanlara kendini anlatmaya çalışırken çırpınmalarına çok üzüldüm Baran'cığım. Gerçeği söyledin diye pişman da oldun, bunun için Ebru’ya da kızdın lakin, kimseye de ezdirmedin ya ne diyeyim be çocuk? Senin kurbanlığının üstünden daha çok oyun dönecek be yavrum. Bu vartayı da atlattın da yüzün de hemen gülmeyecek, bu belli. Şimdi arkadaşlar, annem, ablam ve ben Mert Yazıcıoğlu kardeşimizin hayranıyız. Kendisini ağzı açık ayran budalası gibi seyrediyoruz. Baran gülünce gülüyoruz, başı derde girince tasalanıyoruz. Niye? Çünkü Mert, Baran olmuş bizim gibi yılların dizi/film minvalindeki bütün melodramlara şerbetli izleyicilere hissettiriyor bunları. Umarım bu genç yaşında, inanarak oynama prensibine sahip olmuşken sıkı sıkı elinde tutar da yıllarca keyifle izleriz.

Ada - Maya - Serdar: Bu üçlü arasındaki safımı daha önce belirtmiştim ama görüyorum ki yakışıklı oğluşumuz cadaloz Ada'ya yanık. Serdar'ın sukuneti cadaloz kızımızı ehlileştirir mi bilmiyorum ama Maya'nın üzülmesine de gönlüm hiç razı değil bilesiniz. Üzmeyin Maya'yı allasen.


- Sen gerçekten ders alacak mısın?
- Tabii ki! Böyle zeki, güzel İngilizce öğretmeni bulmuşum kaçırır mıyım?


Karakter atomlamam bitti ama söyleyeceklerim daha bitmedi. Hikayenin gidişatına ve dizinin aldığı ratinglere bakarak görüyorum ki üçüncü sezonu da olacak. Ha biz seyrederiz de yavaşlayan hikaye ve süre doldurmak için uzatılan dramatik sekanslar izleyiciye ikrah da getirtebilir. Bu kıldan ince kılıçtan keskin rating canavarı bugün sizden yanayken işler tersine de dönebilir. Severek izleyen sadık bir izleyicinin içten bir tavsiyesi olarak kabul edin bu dediklerimi. Ne bizim ağzımızın tadı bozulsun, ne de sizin ekmeğinize kan doğransın.

Sabırla okuyan gözlerinize sağlık.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR